Aşkın Metafiziği

Yazarı:                 Arthur SCHOPENHAUER

Türü:                    Felsefe

Çeviren:              Selahattin Hilav

Yayınevi:              Sosyal yayınlar/Dünya Klasikleri/Kültür Dizisi

 

Yazarın tanıtımı:    22 Şubat 1788’de Danzig’de doğdu. Alman filozof. Bir yıl tıp eğitimi aldıktan sonra felsefeye geçti. Kant felsefesine ilgi duydu.21 Eylül 1860’da ,72 yaşında,Frankfurt’ta öldü.

 

    Aşkın Metafiziği kitapta elli üç sayfa tutuyor. Ben ilk yirmi sayfada aklıma takılanları sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

   1-Yazarın ilk önemli belirlemesi: “Bütün aşk serüvenlerinin son amacı,gelecek kuşağın ortaya çıkmasından,yaratılmasından başka bir şey değildir.

    2- “Cinsel istek öznel(sübjektif) bir gereksinim oldugu halde,nesnel (objektif) bir hayranlık kılığına bürünmesini ve böylece bilincimizi aldatmasını çok iyi bilir. Çünkü doğa,kendi öz amaçlarına ulaşmak için böyle bir hile kullanmak zorundadır.”

 

    Sanırım yazar burada; doğanın ,üstün gücü ve bilgeliğini,usta bir kumarbaz gibi kullandığını iddia ediyor. Sanırım burada verdiği doğa tanımı,Uzakdoğu din bilimindeki tao tanımı ile örtüşüyor. Zaten Selahattin Hilav’da yazarın tanıtımında Avrupa’dan çok doğu felsefesinin yazarı etkilediğini belirtmiş.

 

    3-Birbirine aşık olan erkekle kadının gittikçe şiddetlenen yakınlıkları,ortaya çıkarabilecekleri-ve çıkarmak istedikleri-yeni bir bireyin yaşama iradesinden başka bir şey değildir.”(!!!!!!)

 

    Çok ilginç bir belirleme. Aynı önermeyi daha önce ben de içten içe yapmıştım. Ama bu filozoflar bizden oldukça farklı. Çoğu zaman “bence,olabilir,mümkündür” kelimelerini kullanmıyorlar.

 

    Ve düşüncenin ilginç yanı:YANİ BİZİ VAR EDEN,VAR OLMA İSTEĞİMİZ !

    4-(Yukarıdaki deyişin devamı :   ”Nitekim bir erkek ile bir genç kız arasındaki karşılıklı,kesin ve sürekli bir soğukluk duygusu da,onların ortaya çıkarabilecekleri çocuğun,biçimsiz,çirkin ve mutsuz bir varlık olabileceğinin işaretidir.”

    Nihayet bir “olabilir” kelimesi...Zaten olmasa,yazar burada kendi değerinden kaybederdi gibime geliyor.

    Burada sorulması gereken; çocun bu hale gelmesindeki temel nedenin,onun doğumundan sonra içine dahil olduğu huzursuz aile ortamı olup olmadışıdır bence.

 

     Ayrıca kulaklarımızın aşina olduşu şu sözü de unutmamak gerekir:En büyük aşklar,en büyük nefretlerle başlar.

    Bu arada aklımı kurcalayan bir soru: Boşanan ebeveynlerin çocuklarının varolma sebebi yok mu olur?

    5-Yazar on dokuzuncu sayfanın sonlarında,doğanın içgüdüler aracılığı ile insanları yönettiğini savunuyor. ıçgüdülerin varlığından hayvanlar sayesinde emin olduğumuzu;ancak nasıl işlediğini yalnız kendi içimizde anlayabileceğimizi savunuyor.(Buraya kadar hemfikirim)Ama insanoğlunun yalnız meme emmek ve cinsel içtepiyle eş seçmekten başka içgüdüsü olmadığını da söylüyor...Evet gerçekten böyle olsaydı, cinsel içtepiyle eş seçmenin bir içgüdü olup olmadığını sorgulayamazdık. Oysa birçok içgüdümüz var:Çiğneme,yutkunma,korku anında yapılan hareketler,stres altında yapılan hareketler hatta hapşırma mimikleri...

    Sonuç olarak klasik son dönem filozofları ukalalığı ön planda olsa da,daha önce felsefenin nadiren ve yetersizce el attışı bir konuya eğilmiş olmasını beğendim. Ayrıca bu fikirlerin kişiye çok yararlı,düşünce ufkunu sevimli bir rüzgarla dolduracak fikirler olduğunu söylemeliyim. (+10)

 

    Ancak her zamanki gibi halka,gençliğe(ki bunlar asıl gençlerin ihtiyacı olan bilgiler) ulaşması zor bir dil kullanılmış. Bence sosyal bilimler ve özellikle felsefe;sokratesin söylemleri kadar yalın bir dile inmedik,büyük bir rahatlıkla halka(geniş kitlelere) ulaşmadıkça;bugünkü bu işlevsizliğini ilelebet sürdürecektir. (-3)

    Anlatım (yahut çeviri dolayısıyla) aktarım: (-1)

    Kitabı bulmak zor: (-1)

    Cilt ve baskı kalitesi yüksek; boyutu el kitabı olmaya aday: (+1)

   KİTABIMIZIN NOTU: (+6)

  •    Ramses,ışığın oğlu,yorumumu okumak istemez misiniz?Buraya tıklayın

  • Ana sayfaya dönmek için buraya tıklayın

  •