N S - Periyodu Olmayan Periyodik Dergi
YA - YA DA
BİR EKSTATİK SÖYLEV

Evlen, pişman olursun; evlenme, ondan da pişman olursun; evlen ya da evlenme, ikisinden de pişman olursun; ya evlenirsin ya da evlenmezsin, ikisinden de pişmansın. Dünyanın çılgınlıklarına gül, pişman olursun; ağla, ondan da pişman olursun; dünyanın çılgınlıklarına gül ya da ağla, ikisinden de pişman olursun; dünyanın çılgınlıklarına ya gülersin ya da ağlarsın, ikisinden de pişmansın. Bir kıza güven, pişman olursun; güvenme, ondan da pişman olursun; bir kıza güven ya da güvenme, ikisinden de pişman olursun; bir kıza ya güvenirsin ya da güvenmezsin, ikisinden de pişmansın. Kendini as, pişman olursun; asma, ondan da pişman olursun; kendini as ya da asma, ikisinden de pişman olursun;kendini ya asarsın ya da asmazsın, ikisinden de pişmansın. İşte Baylar, size her türlü yaşam bilgeliğinin özü. Ben, Spinoza’nın dediği gibi herşeye yalnızca belirli anlarda aeterno modo bakıyor değilim, sürekli aeterno modo yaşıyorum. Başkaları da bunlardan birini ya da öbürünü yapıp karşıtlığı birleştirdiklerinde ya da dolayladıklarında, kendilerinin öyle yaşadığını sanırlar, oysa bu bir yanılgı; çünkü sahici bengilik ya/ya da’nın ardında değil önünde uzanır. Onların bengiliği de bu yüzden bir acı dolu anlar dizisi olur, çünkü çifte bir pişmanlık yer bitirir onları. Benim Bilgeliğimi ise kavraması kolay; çünkü tek bir temel ilkem var, bu ilkenin de kendisinden bile yola çıkmıyorum. Ya/ya da’daki peşpeşelik diyalektiği ile burada sözü edilen bengi diyalektiği birbirinden ayırmak gerek. Temel ilkemden yola çıkmadığımı söylediğimde, buradaki karşıtlık, bir ötesine-geçmenin karşıtlığı değildir, yalnızca ilkemin kendisinin olumsuzlamalı dilegetirilişidir, ki bu dilegetiriş aracılığıyla ilkem kendisini hem yola çıkmanın hem de yola çıkmamanın karşıtı olarak kavrar. İlkemden yola çıkmıyorum;çünkü çıksam, pişman olurum, çıkmasam ondan da pişman olurum. Bu yüzden, saygıdeğer dinleyenlerimden birine ya da ötekine, söylediklerimde birşey varmış gibi gelirse, yalnızca, felsefeye yatkın bir kafası olmadığını kanıtlamış olur; söylenenlerde bir ilerleme varmış gibi gelirse ona, aynı şeyi kanıtlamış olur. Buna karşılık, ben hiçbir devinimde bulunmadığım halde beni izleyebilen dinleyenler için, bu felsefenin kendi içinde kalmasını, kendisinden daha yüksek bir felsefe de kabul etmemesini sağlayan bengi hakikatı açıklayacağım şimdi: İlkemden yola çıksaydım, bir daha duramazdım; çünkü durmasaydım, pişman olurdum, dursaydım da yine pişman olurdum, v.b. Oysa, hiçbirzaman yola çıkmadığıma göre, her zaman durabilirim; benim bengi yürüyüşüm, bengi duruşumdur. Deneyim gösteriyor ki, felsefe için, başlamak hiç de öyle zor birşey değil. Tam tersine; felsefe bir hiçle başlar, böylece de her zaman başlayabilir. Öte yandan felsefeye ve filozoflara zor gelen, durmaktır. Ben ise bu zorluğun da üstesinden geliyorum; biri, şimdi dursam, gerçekten durduğumu sanırsa, hiç kuramsal yeteneği olmadığını kanıtlar. Çünkü, durmam şimdi değildir; daha başladığımda zaten durmuştum. Benim felsefemin, bu yüzden, övgüye değer bir özelliği şu: kısadır, karşı da çıkılamazdır; çünkü biri bana karşı çıkmaya kalkışırsa, onu deli sayma hakkını veriyor bana. Filozof, öyleyse, sürekli aeterno modo yaşar, bengilik için yaşadığı da, kutlu Sintenus gibi bir-iki saat değildir.

Niye Nyboder’de doğmadım sanki, niye küçük çocukken ölmedim? Babam beni küçük bir sandukaya yerleştirir, sandukayı koltuğunun altına alır, bir Pazar sabahı beni mezara götürür, üzerime toprak atar, yarı duyulur bir sesle de yalnız kendi anladığı bir-iki söz söylerdi başımda. Küçük çocukların, Elysium’da, erken öldüklerinden dolayı ağladıkları, ancak mutlu eskilerin aklına gelebilecek bir düşünce.

Hiç bir zaman neşeli olmadım; oysa sanki neşe benim peşimden koşuyormuş gibiydi hep, sanki başkalarına görünmeden ama benim gördüğüm, neşenin hafif cinleri çevremde dansediyorlarmış gibi, gözleri sevinçten pırıl pırıl parlayarak. Böyle, bir Tanrı gibi mutlu ve neşeli, insanların önünden geçince, onlar da benim mutluluğumu kıskanınca, gülerim; çünkü horgörürüm insanları, acısını da çıkarırım bunun onlardan. Bir insana haksızlık etmek istemem hiç; ama bana yaklaşan her insana, haksızlığa uğradığı, aşağılandığı izlenimini vermişimdir. Sonra da başkalarının, sadakatlerinden, dürüstlüklerinden dolayı övüldüklerini işitince, gülerim; çünkü horgörürüm insanları, acısını da çıkarırım bunun onlardan. Yüreğim hiç bir zaman başka bir insana karşı katı değildir, ama, her seferinde, tam da en derinden heyecanlandığımda, yüreğimin kapandığı ve her türlü duyguya yabancılaştığı izlenimini vermişimdir. Sonra da, başkalarının, iyi yürekliliklerinden dolayı övüldüklerini işitince, derin, zengin duygularından dolayı sevildiklerini görünce, gülerim; çünkü horgörürüm insanları, acısını da çıkarırım bunun onlardan. Kendimin de, lanetlendiğimi, aşağılandığımı, soğukluğum ve kalpsizliğim yüzünden nefret edildiğimi görünce: gülerim, öfkem de doyuma ulaşır. Çünkü, iyi insanlar beni gerçekten haksız olma, gerçekten haksızlık etme durumuna getirebilselerdi - işte o zaman yiterdim ben de.

Bu benim mutsuzluğum; hep bir Helak Meleği yürüyor yanımda, ve benim de, kanla işaret koyduğum kapılar, onun esirgemesi için seçtiklerimin kapıları değil, hayır, onun tam da içeriye girmekte olduğu kapılar _ çünkü ancak anıların sevgisi mutludur.

Şarap artık yüreğimi neşelendirmiyor; azı, hüzünlü yapıyor, çoğu - üzüntülü. Ruhum bitkin ve güçsüz, boşuna vurup duruyorum haz mahmuzlarıyla sağrılarına, artık hali kalmamış, o görkemli zıplayışla yükselemiyor. Bütün sanrılarımı yitirdim. Boşuna uğraşıp duruyorum kendimi neşenin sonsuzluğuna bırakıp koyuvermeye, beni taşıyamıyor, ya da daha doğrusu, ben kendimi taşıyamıyorum. Bir zamanlar, yalnızca gözünü kırpsa, yükseliverirdim, hafif ve sağlıklı ve dinç. Ormanda rahvan giderken, öyle olurdu ki uçuyormuşum gibi gelirdi; şimdiyse, at yere düştü düşecek, ayak sürüyor, benim de bir yere varacağım yok. Yalnızım, yavaş yavaş yalnız hale geldim; terkedildim, ama insanlarca değil, bu bana acı vermezdi; neşenin mutlu cinlerince terkedildim - çevremde sayısız halkalar oluştururlar, heryerde önüme tanıdıkları çıkarırlar, heryerde bana bir fırsat gösterirlerdi. Nasıl sarhoş bir adam gençliğinin pırıltılarını çevresine toplarsa, onlar da, neşenin perileri, benim çevremde toplaşırlar, ve kahkahalarım onlar için geçerli olurdu. Ruhum olanağı yitirdi. Kendim için birşey dileyecek olsam, bu, zenginlik ya da güç değil, olanağın tutkusu; heryerde, bengi genç, bengi ateşli, olanağı gören göz olurdu. Haz, düşkırıklığına uğratır, olanak ise uğratmaz. Hem hangi şarap öylesine cıvıl cıvıl, öylesine buram buram, öylesine kendinden geçiricidir ki!

Güneşin ışınlarının ulaşmadığı yere, sesler ulaşır gene de. Odam karanlık ve kasvetli, yüksek bir duvar günışığını uzağımda tutuyor. Komşu avluda olmalı, her halde gezgin bir çalgıcı. Ne çalgısı bu acaba? Flüt mü?.. İşittiğim ne? - Don Juan’dan menuett. Taşıyın beni, alıp götürün uzaklara, siz ey zengin, güçlü sesler, kızların çevresine, dansın hazzına. - Eczacı havanını döver, kız tenceresini karıştırır, seyis atını nallar, nallar döşeme taşlarında çınlar; yalnızca benim için geçerli bu sesler, yalnızca bana göz kırpıyorlar. Sağolun, her kimseniz, varolun! Ruhum öylesine zengin, öylesine sağlıklı, neşeyle öylesine sarhoş.

Som balığı kendi başına ve kendi içinde, pek lezzetli bir yiyecektir. Ama fazla yenince, sağlığı bozar, çünkü gaz yapan bir yiyecektir. Bu yüzden, bir seferinde Hamburg’da bol miktarda som yakalanınca, polis, efendilerin hizmetçilerine haftada ancak bir kez som balığı vermelerini buyurdu. Keşke benzer bir polis genelgesi duygusallık için de çıkarılsa.

Acım şatomdur benim, bir kartal yuvası gibi, yüksekte, dağların doruklarında, bulutların içinde durur; kimse saldıramaz ona. Oradan havalanıp gerçekliğe iner, avımı avlarım, ama aşağıda kalmam hiç, avımı yuvama taşırım; avım da, şatomda dokuduğum halılara işlediğim tasarımlardır. Bir ölü gibi yaşarım orada. Bütün yaşanmışları, anımsamanın bengiliği için, unutma suyunda vaftiz ederim. Sonlu ve rastlantısal ne varsa, unutulur, silinir. Derken, ben de, yaşlı, moruklamış bir adam olarak, düşünce dolu, orada oturur, ve kısık bir sesle, neredeyse fısıldayarak, tasarımları anlatırım, yanımda da bir çocuk oturur ve beni dinler, halbuki herşeyi, ben daha anlatmadan, anımsıyordur.

Güneş odamda pek güzel, sevgiyle pırıldıyor; yanımdaki pencere açık; sokakta herşey dingin, bir Pazar öğle saati; komşu avlulardan birinde, bir pencerenin önündeki kırlangıcın kanat çırpışını işitiyorum, o güzel kızın oturduğu odanın penceresi önünde; daha öteden, uzak bir sokakta yengeç satan bir adamın sesini işitiyorum; hava öylesine ılık, halbuki bütün şehir ölmüş gibi. - Derken gençliğimi ve ilk sevgimi düşünüyorum - daha hala özlem duyabildiğim zamanları; şimdiyse, artık yalnızca ilk özlemimi özlüyorum. Gençlik nedir? Bir düş. Sevgi nedir? O düşün içeriği.

Başıma harika birşey geldi. Göğün yedinci katına çıkmışım. Orada bütün tanrılar toplanmış oturuyorlar. Özel bir lütufla, bana bir dilek dileme hakkı bahşedilmiş. “Ne dilersen” diyor Merkür, “dilersen gençlik ya da güzellik ya da güç ya da uzun bir ömür ya da en güzel kız ya da ıvır-zıvır sandığımızda bulunan birçok başka nefis şeyden birini dile, seç, ama yalnızca birini”. Bir an kararsız kalıyorum, sonra şu sözlerle sesleniyorum tanrılara: “Saygıdeğer çağdaşlarım, tek birşey seçiyorum: gülenler hep benim yanımda olsunlar.” Derken tanrılardan hiçbiri tek kelime söylemiyor, buna karşılık hep birden gülmeye başlıyorlar. Bundan, dileğimin kabul edildiği sonucunu çıkarıyorum, ve görüyorum ki tanrılar, söyleyeceklerini pek ince bir biçimde dile getirmeyi biliyorlar; yoksa, bana, ciddi ciddi, “Dileğin yerine gelecek” yanıtını vermeleri pek uygunsuz kaçardı.

Sören KIERKEGAARD - Kara Mizah Antolojisi

Çeviren: Oruç ARUOBA