N S - Periyodu Olmayan Periyodik Dergi
Hayat Manikür Yapıyordu Ona ve Bize

Hayallerini başkalarına anlatmanın masturbasyon olduğunu anlamıyordu. Ne kadar çok anlatırsa, hayallerini o kadar yaşıyormuş gibi oluyor ve onları gerçekleştirmek için gereken enerjisini de o derece kaybediyordu. Yaşayamadığı aşkları, yazamadığı yazıları, gidemediği şehirleri, kıramadığı çemberi, sevemediği işini ve içinde kuytu bir odaya hapsettiği gerçek yüzünü anlatırdı hep. İş bunlar için savaşmaya gelince, düzenin tecavüzüne uğramış biri gibi ağlayıp duruyordu.

Kendini tutunamayan olarak göstermekten büyük zevk duyardı. Hayata dair birşeyler üretemiyordu, insanlara birşeyler vermek

şöyle dursun konuştuğu insanları da zehirli bir ümitsizliğe sürüklemek için elinden geleni yapar bunu da hayatı anlatmak diye savunurdu. Kendi aklınca hayatın sırlarını keşfetmiş, hayatın anlamsızlığını kavramış, boktan düzenin parçası olmaktansa hayata dışardan bakan ve bir televizyon yorumcusu gibi hayatı aktaran ama yaşamayan bir zavallıydı o.

Aşkın kutsal gücünü bilir fakat ondan öylesine korkardı ki, tek çıkışı gerçek aşkın olmadığını savunmak olurdu. Aşk yolculuklarına çıkmak, içinin derinliklerine inmek, kabinin sesini duymak ve kaybetmekte olduğu masumiyetini yeniden bulmak için çok şeyi feda etmesi gerekirdi. O masturbasyon yapıyordu.

Yıllarını hayattan uzak bir fanus içinde geçirdi. Okyanusa açılmaktan ve kendini o bilinmez sulara atmaktan hep korktu. Çok istedi ama cesaret edemedi. Yıllar önceki parasız, hesapsız ve coşkulu özgürlüğüne duyduğu özlem içini acıtıyordu. Gün geçtikçe sıradanlaşıyor ve normale dönüyordu. Hatta bazen yıllarca nefret ettiği maskeli yüzlerden biri olabiliyordu.

Her geçen gün gömüldüğü bataklıktan çıkması daha da zorlaşıyor, kendinden uzaklaştıkça kayboluyor ve gelecek ona taşıması gereken bir yük gibi gelmeye başlıyordu.

Hayatın törpüsü o kadar sinsi ve derin çalışıyordu ki; hayallerinin eriyip sıvılaştığını sonra da buhar olup yok olduğunu ancak

orta yaşlara gelince farketti. Bunu farkettiğinde ise tüm benliğini saran bir panik yaşadı. Sonra da kendi haklılığını ispatlayacak mazeretler aradı. Zamanla olgunlaştırdı bu mazeretlerini ve kendinin inanmasını sağladı. Bu sefer “işte hayat bu” deyip kabullenmişti hayatı fakat o kuytu odada sakladığı gerçek yüzü halen oradaydı ve can çekişiyordu. Şimdi birkaç kredi kartı ve borsadaki parası ile kendini güvende hissediyor. Geleceğini garanti altına almak için yatırımlar yapabiliyordu. Fakat bu ona çok pahalıya mal olmuştu. O bu gerçeğe gözlerini tamamen kapamış, körelmiş kalbinde geçmişten kalan aşk, masumiyet, şefkat, umut kırıntılarıyla eriyordu. Artık sevemeyeceğini biliyordu fakat kendine aşkın gençliğe özgü bir şey olduğunu da kabul ettirmişti. Artık bu yaştan sonra aşık olunamazdı!!.

Yaşlılık günlerinde içinde kocaman bir hiçlik hissetti. Zaman çok çabuk geçmiş, tüm fırtınalar dinmişti. Yaşaması gereken hayatı şimdi pişmanlıkları ona gösteriyordu. Hayatın dışında kalıp onu yadsımak ya da içinde kalıp kabullenmekte değildi istediği hayat. İçindeki yüzü yaşamak savaş gerektirirdi. Kendi doğrularının kurtuluş savaşıydı bu. İnsan bu savaşı yaşamadan mutlu olamazdı. O bu emeği ve cesareti gösteremedi. Hep uyumsuzluktan, yalnız kalmaktan, anlaşılamamaktan korktu. Sonuçta hep anlaşıldı ama yanlış anlaşıldı. Uyumluydu ama kendiyle değil. Yanında hep birileri oldu ama içindeki gerçek yüzün yalnızlığı hep ruhunu acıttı.

Elveda deyip gitme vakti geldiğinde hayattan “bir dahaki sefere çok farklı olacak” dedi. Bu onun son yanılgısıydı. Bir dahaki sefer olmayacaktı. Bu son seferiydi.

Can ALHAS