logo.gif (1228 bytes)

ERKEKLERİ KADINLAR MODERNLEŞTİRİYOR !

Modern zamanlar, adı üzerinde moderndir; ellerine geçirdikleri herşeyi, bu arada insanları da bir moda
sokarlar, yani "en çok görülen" bir kalıba, ya da kalıplara. Şimdiyse çok modern bir zamanda yaşadığımıza
hiç şüphe yok.

Sanırım iki kış önceydi, kendimi üniseks “sarı botlu insanlar” kabilesinin ortasında bir yabancı gibi
hissetmiştim. Bu yaz ise başka bir kabilenin arasına düştüm; “bant ayakkabılı kadınlar” kabilesi. Şimdilerde
de “yırtmaçlı mini etekli kadınlar” kabilesi büyüyor. Yakın geçmişte kendimi şu kabilelerle de çevrelenmiş
hissetmiştim: sırt çantalı kadınlar, daha küçük sırt çantalı kadınlar, çiçekli etekli kadınlar, uzun hırkalı
kadınlar, büstiyerli kadınlar.

NS in polemiklere yer vermeyen saygın bir çizgi amacı olabilir ama ben şunu söylemek zorundayım: Kadınlar
modaya kapılmaya kesinlikle daha yatkın.

Elmayı şeytanın elinden kim almıştı hatırlayalım!

Erkeklerin değişiklik peşinde koştukları alanlarda ise nedenin hep kadınlar olduğunu görüyoruz. Örneğin
arabalar. Kadınlar değişikliğe,geri kalmamaya bu kadar tutkun olmasalar erkekler araba değiştirmeye bu kadar
meraklı olurlar mıydı acaba? Kadınların çoğu araba marka ve modellerini bilmedikleri halde hepsinin hızlı ve
yavaş, pahalı ve ucuz arabaları ayırabildiklerini düşünürüm. Böyle olunca Havva’nın daha güçlü, daha zarif
bir arabaya binip gitmesi tehlikesini hangi Adem göze alabilir ?

Madem elmayı bu kadar çok seviyor, o halde en güzel elmanın sahibi ben olayım !

Bu provokatif girişten sonra daha ciddi sözler de söylemek mümkün.

Kadınların modaya karşı çok daha duyarlı olmasının sosyolojik tarihsel nedenleri var elbette, ancak
reklamlarla dayatılan yaşam ideolojisinin daha çok bombardıman altında kaldıkları da gerçek. Jean
Baudrillard'ın tüketim toplumu üzerine yazılarında çok güzel reklam örnekleri var.

Siz kişiliğinizi ancak bu arabada bulabilirsiniz.
Benim kişiliğimin sizin ürettiğiniz arabada işi ne acaba? Siz beni nereden tanıyorsunuz ki ? Elbette
ki reklam şirketlerinin, halkla ilişkiler firmalarının, kamuoyu araştırmacıları, psikologlar, hatta son
zamanlarda nörofizyologlar aracılığıyla oluşturdukları büyük veritabanlarından. Hiç düşündük mü acaba,
hepimiz bir Truman'ız, televizyonlarımıza bakıp birilerini seyrettiğimizi sanıyoruz, ama aslında birileri
bize bakıyor. Hep de onların yazdığı senaryolar oynanıyor; nasıl giyineceğiz, nereye tatile gideceğiz, hangi
sporları yapacağız.

Aradığım doğal renk ancak X boyalarında var. Yine doğalım, yine sarışınım, yalnızca küçük bir ton
farkı var.
Yani reklam diyor ki bir insanın kendi pigmentlerinden olmayan bir boya da doğal olabilir. Hangi
mantıkta bir boya hem imal edilmiş, hem de doğal olabilir? Reklam mantığında olabilir.

Yalnızca kendisi için tasarlanmış bir çamaşır makinesini hangi kadın düşünmedi ki ?
Yani reklam diyor ki her kadın bunu düşünür, sen düşünmediysen sen de bir gariplik var. Aslında hangi
kadın oturup da yalnızca kendisi için tasarlanmış bir çamaşır makinası düşünebilir ki ? Ayrıca niye bu
çamaşır makinalarından da binlerce milyonlarca adet üretilir o zaman ?

Bütün bunlar bana hep bir sözü hatırlatır: Düşünce dili bozarsa dil de düşünceyi bozar.

Sonuç kendi ihtiyaçlarını asla sorgulayamadan belki kendisiyle hiç karşılaşmadan yaşayıp giden
milyonlar. Artık tükettiklerimiz asla ihtiyaç duyduklarımız değil. Öyleyse neden bunlara karşı koyamıyoruz ?

Tüketim toplumunun bize sunduğu nesneler bütününe karşı durmak da artık tamamıyla imkansız. Belki
eskiden nesneler oldukları gibiyken ya da bir kavramla ilişkiliyken yargılamak, karar vermek kolaydı, ama
artık değil, çünkü nesneler artık bütün bir marka halinde sunuluyor. Edepli kadın sembolü olarak cinsel
özgürlüklerin karşısında gördükleri sutyenleri 1968 Mayıs' ında yakmışlardı kadınlar. Artık Victoria's Secret
ya da Wonderbra sutyenleri yakmak o kadar kolay değil. Bu sutyenler hem kaliteli ev kadınlarının sembolü
(sutyen takılabilir), cinsel özgürlükle hiç bir problemi olmayan Eva Herzigova'nın ve diğer mankenlerin
sembolü (malum sutyen önce takılabilir, sonra da çıkarılabilir), göğüslerini olduğundan biraz daha büyük
göstermek isteyen hafif kompleksli veya iyi yönünden bakarsak estetik düşkünü kadınların sembolü. Artık
kurtulmamız olanaksız.

Modern zamanların tüketim toplumunun kolay kolay değişmeyecek bir diğer özelliği de eşitsizliği had
safhaya götürmesi. Bolluk idealistleri bir zamanlar şöyle demişlerdi : Çok olacak, daha çok olacak, sonra
herkese yeterli olacak. Oysa yoksulluğun tüketim toplumunun itici gücü olduğu görüldü. Büyüme, eşitsizliğin
bir işlevidir Baudrillard'a göre. Gerçekten de eşitsizliğin olmadığı ilkel avcı-toplayıcı kabilelerde hiç
büyüme görülmemiş. Beyaz adamla tanışmadan önce bin yıllar boyunca aynı hayatı sürüp gitmişler. Eşitsizliğin
keşfedildiği toplumlarda ise sürekli bir büyüme söz konusu, ve bilgi toplumu sözünün ortalıkta dolaştığı şu
günlerde eşitsizlik iyice yerleşmekte. Bir seminerde dinlediğim Lufthansa Başkan Yardımcısı, Avrupa' da
ücretlerde tavan diye bir şey kalmamasından yakınıyor, "Bunu önlemeliyiz, ama nasıl? Teknolojik okur yazar
olmayanların hiçbir şansı kalmadı." diyordu. Buna katılmamak mümkün değil, eskiden devrim kavramı ortalıkta
dolaşırdı, birileri herşeye el koyacak ve eşit biçimde dağılımını sağlayacaktı. El konulacaklar ev, araba,
saban, traktör gibi mallar, üretim araçları olurdu. Bugün herhangi bir yoksulun zenginlerin bilgisayarına el
koymak ve onları yeniden dağıtmak düşü olabileceğini sanmıyorum. Internette yazışmak, sanal aşk yaşamak, oyun
oynamak bir yoksulun düşü değildir.

Gerçek zenginlerin elde ettikleri herşeyi anında tüketen, paylaşan, çok uyuyan, akıllarını
kendilerine ayak bağı olacak mallara takmayan ilkel kabileler olduğu söyleniyor. Acaba kadınla erkeğin eşit
olduğu kandaş toplum düzenlerimizi bozduk ve kadınları aşağıladık diye kadınların bilinçsiz intikamlarına mı
maruz kaldık? Madem ki ben yönetemiyorum, o zaman kıymetli takılar isterim, yeni elbiseler isterim, yeni
arabası olan erkekler isterim.

Tabii ortaçağdan sonra yavaş yavaş gelişen erkek komplekslerini de unutmamak gerekli. Büyümenin
eşitsizliğin bir işlevi olduğunu söylemiştik. Bundan daha önce de eşitsizliğin, eşitsizliğin işlevi olduğunu
söyleyebiliriz. Eşitsizliği bir kez yaratan erkekler şimdi yeni kadınlar karşısında eşitsizliği derinden
hissediyorlar. Yeni kadınlarla birlikte yaşamak zorunda olan erkekler onların isteklerini karşılayabilmek
için kendilerini yenilemek gereksinimi duyuyorlar. Ne yazık ki böyle hızlı yenilenmeler hep dışsal, şekilsel,
geçici, başkalarıyla sıradan bir şekilde paylaşılan yani modern oluyor. Kim kimi modernleştiriyor sorusu
burada yumurta ve tavuk ilişkisine dönüşüyor. Kesin olan bir şey var. Hep birlikte durmadan büyüyoruz ve
büyüme sancıları çekiyoruz.

Selçuk ÖNAL