O gün işe gitmedim, bütün gün telefonla konuştuk ona şiirler okudum, hikayeler anlattım., kendisinden ve sevgilisinden söz etti. Sesini, konuşmasını, ilgisini, kuraklıktan çatlamış bir toprak gibi ta derinlerime kadar emiyor, her damlasını içime çekiyordum. Öylesine çaresiz ve güçsüzdüm ki, hiç arkama bakmadan onun sesine doğru koşuyor, aşık olma isteğiyle bir sapan taşı gibi kendimi ona fırlatıyordum; başka zaman beni belki de hiç etkilemeyecek her sözcük şimdi o söyleyince benim için önemli oluyordu.
Tek bir gün içinde onun sesine tutuldum.
Yüzünü hatırlamıyordum, ama sesine aklımdan bir kadın yakıştırıyordum; bir kadında beğendiğim, sevdiğim ne kadar özellik varsa, hepsini teker teker o sese giydiriyordum, hayalimde, o küçük kız kendinden başka bir kadın oluyordu. Hep özlediğim kadındı artık o.
Kendisi karşımda olsa belki bir gün içinde böylesine bir yakınlığı kuramazdık, ama ses, tek başına, her şeyden bağımsız ses, insanın içine gerçek bir varlıktan çok daha kolay akıyordu. Ses, o tek bir gün içinde içime yerleşti, benim sesim gibi oldu, kendi sesimden nasıl ayrılamazsam artık kızın sesinden de öyle kopamayacaktım. Baskı altında dostluklar ve aşklar çabuk boy atar, içinde bulunduğum baskı da beni bir gün kadına değil, ama bir sese bağlamıştı. Sesin tek başına ne kadar önemli bir şey olduğunu keşfediyordum, kadının kendisinden bile önemliydi.
O gece, sanki bir gece önceki fırtınaları ben yaşamamışım gibi, bir sesi severek ve bir ses tarafından sevilerek, mutlu ve sakin uyudum. Tanrı, büyük bir yenilginin ardından bana bir zafer göndermişti, daha doğrusu ben o sıralarda öyle sanıyordum. Kurtulmanın sevinci, sığındığım bölgeyi daha dikkatli inceleyip bakmamı önlemişti. Kızın, "ben senin yazdığın kadına benziyorum," dediğini ve yazdığım kadının nasıl bir insan olduğunu unutmuştum, bu unutkanlığı pahalıya ödeyecektim, ama o sırada bunun farkında bile değildim, farkına varsaydım da umurumda olmazdı zaten. O anda, kurtulmam gereken bir acı vardı, daha sonraki acılar daha sonra düşünülebilirdi.
Ertesi sabah telefonla uyandım.
Sesi uykuluydu. Usulca konuşuyordu.
- Okula gidiyorum, evden çıkmadan sesini duymak istedim.
- Çok iyi yaptın.
- Ben üç buçukta okuldan döneceğim... Evde misin?
- Dışarı çıkacağım, ama dönmeye çalışırım... Dönünce telefonunu çaldırırım,
arayabilirsen ararsın.
- Yarın geliyor musun?Durakladım;
- Evet.
- Uçakla. Otelde yerini ayırttın mı?
- Hayır, uçakta nasıl yer ayırtabileceğimi bilmiyorum, gidip bir yerden bilet almalıyım.
Güldü.
- Telefonla yer ayırtır, biletini havaalanından alabilirsin. Otelde de telefonla yer
ayırttır. Ben sana
dışarıdan telefon ederim, oda numaranı söylersin, gelirim, neyse bunları
akşamüstü konuşuruz
zaten, benim şimdi gitmem gerek.
Yatağın içinde oturup bir sigara yaktım. Gülmeye, başladım. Uçaklar ve oteller hakkında çok fazla bilgisi vardı. Bana da küçük bir çocukmuşum gibi davranıyordu; ama insan ruhunun tuhaflıklarının sınırı yok, böyle davranmasından hoşlanmıştım. Ona teslim olmaya hazırdım, hazır olduğumu sanıyordum, bu da bir başka yanılgıydı, onu da daha sonra öğrenecektim, teslim olmak dövüşmekten de zordu, hele benim gibi yenilgilerle sarsılmış biri için. Koltuğumu pencereye çevirdim. Güneş yüzümü yakıyordu, Boğaz yeni bir aşk gibi mutlu bir şekilde akıyordu. Vapurlar beyazdı. Sokağın sesi huzur vericiydi.
Gazeteler ise felaket haberleriyle doluydu. Doğu'da isyan gittikçe büyüyordu, enflasyon yükseliyordu, insanlar ölüyorlar ve sürünüyorlardı. Gazeteleri okumadan yanıma bıraktım. Bacaklarımı pencerenin pervazına dayadım. Kendi içimi dinliyordum, hiç ses gelmiyordu; dağlar arasına saklanmış bir vadi gibi ışıklı ve sessizdi içim. Mutluluğun içimdeki bu sessizlik olduğunu düşündüm, çünkü içimden bir ses duyduğum zaman bu mutlaka beni üzen ve hırpalayan bir ses olurdu. Sessizlik mutluluktu ya da mutluluk içimde hiç konuşmadığından onun da ayrıca bir sesi olduğunu bilmiyordum. Belki de bir sabah kalkacak ve içimi dinleyince hiç duymadığım bir ses duyacaktım, beni sevindiren bir ses; mutluluğun sessizliğinden mutluluğun sesine geçecektim belki de; böyle bir şey varsa tabii.
O koltukta ne kadar oturduğumu bilmiyorum, halimden o kadar hoşnuttum ki, kımıldamak bile istemiyordum. Sevda'yla buluşacaktım, ama eğer buluşmasak daha çok sevinecektim; onu görmeyi canım çekmiyordu, daha önceden sözleşmemiş olsak onu aramazdım bugün, hatta bir daha hiç aramazdım, ama randevuya gitmek zorundaydım. Saate baktığımda, buluşacağımız zamana çok az kaldığını gördüm. Islıklar çalarak hazırlandım.
Tam çıkarken telefon çaldı.
- Okuldan arıyorum, sesini duymak istedim. Yerini ayırttın mı?
Yer ayırtmayı unutmuştum, ama yalan söyledim.
- Aradım, ama hep meşguldü, şimdi yeniden arıyorum.
- Peki akşamüstü görüşürüz.
Telefon edip hem uçakta, hem otelde yer ayırttım.
Buluşacağımız lokantaya gittiğimde Sevda gelmişti. Sinirliydi.
- Nerede kaldın, seni bekliyorum.
- Özür dilerim. Trafiğe takıldım.
Karşısına oturdum, göz göze geldik ve kadınların beni her zaman korkutan korkunç içgüdüsüyle birşeylerin değiştiğini sezdi, bir gün önce pesperişan bıraktığı yenilmiş orduya benzemiyordum. Kadınlar yenilenleri de kazananları da erkeklerden daha çabuk tanırlar, o da bende görmeyi beklediği yenilgiyi görmemişti.
Yemeğin sonunda söylemeyi planladığını başında söyledi o da.
- Ben evden taşınıyorum.
Ne söylediğini anladım, ama zaman kazanabilmek için sordum:
- Nereye?
- Birlikte oturmaya karar verdik.
Kurtuldum diye çabuk sevinmiştim, tek bir cümle beni darmadağın etmeye yetti yeniden, bu kadından o kadar çabuk kurtulamayacaktım.
- İyi.
Sustuk, konuşacak halim yoktu zaten. Darbeyi kanayan yerimden almıştım, bütün gücümle yaramı saklamaya çalışıyordum. Ne kadar düşmanca davranıyordu. bana, oysa bir zamanlar ne kadar yakındık. Dostluklarının altında besleyip büyüttükleri ve hiç beklenmedik anda ortaya çıkarttıkları düşmanlıklarıyla kadınlar her zaman beni gafil avlamayı beceriyorlardı.
Ama benim de her zaman düşman saldırılarına karşı yedekte beklettiğim güçlerim vardı ve savaş meydanına onlardan en etkilisini sürdüm. Gülümsedim. Şaşırdığını gördüm. Bunca yıl birlikte yaşamıştık, ama ben onun düşmanlıklarını fark etmediğim gibi o da benim yedekte beklettiğim gülümsemelerimi fark etmemişti, bunun savaş meydanına sürdüğüm son birliklerim olduğunu anlayamadı.
- Benden kurtulduğun için seviniyorsun değil mi?
Saldırı sırası bana gelmişti.
- Yoo, dedim, aksine çok üzülüyorum.
Doğru söylüyordum, ama o inanmadı.
- Seviniyorsun.
O anda bana "kalk gidelim" dese hemen giderdim herhalde, gözlerim masanın üstüne koyduğu ellerine takılmıştı. Bluzunun açık bırakılmış düğmelerinden göğsünün yuvarlaklığı görülüyordu, kasıklarım kavruluyor, sevişmek için çıldırıyordum, başka hiçbir kadının beceremediği bir şekilde beni heyecanlandırmayı beceriyordu. Bunun için hiçbir şey yapmasına gerek yoktu, elini masanın üstüne koyması, yüzüme bakması, gömleğini düzeltmesi yetiyordu. Bu kadının eti benim etimi esir almıştı, ona dokunmadan, onunla sevişmeden yaşamam mümkün değildi, bunu biliyordum.
Tek bir günde kızın sesine kendimi teslim ettiğim gibi etimi de bu kadına teslim etmiştim, bu büyük bir bağımlılıktı ve onu kaybettikçe bu bağımlılık artıyordu, uzaklaştıkça beni peşinden daha hızlı sürüklüyordu. Ona teslim olduğumun farkında değildi, bu benim için hep bir sır olarak kalmıştı zaten, kadınlara her ilişkinin başında kendimi kolayca teslim ederdim ve buna inanmazlar beni ayrıca bir daha teslim almaya çalışırlardı, ilişkilerimde ilk çatlaklar da zaten bu teslim seremonisinde yaşanırdı. Ben kılıcımı kırıp kendimi onların yönetimine bırakırken onlar bana durmadan 'Teslim ol,' diye bağırırlardı, tabii bunu kendi özel dillerinde yaparlar, ya kıskandırmaya çalışırlar ya kıskançlık krizleri geçirirlerdi ve ben bu itiş kakış arasında kaçmam gerektiğini düşünürdüm. insanın bir kere elinden kaçırdığı birini yeniden teslim alması ise çok zordu. Belki de ben, beni usulca, bağırıp çağırmadan teslim alacak bir kadını arıyordum, böyle biri ise hiç çıkmıyordu. Ben de herkese başka bir parçamı teslim ediyordum, birinin sesinde bir parçam kalıyordu, birinin etinde, birinin gözlerinde, bir başkasının dudaklarında.
Sevda, "Benden ayrılmak istiyorsun," diye ısrar ederken aslında söylediği doğru değildi, ama bir çok aşk ilişkisinde olduğu gibi yanılgılar, gerçeklerden daha belirleyici oluyordu. Onun benim isteğimden kuşku duymasını, isteğimi gerçekten de azaltıyordu, ilişkimiz gerçek olandan gerçek olmayana doğru değişiyor, gerçek olmayan gerçek olanın yerini alıyordu. Ondan kurtulacağım için şimdi, biraz önce ondan asla ayrılamayacağımı düşünürken şimdi ayrılmak düşüncesi ferahlatıyordu beni. Yarın o küçük kıza gidecektim ve bütün duygularımı ve sinirlerimi çürüten bu ilişkiden kurtulacaktım. Sevda, elime dokundu, ama sihir kaybolmuştu, daha uzaktan gördüğümde beni heyecanlandıran eller artık etkili değildi. İçimdeki değişiklikler nasıl oluyordu kavrayamıyordum, ama duygularım çok hızlı değişebiliyordu, günlerle ve saatlerle değil dakikalarla değişiyordum; bir dakika önce çok isterken bir dakika sonra umursamaz oluyordum; ama bu, sonra tekrar değişebileceğimi de gösteriyordu. Kadınlardan farkım, onlar benden uzaklaştıklarında bunu kesin bir son sanırken, ben, uzaklaşmalarımın kesin bir son olmadığını biliyordum, ama bildiğim bir şey vardı, her gel-git hareketinde limandan açılan bir gemi gibi biraz daha mesafe giriyordu aramıza; bir gün tümden halatların kesileceğini hissediyor, o anı sabırla bekliyordum. Kadınlar sabırsızdı, ben sabırlıydım, birlikte olmak için de bekleyebiliyordum, ayrılmak için de. Onlar birlikte olmak için de ayrılmak için de sabır gösteremiyorlardı.
Şimdi beni bırakıp başka bir adama gideceğini bildiğim halde ben ona başka bir kadına gideceğimi söylemedim. Hiçbir zaman bir kadını böyle yaralamaya cesaretim yetmedi, onların beni yaralamakta gösterdiği cesareti ben gösteremedim, bu cesareti göstermek de istemedim doğrusu; iyi kalpliliğimden değil elbet, yalnızca bu yöntemi çok kabaca bulmamdan, daha incelikli ve karmaşık yolları tercih etmemden. Yaralandığını hemen anlayamamasını isterdim, benim için gerçek intikam kadından iyice soğumak bu soğukluğu onun ağır ağır içinde hissetmesini sağlamaktı.
Bir yazarlar konferansına katılacağımı söyledim.
Yepyeni kuşkular ve burukluklarla ayrıldı yanımdan. Onun burukluğu ve kırıklığı bana yansımıştı. üzgün bir kadınla karşılaşınca onun üzüntüsünü bir ayna gibi yansıtıyordum, ama kadın ve üzüntüsü karşımdan kaybolunca ayna da bomboş kalıyordu.
O akşam, televizyon seyredip erkenden yattım.
Öğlen uçaklarından birine bindim. Uçağa binmeyi her zaman çok sevdim, onun güçlü bir canavar gibi başını dikip havalanmasından, motor gürültülerinden, çelik gövdesinden sanki bana da bir güç akıyormuş gibi hissederim. Gazeteleri, cinayetleri, güneydoğudaki savaş haberlerini, hangi işadamlarının daha batıp kaç milyar borç taktıklarını, siyasilerin birbirine benzeyen demeçlerini, futbol kulüplerindeki futbolcularla antrenörler arasında ne tür çekişmeler olduğunu okudum; pencereden dışarısını, bulutların şekilden şekle girerek akıp gitmesini seyrettim, kötü sandviçlerden yedim ve kendimi güçlü ve güvenli hissederek indim uçaktan. Havaalanından kente giden takside biraz uyuklayıp otele vardım; odamı ayırmışlardı.
Her zamanki gibi içinde bir kadın yokken çıplak ve sıkıcı gözüken odaya girip pardösümü çıkardım Odanın içinde şöyle bir dolanıp banyoya baktım, televizyonu ve radyoyu açtım, sıkıntıyla yeniden gazeteleri kucağıma alıp kanepelerden birine oturdum, bacaklarımı alçak sehpanın üzerine uzatarak okumadığım kısımları okumaya başladım, ama şimdi okuduklarımı tam olarak anlayamıyordum. Eşyaları bir mobilyacı dükkanındaki, henüz sahibini bulamamış eşyalar gibi soğuk ve kişiliksiz duran bir otel odasında tek başına oturup beklemek tahmin ettiğimden daha sıkıcıydı. Bir ara "Ya telefon etmezse," diye düşündüm, herhangi bir engel çıkabilir ve kız beni aramayabilirdi, geldiğim gibi geri dönmek tam bir budalalık olacaktı.
Ben sıkıntıdan ölmek üzereyken telefon çaldı, yanımda duran vazoya çarpıp yere düşürerek telefona atladım, yaşlı bir kadın sesi konuşuyordu.
- Merhaba, ben Zübeyde Teyzen.
Anlayamadım.
- Efendim?
- Ben Zübeyde Teyzen yavrum, oraya geleceğim, kaç numaralı odadasın?
Yaşlı bir kadın gibi burnundan hım hım bir sesle konuşan oydu, daha sonraları daha iyi öğreneceğim gibi kimliğini ve sesini değiştirerek oyunlar oynamaktan hoşlanıyordu. "Bir dakika," deyip öbür yanda duran anahtarı alıp üstündeki numaraya baktım, numarayı söyledim
- Geç kalma.
- Kalmam yavrum
Geleceğinden emin olmak beni rahatlatmıştı. Gazeteleri masanın üzerine fırlatıp kanepeye oturdum, bacaklarımı sehpanın üzerine uzattığım sırada kapı çalındı, açtım. Başında çok şık siyah bir şapkayla duruyordu, bambaşka biri olmuştu, bir an o olup olmadığından kuşkulanıp gözlerine baktım, tanıdığım tek yeri gözleriydi, oydu.
- Nasıl bu kadar çabuk geldin? .
Sevgilisiyle buluşmaya gelmiş bir kadın gibi değil de kocasını azarlayan bir kadın gibi sinirli bir sesle konuştu:
- Önce içeri gireyim. Kapıda mı konuşacağız.
O sırada ondan böyle sinirli ve soğuk bir ses beklemiyordum, şaşırdım.
- Gel.
Kapının önünden çekilip yol verdim, içeri girdi.
- Nasıl bu kadar çabuk geldin?
- Aşağıdan aramıştım.
Kapıyla oda arasındaki antrede karşılıklı duruyorduk. Şapka çok yakışmıştı. Birden şapkasını çıkartıp bana sarıldı ve dudaklarımdan öpmeye başladı. Dudaklarıma saldırmasına alışamamıştım, sendeleyip duvara dayandım, ama beni bırakmadı, kendimi toparlayıp ona sarıldım, uzun bir zaman orada ayakta öpüştük. Sonra ona sezdirmemeye çalışarak hafifçe çekildim, odaya doğru yürüdük.
Yatağın yanında durdu. Birden soyunmaya başladı ve çırılçıplak kaldı. Kendini yatağın üzerine attı.
- Hadi gel.
Ben ona bakakalmıştım.
- Hadi, oyalanma.
Yatağın örtülerini çekip onun altından aldım, çarşafı açtım, soyunup yanına girdim. öpüşmeye başladık. Ben şaşkındım, o saldırgandı; sonra onun saldırganlığı benim şaşkınlığım geçti, uzun bir sevişmeye daldık.
Gitmek istediği istasyona bir an önce varmaya çalışan telaşlı bir yolcu gibiydi; henüz Yolculuğun, geçtiği her yerin ayrı bir keyfi, ayrı bir heyecanı olduğunu bilmiyordu, sevişmek hemen bir sayı kaydedilmesi gereken bir spor gibiydi onun için. Ona yolculuğun zevklerini öğretiyordum, yolculuktan ne kadar çok tat alırsa, varacağı istasyonda da alacağı zevkin o kadar artacağını gösteriyordum. Fazla telaştan ve fazla heyecandan çabuk yoruluyor, küçük bir kibrit gibi hızla yanıp tükeniyordu, ona bir meşale gibi uzun uzun yanmasını öğretiyordum, bedeninin her parçasından ayrı bir tat alabileceğini öğrenmesini istiyordum.
Kış günü çabuk bitiyordu, hava kararmaya başlarken, "Acıktım," dedi. Aşağıya telefon edip üç kişilik yemek ısmarladım, iki kişilik onun için bir kişilik de benim için. Çırılçıplak oturmuş küçük bir fil gibi yemek yiyordu. Ben, alışkın olduğum övgüleri bekliyordum farkında olmadan, o ise hiç beklemediğim bir şey söyledi:
- Güzeldi, ama mastürbasyon yaptığım zaman aldığım zevki almadım. Bu da güzel, ama esas mastürbasyon yaparken orgazm oluyorum.
Bunu daha önce de bir kere yaşamıştım ve ne zor bir sorunla karşılaştığımı biliyordum. onun bedeniyle ve hayal gücüyle, kendi bedenimi ve hayal gücümü yarıştırmak zorunda kalacaktım, bunun ne kadar güç o1duğunu daha önceki deneyimlerimden biliyordum. Ama çaresini de biliyordum. Onun bedeniyle kendi bedenimi, onun hayal gücüyle kendi hayal gücümü birleştirmeliydim, yalnızken yaptıklarını benimle birlikte yapmasını öğrenecekti önce.
"Gel," dedim ona, masayı darmadağınık bırakıp yeniden yatağa girdik, üşümüştü, dağlık bir bö1genin kızı olmasına karşın soğuğa karşı çok dayanıksızdı. Zamanla en sıcak yaz günlerinde bile arabanın ya da odanın pencerelerini sıkı sıkıya kapadığını, en küçük bir hava akımından bile rahatsız olduğunu öğrenecektim. Bana sarılıp ısınmaya çalıştı. Sonra yeniden sevişmeye başladık. Onu kendi bedeniyle de ilgilenmesi için teşvik ediyordum, hayal gücünü kışkırtıp çeşitli hayallerini benimle paylaşmasını sağlıyordum. Aslında bir erkek bedeninden zevk almaktan çoktan vazgeçtiğini, böyle bir şeyin hiç olamayacağını epeydir kabullendiğini anlamıştım, şimdi yavaş yavaş da olsa bu inancı değişiyor, bir erkekten de zevk alabileceğini fark ediyordu, bu onun için çok yeni ve taze bir heyecandı. Yalnızca bir umut bile onu coşturmaya yetmişti.
Yan yana yatarken, "Dün gece bir rüya gördüm, " dedi.
Anlatsın diye bekledim.
- Hayırdır inşallah, de.
Anlamadan baktım yüzüne. Küçük bir kız gibiydi, gözleri yemyeşildi, çizgileri. ise tam bir çocuğa dönmüştü.
- Hayırdır inşallah de... öyle denir rüya anlatılırken.
Batıl inançları vardı ve bunları çok ciddiye alıyordu.
- Hayırdır inşallah.
Savaşlarla, korkularla, ihanetlerle, kaçışlarla dolu bir rüya anlattı bana, daha sonra da bana birçok rüyasını anlatacaktı, onun rüyaları nedense beni hep üzüyordu, anlattığı rüyalarında hep yalnızdı ve hep birinden kaçıyordu.