logo.gif (1228 bytes)

Dostlara Bir Çift Söz *
(Özgün Baskı’nın Önsözü)

Doğduğu yerin toprak ve sularında yaşamış, düşlemiş ve çevrilmiş olan bu ARAP GECELERİ’ni, tüm çıplaklığı, bakirliği, dokunulmamışlığı ve safiyeti içinde –kendi zevkim ve dostlarımın keyiflenmesi için- SUNUYORUM.

Bu masallar, uzak gökler altında, uzun deniz yolculuklarının avarelikleri sırasında bana tatlı anlar yaşattılar.
İşte bunlardan dolayı onları size sunuyorum.
Tıpkı, Yüce ve Esirgeyici Tanrı’nın bakışları altında, kösnül ve yabanıl bir soyla prensin bağrında onları coşkuyla mayalayıp sır içinde doğuran tatlı anneleri Müslüman Şehrazat kadar güleryüzlü, yapmacıksız ve saflıkla doludur bu masallar.
Dünyaya gelir gelmez, bunlar teyzeleri Dünyazat’ın kutsayıcı elleriyle incelikle okşanmış; sert ergenlik yaşına ulaşıncaya kadar, onun gözbebeklerinin kadifesiyle sarılmış; gülüşleriyle sonsuzlaşmış Doğu Dünyası’nda kösnül ve özgür yayılmaları için adları, nemli değerli taş tozlarıyla renklendirilen tezhipli sayfalara nakşedilmiştir.
Onları değerlendiyor ve oldukları gibi: Et yumuşaklığı ve kaya sertliğiyle veriyorum.
Çünkü… çeviri yapmanın namuslu ve mantıksal bir tek yolu vardır: Sözcüğü-sözcüğünelik; her türlü kişisellikten uzak, olsa olsa göz kapağının ivedi açılıp kapanması ve uzun uzadıya tadına varılması için bir nebze yumuşatılmış… Bu yöntem, etkileyerek, en yüce edebi kudreti sağlar. Bir zevk çağrısı uyandırır. Belirtirken yeniden yaratır. Gerçeğin en güvenli kefilidir. Taş çıplaklığı içine kararlılıkla dalar. Çiçeğin ilkel kokusunu saçar ve onu billurlaştırır. İçini boşaltır, bağlarını çözer… Saptar.
Kuşkusuz, sözcüğü-sözcüğünelik, nasıl taşkın bir ruhu zincirler ve onu evcilleştirirse; kalemin cehennemi kolaylığını da durdurur. Ben, bundan şikayetçi olmayacağım. Zira bir çevirmende sade, anonim ve adına aptalca düşkün olma illetinden arınmış bir deha bulunabilir mi?… Ancak, aslında, özgün tadı vermedeki güçlük, Doğu Babil aşığının parmaklarına dolanan sarmal olup onun, çözümleme zevkini önleyecek kadar da yoğunlaşmamalıdır.
Kabul’e gelince, sözsel uzlaşmaların boğucu havasında sararmış özentili Batı, göçebe çadırlarının yerlisi bu sağlıklı esmer kızların –gülüşlerinin tüm sadeliği ve yumuşaklığıyla cıvıldayan- içten konuşmalarını işitmekle şaşkınlık duymuş gibi davranabilir.
Oysa…
Huriler hiçbir kötülük beslemezler!
Ve bilgeler der ki; İlkel toplumlar, eşyayı adıyla anarlar, doğal olanı ayıplamaz, doğallığın dışa vurulmasını da utandırıcı bulmazlar. (İlkel toplumlar deyince, beden veya ruhta hiç fire vermemiş; ve dünyaya güzelliğin gülüşüyle doğmuş olanları anlıyorum).
Zaten, Arap edebiyatı, ruhsal yaşlanmanın nefret verici ürünü olan müstehcen niyetten hiç haberli değildir. Araplar, herşeyi, neşeli yanıyla görürler. Erotik duyarlılıkları, onları neşeye sevkeder; ve püriten sofuların rezalet saydıkları durumlarda, tüm yürekleriyle gülerler.
Kim ki sanatçı olarak, avare dolaşıp geziler yapmış ve gerçek Müslüman ve Arap kentlerinde: Gölgeli, serin sokaklarıyla Kahire’de, Şam’ın pazarlarında, Yemen’in Sana’sında; Maskat ya da Bağdat’ta, o canım kahvelerin kafes oymalı sıralarında hayranlıkla kültür edinmiş, Palmyra (Tadmor) bedevilerinin lekesiz hasırlarında uyumuş; çölün göz kamaştırıcılığında, Arap halkının gerçek örneği, görkemli İbn-il Raşid ile kardeşçe ekmek bölüşüp tuz tatmış; Kutsal Mekke’nin emiri, katıksız Peygamber soyundan gelme şerif Hüseyin bin Ali Aun ile eski zaman sadeliğinde doyum olmaz tadına varmışsa: yüzlerindeki ortaklaşa anlatımın ilginçliğini de fark etmiştir. Oradakileri saran tek bir duygu vardır: Çılgın bir neşe… ve bu neşe, jestler ve özellikle mimikler yaparak, coşkulu seyirciler arasında sıçrayarak masallar anlatan yiğit halk öykücülerinin en özgürce çıkışlarına yaşamsal kahkahalarla canlılık verir; ve sözcüklerle, seslerle, havadaki duman ya da kösnüklükle, Allah’ın son bağışı esrarın belli belirsiz duyumsanmasıyla, esriklik sizi sarar ve gece içinde havada yüzer durursunuz…
Orada, asla alkış sesleri duyulmaz; bu uyumsuz, barbarca davranış; Avrupa’nın anlamsız, berbat kentsoylu coşkusunun sembolu haline getirdiği, renkli bir direğin yöresinde rakseden Karaibler’in atalarına bağlı kabilelerinin bu yadsınamaz kalıntısı, orada hiç bilinmez.
Arap, neylerin musikisine, kanun ve ud’un inleyişine, darbukanın ritmine, bir müezzin ya da hanendenin okuduğu ezan ya da şarkıya; zengin bir masala, bir şiirin zincirleme ses düzenine; bir yaseminin ince kokusuna; bir çiçeğin raksına ya da bir kuşun uçuşuna; gözleri ışıklı, vücudu kıvrılan sağlıklı bir fahişenin amber ve inci beyazlığındaki çıplak, kısık ya da haykıran bir sesle “A-ha!” diyerek – uzun, bilgiç, dalgalı, esrik, mimari bir yanıt verir.
Yani; Arap, içinden geldiği gibi davranır; ama ince ve hayranlık uyandırıcıdır. Saf vücut hatlarını sever ve onu somutlaştırmadan sezinler.
Ve de… Söze dökülmeden, sonsuza dek kucaklar.
Ve şimdi:
Yalan söyleme korkusu duymadan; perde açıldığında, öykü anlatıcının narin gerecinden bugüne kadar kağıdın karbeyazlığına hiç yansımamış, en şaşırtıcı, en karmaşık ve göz kamaştırıcı görüntüyle karşılaşacağına güven verebilirim.

Dr. J.-C Mardrus


* Joseph-Charles Mardrus 1868 yılında yarı Fransız yarı Mısırlı, Kafkasya kökenli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukluğunu Kahire’de geçirdi. Beyrut’ta başladığı öğrenimini 1894’te tıp doktorasını verdiği Paris’te tamamladı. Avangart edebiyet çevreleriyle, özellikle de Stephen Mallarme’nin çevresiyle yakın ilişki kurdu. Deniz Nakliyat’ta doktor olarak çalıştığı yıllarda Doğu ve Uzakdoğu denizlerinde dolaşırken Binbir Gece Masalları’nı derleyip Fransızcaya çevirdi. 16 ciltlik bu eser, senede üç cilt halinde, 1899 ile 1904 yılları arasında “Revue Francis Blanche”ta yayınlandı. Birbir Gece Masalları, çevirmenin Gide, Valery, Pierre Louys, Francis Jammes gibi dostlarının da katkısıyla muazzam yankı uyandırdı. “Büyüleyici Mardrus”, Belle Epoque döneminin bütün Paris sosyetesi ve sanat aleminde büyük kabul gördü. Mardrus, 1949’da, Saint-Germain-des-Pres yakınlarında öldü.



Tanrı’nın Dediği Olur

Esirgeyen Bağışlayan Tanrı’nın Adıyla

Evren’in sahibi Tanrı’ya şükürler olsun! Ve dualar ve barış, en yüce Efendimiz, Resullerin Prensi Muhammed üzere olsun! Ve dahi kıyamet gününe değin her zaman dualar ve barış onun ümmeti üzre olsun.
Ve sonra, eskilerin yaşam öyküleri, zamanımızda yaşayanlara örnek oluştursun; böylece bir kimse kendinden başkasının başına gelenleri öğrenerek, geçmişteki insanların serüvenlerini ve söylediklerini dikkatle gözönünde tutup onurlandırarak, kendini islah etsin.

Ve dahi geçmisin öykülerini, sonrakilere ders olsun diye saklayanlara da hamdolsun!
Böylece, hayranlık uyandırıcı ve eğitici yanlarıyla ders oluşturan bu öykülerden seçilerek Birbir Gece Masalları diye adlandırılan bu eser ortaya çıkmıştır.


Binbirgece Masalları - Dr. J. - C MARDRUS