logo.gif (1228 bytes)

ÜÇ ZAMAN

ZAMAN 1

Buz gibi taşların üzerindeki çıplak vücudu soğuğu hissetti.Karanlık ve
soğuk iki arkadaş gibi vücudunu seyrediyorlardı. Ne kadar zamandır
buradaydı? Kendinin olmayan kollarından kuvvet almaya çalıştı. Tırnaksız
parmakları kendine ihanet edercesine pıhtılaşmış kanların arasından
yeniden kanamaya başladılar. Kendine gelmeli ve... Gerisini düşünemedi.

Gözaltına alınalı ne kadar zaman olduğunu bile anımsamıyordu. Karanlık bir
hücrede günlerce tek bir insan görmeksizin, tek bir ses duymaksızın ne
kadar beklemişti. İlk önceleri kendi iç saati ile günleri takip etmeye
çalışmıştı. Sonrasında; ne gücü ne de isteği kaldı. Çarşamba ya da pazar
arasında ne fark vardı. Ya da ayın 12’si ile 23’ü arasında. Burada okuduğu
ya da duydukları da yaşanmıyordu. Ne başka hücrelerden, duvarların
ötesinden işkence gören veya acı çeken insanların sesi geliyordu, ne de
kendisine işkence altında bilmediği, yaşamadığı sorular soruluyordu. "Keşke
" dedi kendine, "karanlık dehlizlerde gözü bantlı dolaştırsalar beni."
Bu sessizlik artık büyük gürültülere dönmüştü. Kulaklarının dibinde
birileri görülmeyen davullar çalıyorlardı. Davul seslerinin arasından
biri, kalın bir erkek sesi, “ Sen kimdin Irnat-Ar?” diye soruyordu. "Sen
kimdin?"

Kendime onlardan önce sormalıyım diye düşündü, tüm sorulacak soruları.Önce
kulaklarının içindeki bu soruya yanıt bulmalıydı. Ben kimdim? Belleği ve
gücü yetmeliydi. Onlardan önce yanıtları yerli yerine oturtmalıydı. Tıpkı
21. soru gibi. Sıra 21. son sorudaydı. Neden “Sen kimdin?” dedi, “Sen
kimsin?” değil… Zaman nerede?

Zaman zaman dalıyordu. Günün çoğunu uyuklayarak geçiriyordu. Karanlıkta
gördüğü siyah duvarlarda bir film mi oynuyordu, yoksa rüya mı görüyordu?
Ayrım yapamıyordu.

Üzerinde balıksırtı kumaştan gri bir palto vardı. Pençeli kösele
ayakkabıları ve dar paçalı üzerinden düşecekmiş gibi duran koyu gri bir
pantolon giymişti. Yakası kir ve terin etkisiyle artık beyaz olmayan bir
gömleğin üzerine, incecik bir kravat takmıştı. Yağmur seyrek saçları
arasından kolayca geçip zayıf yüzünden süzülüyordu. Rıhtımda sadece kendi
ve yağmur birikintileri vardı.
Elleri ceplerinde yürüyordu. Keşke son sigaranın izmaritini atmasaydım
diye düşündü. Dergiye uğramalı ve bir miktar avans almalıydı. En azından
iki paket sigara parası.

Artık son romanını da bitirmeliydi. Yaşamın başladığı yerdi bu roman onun
için. Hayyam’ ın Rubayileri gibi bir ışıktı. Sanki yaşamıştı
yazdıklarını. Zaten son günlerde bu zamanda, bu şehirde mi yaşıyordu?
Zaman zaman romandaki şehre o zamana dönüyordu yaşamı…
Garalak’a

ZAMAN 2

Yapılan tarihi araştırmalar 20. YY ‘ın başlarında o güne kadar bilinmeyen
bir gerçeği ortaya çıkardı. Zamanın derinliklerinde, günümüzden uzun
yıllar önce yaşayan ve yok olan bir şehir vardı. Mezopotamya’ nın sınır
bölgelerinde o günlerde bile bir çok gezginin, kervanın dahi bilmediği bir
şehir…Garalak.

Varolduğu dönemde bile varlığı bilinmezdi. Çünkü şehri kuranlar doğudan
Türk ve Moğol, güneyden ise Mısır istilalarına karşı şehirlerini korumak
için geçit vermez Tamanus dağları ile Hara dağlarının arasında bir vadiye
kurmuşlardı şehirlerini. Barışçıl ama cesur insanlardı. Ticari ilişkileri
birkaç güvenilir kervanla sınırlı olduğundan, ekonomilerini ve
üretimlerini kendilerine yetecek şekilde planlamışlardı. Tahıl ekip,
hayvan yetiştiriyorlar ve el oymacılığı yapıyorlardı. Yaşamları basit ama
mutlu insanların şehriydi Garalak.

Hep böyle de gidecekti belki. O şehirlerine gelmeseydi. Ve bugün kimse bu
şehrin tarihte varolduğunu bilmeyecek nice bilinmez şehirler gibi
anımsanmayacaktı. Bir şehir için en acı olanı yazılıydı şehrin kaderinde.
O gelene kadar.

Bu şehrin kaderini değiştiren ve bizlere varlığını ulaştıran o yüce
insanın (bazılarına göre bir iblis) hikayesine geçmeden yine şehrimize
dönelim.

Şehre gelen çok az sayıdaki kervanlardan biri diğerlerinden farklıydı.
Tabi bu farklılık ne hayvanlarının sağlıklı oluşu, ne taşıdığı eşyaların
gizemi değildi. Farklılığı Kervancı’nın kendisi ve aşkı idi. Develi Tariya
denilen kervancı ve Rayima’ nın aşkı. Bildiğimiz masalsı aşkların belki de
ilki yaşanmıştı Garalak topraklarında.Tariya yaşadığı dönemde hem kervancı
oluşu, hem gezip gördüğü farklı şehirler hem de bunları dinleyenlerini
hayallere sürükleyerek yaptığı anlatımlarıyla farklı bir insan olarak
dikkat çekmekteydi. Rayima ise güzelliği ile insanları büyülerdi. Tariya
bu şehre ikinci gelişinde gördüğü Rayima’ yı sevmişti. Artık kervanının
yolu her seferinde Garalak’ tan geçmekteydi. Rayima’ ya Nil kıyılarından
çıkarılmış kabuklardan yapılmış takılar, doğunun bilinmeyen yerlerinden
güzel kokular, hediyeler getirmekteydi. Her gelişinde uzun yollar boyunca
Rayima’ ya kendisi ile gelmesini söylemeyi düşünür. Ona düşlerini nasıl
anlatacağının hayallerini kurardı. Ama her görüşünde milyonlarca kez
yinelediği sözcükleri söyleyemez, Garalak’lılar için bilinmezlere doğru
yol alırdı.

Bir gün, hangi yönden geldiği bilinmeyen bir yabancı geldi. Garalak
insanından farklı, sarı saçlı ve oldukça iri biri. Dillerini doğru ama
değişik bir şive ile konuşuyordu.

Kısa sürede şehirde herşey onun sorumluluğuna girmişti. Bunun için özel
çaba harcamamıştı. Gizli biri şehri O’na teslim etmişti sanki. Ama şehrin
idaresinden daha önemli bir şeyi de. Rayima’ yı da. Rayima ve diğer onbir
kadını kendine almıştı. İçlerinden üçünü kocalarından ayırarak.

Tariya Garalak’ a geldiğinde onu yıkacak gerçeği duydu ve gördü. Hatta
daha acısını. Çünkü oniki kadın da aynı gün hamile kalmışlardı. Hepsi bu
yabancının çocuklarını karınlarında taşıyorlardı.

Tariya o gün ve sonraki günler hiç konuşmadı. Mallarını satmadı.
Hayvanlarını beslemedi. Bir kaç gün sonra onu Hara’ nın sarp
kayalıklarına doğru giderken gördü Garalak’lılar. Bu son görüşleriydi.

Tüm bu bilgiler bugüne, ister masal, ister hayal, isterse gerçek olsun
Garalak’ ın keşişi sayesinde ulaşmıştır. Ve keşişin tarihçesi ya da
güncesi şu sözlerle bitiyor: “Nasıl geldiğini kimse bilmediyse, gidişini
de hiç bir Garalak’ lı görmedi. O sarı saçlı dev misali yabancı çocukları
doğmadan kayboldu. Adı Irnat - Ar ’ dı.”

ZAMAN 3

Günümüzden uzun yıllar sonra yaşanacak bir öykü bu. Belki de başka bir
boyutta aynı zamanda. Öykü belki bizim dünyamızda belki de başka bir
dünyada gerçekleşecek. Belki de gerçekleşti. Bizim için (zamanımız
açısından) henüz gerçekleşmemiş durumda. Gerçekleşmemiş ama belgeleri
bugün Irak topraklarında yer alan eski bir şehirde bulunan bir chipde
saklı. Bugüne kadar dünyaya açıklanmamış bir chip bu. Ne chip’ in
varlığını ne de içindeki bilgiyi birkaç bilim adamından başkası biliyor.
En güçlü devletleri yöneten devlet adamları dahil bu bilgi bilinmemekte.

Ben de size bu chip’te yer alan bilgileri anlatacak değilim. Bu bilgiler
ne bugün insanın bilmesi gereken bilgiler, ne de ben bunları açıklama
yetkisini kendimde buluyorum.

Burada anlatacaklarım sadece Zaman 1 ve 2 nin bitişi (belki de başlangıcı)
olan Zaman 3’ ün öyküsü.

Zaman 3 bizim takvimimize göre 24260 da yaşanıyor. (ya da yaşanacak...)
(belki de yaşandı...)

Yaşanan mekan konusunda hiç bir bilgi yok elimizde. Ama iki kişinin ya da
iki varlığın konuşma metinleri var.

- Döneli ne kadar oldu ? Diye sordu Ze.
- 1-2 Mikaya.
- Tohumlama başarılı oldu mu?
- Evet. Geçen seferlerde yapılan hatalar tamamen giderilmişti. Herşey
planlandığı gibi.
- Renk problemi de giderildi mi?
- Evet, bu kez beyaz.
- Önceki siyahla uyumsuzluk sözkonusu olacak mı?
- 124 Maruna’ ya kadar.
- Sanırım bu kez başardık. Ansereus’ da başarmamıza az kalmıştı ama orada
ısı sorunu çıkmıştı. Kaç tohumlama yapıldı ?
- 12
- Süre nasıl ayaralandı ?
- 9 Sanj.
- Başarını kutlarım. Irnat-Ra.

İlker ERAKINCI