M. ÇAĞATAY AKTÜRK

RADYO TV ve SİNEMA Bölümü
1.Sınıf NO: 99060026

YILMAZ GÜNEY

Yılmaz Güney 1939'da Adana'nın Yenice köyünde doğdu. Ankara'da Hukuk Fakültesi'nde daha sonrada bir süre İstanbul'da İktisat Fakültesi'nde okudu. Sinemaya geçişi pursantaj memurluğu sayesinde olur.

Adana"da And Film ve Kemal Film işletmelerinde çalışarak Doruk ve Güney dergilerini yayımlar. 1956'da İstanbul'a geçtiğinde Dar Film'de Atıf Yılmaz ile tanışır.

Güney'in sinemadaki ilk çalışmaları iç içe bir şekilde üç ayrı kolda gerçekleşmiştir; oyuncu, senaryo yazarı ve yönetmen yardımcılığı.

Atıf Yılmaz'ın Bu vatanın çocukları (1958) adlı filmde başrol oynadı ve senaryoya katkıda bulundu. Karacaoğlan'ınkara Sevdası(1959) adlı filmde de Yaşar Kemal, Atıf Yılmaz ve Halit Refiğ ile senaryoya katılarak Refiğ ile Atıf Yılmaz'ın yönetmen yardımcılığını yaptı. Bu şekilde Güney bir müddet daha Atıf Yılmaz'ın yanında çalışmaya devam etti.

Güney 1961'de 1956'da yazdığı bir öykü yüzünden hapse girdi ve bir buçuk yıl içerde kaldı. Güney hapisten çıktıktan sonra A. Yılmaz'ın yanına döner ve Yılmaz'ın Tatlı bela(1962)'sında küçük bir rol alır. Bir yıl sonra bir film dizisinin ilki sayılabilecek Ferit Ceylan'ın İkisi de cesurdu(1963)'da senaryoyu Ceylan'la birlikte yazar ve başrolü oynar. Güney'e "Çirkin Kral" adını verecek film macerası böylece başlar. Dar bütçeli küçük yapımevleri tarafından gerçekleştirilen, acemi yönetmenlerce yönetilen bu filmlerde Yılmaz oyunculukla yetinmemiş bazılarının öyküsünü bazılarının senaryosunu yazmış yada senaryoya katkıda bulunmuştur.

1964'de Güney 10 kadar filmde oynadı. Bu dönemde rol aldığı bazı filmler şöyledir:
 


O yıllarda Güney oyuncu ve oyunculuğun tanımı için şöyle düşünüyordu: "Oyuncu insanın evrensel niteliklerini durmadan yenileyen, onu türlü biçimlerde hayatına ortak eden yüce kişidir. Oyuncuya gösterilen saygı, insanın kendi benliğine duyduğu saygıdır aslında. Ama bu yaratıcı kaynakları iç tepkileri coşturan, yeni yeni imkanları esinleyen bir etkendir çoğu zaman. Halkın beğenmesi, oyuncuyu daha iyiye zorunlu kılar, kimide eskitir, şımartır. Gerçek oyuncu verdiğini değil vereceğini düşünen, bunun içinde yaptığı her şeyi deneme sayan kendini aşan kutsal kişidir." (Oyunculuk üzerine bir deneme, Sinema 65 Sayı 1, Ocak 1965)

Güney etkinliğini artırır ve 1965'te Türk sinemasının popüler bir yıldızı olarak 21 filmde rol alır. Bu 21 filmde oluşmakta olan oyuncu karakterinin, kişisel tutkularının ipuçlarını vermiş, büyük yapımevleri dışında gelişen bir sinema anlayışının örneklerini vermiştir. Dördünün senaryolarını yazdığı bu filmlerden bazıları şunlardır;
 


Bu filmlerin hepsinde senaryoyu ister kendisi yazsın ister başkası yazsın belirli şemalar tekrarlanmıştır. Bu şemaların tekrarıyla bir yönteme bir kalıba ulaşılmıştır. Çizgi genel olarak bir kaç temel konuya bağlıdır: Ezilenin başkaldırması, şiddetten doğan arınma, silaha sarılma zorunluluğu, çoğunluğa karşı tek kişinin verdiği mücadele, vb.

Güney'in 1966'da bir yılda çevirdiği film sayısı 14'e düşmüştür, ama çirkin krallığını bir filmle de ilan eden (Çirkin Kral / Yılmaz Atadeniz) Güney çizgisini değiştirmeden hem senaryo yazarlığına ağırlık vermiş hem de öyküsünü yazdığı, Lütfü Akad'ın Hudutların Kanunu ile furya sinemasından ayrılmaya başlamıştır.

Güney'in ortaya çıkmasında yardımcı olduğu ve bir şekilde katıldığı bu furya piyasanın zorlamaları bir yana, bilinçlidir. Güney halkın tutkularını, özentilerini, bilinçaltını dile getiren biridir. Bir intikam simgesi olmuştur.

Güney Çirkin Kral dönemi filmleri için şöyle demektedir: "... o günün eğilimleri ne ise aşağı yukarı onların sınırları içinde kalıp çalışmayı seçiyordum. Mesela sinemaya getirdiğimiz şeylerden bazıları şunlardır: Kavga, dövüş, avantür, kabadayılık vb. Fakat bunlar bile birtakım insanların elinde farklı bir biçimde yozlaştırılarak kullanıldı. Bizim ise bunları getirip koyuşumuz, içinde gerçeklere çok yakın unsurlar taşıyordu. Hayattan gelen birtakım şeyler vardı, özellikle oyun biçimi, kıyafet, tavır, davranış. Bütün bunlar halkla bağlar kuruyordu. Mesela ben, oyuncu olarak, halkın giyiminden davranışlarından farklı olmamaya çalışıyordum" (Yılmaz Güney ile Konuşma, Yedinci Sanat, Sayı 19, Ekim-Kasım 1974)

Elbette Türk sinemasına kavgayı, dövüşü Güney getirmemiştir ancak, var olan bir geleneği değerlendirerek, giderek seyirciye yakınlaştırarak, daha inandırıcı daha halktan olmaya çalışmıştır.

1967/1968 yıllarında yapımcı-yönetmen-senaryo yazarı olarak imzasını atacağı Seyyit Han/Toprağın Gelini'ne (1968) kadar Güney Çirkin Kral filmleriyle "yönetmen" filmlerini birlikte götürür.

At Hırsızı Banu (Remzi Jöntürk1967 ), Bana Kurşun İşlemez (Alaettin Pervenoğlu1967), Çirkin Kral Affetmez (Yılmaz Atadeniz 1967), Azrail Benim (Yücel Uçanoğlu 1967), Kargacı Halil (Yavuz Yalınkılıç 1968) ve Pire Nuri'nin (Şeref Gedik 1968) konu yada senaryolarını yazdıktan sonra ilk yönetmenlik deneyini Benim Adım Kerim(1967) ve Şerif Gedik ile çektiği Pire Nuri'de yapar.

Yapımcı-yönetmen-senaryo yazarı-oyuncu Yılmaz Güney'in ilk çıkışı Seyyit Han/Toprağın Gelini (1968) ile olmuştur. Bir geçiş filmi özelliği taşıyan Seyyit Han, 1969 Adana Altın Koza Film Şenliği'nde en iyi 3. Film, en iyi görüntü (Gani Turanlı), en iyi müzik (Nedim Otyam) ve en iyi erkek oyuncu ödüllerini almıştır.

Tipik bir Çirkin Kral filmi gibi başlayan Seyyit Han sonradan şiirsel, folklorik bir aşk öyküsüne, giderek bir masala dönüşür, kanlı, dehşet verici bir şekilde de sonuçlanır. Bir biçim denemesi olan film Güney'in Umut dahil olmak üzere başka çalışmalarında da beliren fantastik yada folklorik gerçeküstücülük öğelerini içerir.

Seyyit Han'ın ilginç ve değişik yönlerine karşın Yılmaz Güney, sonraki filmlerinde, gerek senaryo yazarı gerekse oyuncu kimliğinde eski çizgisini sürdürmüştür.

Güney 1969'da birkaç filmde hem oyuncu hem de senaryo yazarı olarak görev alır ayrıca Güney Film hesabına Aç Kurtlar ve Bir Çirkin Adam adlı, senaryolarını da yazdığı iki film yönetir. Bir Çirkin Adam önce müstehcen olduğu gerekçesiyle sansür tarafından reddedilse de daha sonra gösterime girmiştir.

1970 yılına gelindiğinde Güney ilk gerçek sinema sınavını Umut ile vermektedir. Umut birçok yönleriyle bir öz yaşam öyküsü niteliği taşımakla birlikte, gerek taşıdığı mesaj, gerekse anlatımı açısından kuru gerçekçi kalıbını aşmaktadır. Güney'in bu ilk olay filmi için gerçekçi, yeni-gerçekçi, yeni-gerçekçiliğin uzantısı, şiirsel-gerçekçi tanımları kullanıldı. Fakat bu formlardan hiçbiri Umut'u açıklamaya yetmez; çünkü bu film Güney'in ilk gerçek "arayış" filmidir. Umut ile başlayan bu arayış Güney'i daha doğal, daha nesnel ve gözlemci olmaya ittiği gibi Türk sinemasında daha önce ender kullanılan belgeci ayrıntılara, plastik malzemeye ve çevre/insan ilişkilerinin düzenlenmesine de yol açmıştır.

1970 yılının Eylül ayında Film Kontrol Komisyonu'na sunulan, yasaklanarak ancak bir ay sonra Danıştay kararı ile gösterime sunulan Umut, Adana Altın Koza Film Yarışması'nda en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo, en iyi erkek oyuncu ve en iyi görüntü(Kaya Ererez) ödüllerini kazandı. Bir yıl sonra Cannes'da gösterildi ve Grenoble Film Şenliği'nde seçiciler kurulunun özel ödülünü aldı.

Umut olayı bir yana Güney 1970 yılında Çirkin Kral çizgisini takip etmeye devam etmiştir bu yılda bu türde bir çok filmde oynamış ve senaryo yazmıştır.

1971 yılı Güney için çok önemli bir yıldır. Bu yıl Güney, yönetmen-senaryo yazarı-oyuncu olarak Kaçaklar adlı filmi, yapımcı-yönetmen(Şerif Gönen ile), senaryo yazarı ve oyuncu olarak Vurguncular adlı filmi, yine yönetmen-senaryo yazarı-oyuncu olarak Yarın Son Gündür, Umutsuzlar, Acı ve Baba'yı imzalar. Ağıt adlı filmi ise kendi hesabına çeker.

Yılmaz Güney'in sinemasını şekillendiren filmler zaman zaman didaktizme (Yarın Son Gündür'de bir çeşit öğretmen gibi, Nizam-ı Cedid nedir?, Duyunu umumiye nedir?, Sekban-I Cedid nedir? Şeklinde), zaman zaman karikatüre kaçan, simgelere önem veren, denetim yasaklarını bu şekilde geçmeye çalışan filmlerden çok Umutsuzlar, Acı, Ağıt ve Baba'dır.

Umutsuzlara her ne kadar Fransız tarzında bir film denilmişse de, film Güney'in duygusallığını ve iç yaşamını açıklayan anahtar bir yapıt sayılabilir. Ünlü gangster ile kolej öğrencisi dansçı kızın aşk öyküsü, aşk, kadın-erkek ilişkisi (fakat bir hayli inceltilmiş şekli ile), silah tutkusu, Çirkin Kral döneminin idealizasyonu, çete esprisi gibi motiflerden oluşur.

Acı'nın temelinde bir miktar İtalyan westerni kokar. Ancak Güney'in bu temeli öykünün geçtiği yerin içine iyice yerleştirmesiyle film, bir bütün olarak, yerel özelliklerinden hiçbir şey kaybetmeksizin, bir hesaplaşmanın, şiddetten doğan, acıdan doğan arınmanın çarpıcı bir örneğini teşkil eder.

Acı, 1971 Adana Altın Koza Film Şenliğinde en iyi 2. Film, en iyi erkek oyuncu, en iyi kadın oyuncu( Fatma Girik ), en iyi senaryo, en iyi müzik( Metin Bükey ), ve en iyi stüdyo ödüllerini aldı.

Güney'in Umut sonrası sinemasında Acı, 15 yıl hapiste yattıktan sonra bilinçlenen Ali, Ali ile Zehra arasındaki aşk, acımasız Hamza Ağa ve atraksiyonlu son bölümüyle Atilla Dorsay'ın deyimiyle bir çeşit "Türk usulü western" havasına bürünür.

Ağıt'ta ise Yılmaz Güney'in görsel niteliklere, çevreyi oluşturan ayrıntılara, nesnelere yaklaşımıyla folklorik malzemeyi kullanışı en açık şekilde görülür. Güney'in zaman zaman emprovize sinemaya kaçması nedeniyle film bütünlükten yoksun sayılabilir ama yinelenen umutsuz aşk öyküsünün yanı sıra, kaçakçıların dünyası ve şiddetin kaçınılmazlığı bir kez daha öne çıkıyordu Ağıt'la.

1971'de Ağıt 3. Adana Film Şenliği'nde en başarılı film, yönetmen, senaryo ve görüntü( Gani Turanlı ) ödüllerini kazandı.

Senaryosu Bekir Yıldız'ın romanından alınan Baba melodramatik kuruluşuyla senaryosunu Güney'in yazdığı Kasımpaşalı Recep'i(1965) andırır. Filmde Güney'de sık sık rastlanan aşırı duygusallığın ötesinde Baba, olgunlaşmakta olan bir sinema adamının ayrıntıya, yaşamın ve çevrenin önemsiz gibi görünen alışılmış şeylere verdiği önemi ve bu yoldan tutturmak ve yansıtmak istediği gerçek duygusunu, ek bir malzeme olarak belirtmektedir.

1972'de Güney, Ertem Göreç'in yönettiği Sahtekar'da oynadı ve Zavallılar adlı filmi çekmeye başladı. Yılmaz Güney 27 Mart günü sıkıyönetim tarafından tutuklandı.

20 Mayıs 1974'te özgürlüğe kavuşan Yılmaz büyük yankılar yaratan Arkadaş filmini gerçekleştirir. Bu defa, kurduğu ve beslediği mitosun ötesinde, bir kent filmiyle kent soylu alışkanlıkların içinde şematik bir şekilde de olsa hesaplaşmayı deniyor, en azından siyasi amaçlarını daha somut bir tarzda ortaya koyuyordu. 1975'te 12. Antalya Film Şenliği'nde en iyi 2. Film ve en iyi müzik( Şanar Yurdatapan, Atilla Özdemiroğlu ) ödüllerini kazanan Arkadaş, toplumcu Azem ile tipik, hatta kalıplaşmış kentsoylu Cemil arasındaki çatışmalı "arkadaş"lık, Azem ile genç Melike'nin duygusal bağlantısı, Azem ve Halil arasındaki usta-çırak ilişkisi ve bunların aracılığıyla Güney'in anlatmak, vurgulamak istedikleriyle sanki yeni bir dönemim ilk filmidir.

Selim İleri'nin değerlendirmesiyle:"Arkadaş'ta Yılmaz Güney'in iki ayrı sanat anlayışını yan yana görebiliriz. A) kaba gerçekçilik (Semra Özdamar'ın konuşmaları, Yılmaz Güney'in Cemil'e söylediği bazı sözler, Melike'nin aşırı arınmışlığı), B)gerçekçilik duygusuna dürüst yaklaşım (Melike'nin Azem'e bağlılığı, Azem'in bir türlü Cemil'den vazgeçememesi vb.).Ancak Yılmaz Güney, ürününde gerçekçilik duygusunu öne alıyor. Yapıtın çatısı bu anlayışın üstüne kurulmuş. Rahatlıkla söyleyebiliriz Arkadaş bu tutumuyla sinemamızın en dürüst çalışmalarından biridir." (Selim İleri, "Arkadaş filminde gerçekçilik duygusu" Cumhuriyet sinema eki, 1974)

Yılmaz Güney ise yapıtı hakkında şöyle konuşmaktadır: "Bazı arkadaşlıklar vardır, anılara dayanır. Beraber olmaktan gelen arkadaşlıklardır. Bazı arkadaşlıklar vardır fikri temellere dayanır. Bu iki arkadaşın arkadaşlığı, başlangıçta belki birbirlerine yakın fikir ilişkilerini içinde taşıyor ise de, bunların ayrı kalmalarından, ayrı şartlar içinde oluşmasından dolayı, dünya görüşlerinde belli bir farklılık oluyor. Buna rağmen, bunlar bir araya geldiklerinde, kendilerini iki eski arkadaş olarak görüyor, fakat bir düre sonra anlıyorlar ki bunlar eski arkadaş değiller. Burada bir değişim söz konusudur. Bu arkadaşlık çöker, kaybolurken, yeni bir arkadaşlık doğuyorÉ" (Yılmaz Güney ARKADAŞ'I anlatıyor, Yedinci Sanat, sayı 18, Eylül 1974)

13 Eylül 1974'te Güney bir cinayet suçuyla tekrar tutuklanır.1981'de cezaevinden firar ederek önce İsviçre'ye sonra da Fransa'ya sığınır.1983'te Türk vatandaşlığından çıkartılan Güney'in senaryosunu yazdığı, Şerif Gönen'in yönettiği Yol filmi 1982 Cannes Film Şenliğinde Costa Gavras'ın Kayıp/Missing filmi ile Altın Palmiye ödülünü paylaştı bir yıl sonra da Fransız eleştirmenlerin ödülünü kazandı.

Yılmaz Güney film ile ilgili şunları söylemektedir : " Rüzgarlar, kuşlar ve çiçekler gibi üzüntünün çeşitli gölgeleri, çeşitli yüzleri vardır. Bu filmde bazı arkadaşlar vasıtasıyla üzüntüyü aşkı ve pişmanlığı, bazı zamanlar belli kişiler bunları anlaşılmaz, olağanüstü bulsalar dahi izaha çalıştım. Durum şudur ki insanlar yaşamaya devam ettikçe üzüntü, aşk ve pişmanlıkta çeşitli formlarıyla yaşamaya devam edecektir. Çünkü insan farkında olsa yada olmasa da aşk ve üzüntüyü beraber taşıyan yegane varlıktır." (Milliyet 26. 9. 1983 )Güney bu sözlerinden de anlaşılacağı gibi insanın evrensel duygularını kaynak alıyordu.

Yılmaz Güney son olarak Duvar (1984) filmini Fransa'da çektikten sonra 9 Eylül 1984'te Paris'te öldü.