N S - Periyodu Olmayan Periyodik Dergi


Tanrılar Her Neyseler



(yayına hazırlayanın notu:Roman, 2000 yılında ,Güneşin bir novaya dönüşeceğinin anlaşılmasından sonra insanın soyunu sürdürme amacı ile tohumlama gemilerini uygun gördüğü gezegenlere göndermesi ve 3620 yılında dünyanın yokolmadan önce Macellan adlı geminin yapılarak içinde 925,000 seçilmiş insanla birlikte Sagan İki adlı gezegene doğru yol alması sırasında geçer.Sagan İki’ye giderken Macellan, Thalassa gezegenine uğrar, bu gezegen 700 yıl önce dünyadan gönderilen bir tohumlama gemisi sayesinde kolonileştirilmiştir.Ve oradaki insanlar Macellan gemisi gelene kadar hiç dünyalı ‘amca’ları ile karşılaşmamışlardır.Dünyalılar (romanda Arzlılar olarak geçiyor) Thalassa gezegeninden gemiye kalkan olarak kullanılmak üzere buz almak uğramışlar ve bu arada Dünyada o zamana kadar öğrendiklerini Thalassa’lı kuzenlerine anlatmaktadırlar.Aşağıdaki pasaj Dünyalı Kaldor Moses (arabulucu-diplomat) ile Thalassa’nın en zeki insanlarından Mirissa arasında geçiyor.)



“Tanrı nedir?” diye sordu Mirissa.

Kaldor iç çekti ve kafasını incelediği yüzlerce yıllık görüntülerden kaldırdı.

“Neden soruyorsun Mirissa?”

“Çünkü Loren dün, ‘Moses akreplerin Tanrıyı arıyor olabileceklerini düşünüyor’dedi.”

“Bunu gerçekten söyledi mi?Onunla daha sonra bir konuşma yapmam gerekecek.Ve sen küçük hanım, bana insanlığın binlerce yıldır başına dert olmuş bir kavramı böyle paldır küldür açıklamamı istiyorsun.Vaktin var mı?”

Mirissa güldü. “En az bir saat.Bana bir keresinde gerçekten önemli bir şeyin tek bir cümleye sığdırılabileceğini söylememiş miydin?”

“Şeyy..aslına bakarsan benim bile basite indirgeyemeyeceğim konular var.Nereden başlasam bilmiyorum ki…”

Gözleri kütüphanenin pencerelerine ve sonra da dışarıda bekleyen Tohumlama Gemisinin boş gövdesine dalgın bir ifadeyle bakmaya başladı.Thalassa’da – bana sık sık cenneti hatırlatan Thalassa’da – insan hayatı işte tam burada başladı.Ya ben?
Şu anda ben insana cennetin yasaklanmasına neden olan yılan rolünü mü oynuyorum? Bu zeki kıza zaten bilip kavradığımdan emin olmadığım hiç bir şeyden bahsetmeyeceğim.

“Tanrı kelimesini anlatmanın zorluğu,” diye başladı ağır ağır, “herkesin bu kelimeyi farklı anlamasındandır – hele de tarifi yapmaya çalışanlar filozoflarsa.Bu yüzden üçüncü bin yılın sonunda bu kelime dillerden neredeyse tamamen kayboldu.

“Ancak yerine yeni kelimelerin oluşturduğu bir set geçti.Bu şekilde insanların kavramlar üzerinde yapacağı gerekesiz tartışmalar engellendi.

“Bazen ‘Birinci Tanrı’ da denilen kişisel Tanrı için Alpha kelimesi kullanılmaya başlandı.Bu kuramsal varlık insanları, hayvanları hatta varolan herşeyi sürekli olarak izleyen ve yapılan kötülükleri ya da iyilikleri ölümden sonra bizi beklediğine inanılan dünyada cezalandıracağına ya da ödüllendireceğine inanılan bir olguydu. İnsanlar Alpha’ya tapınır, ona dua eder, adına dev tapınaklar inşa eder ve kimi çok saçma ayinler düzenlerdi…

“Başka bir Tanrı tanımı ise evreni yarattığına inanılan, ama sonra hiç bir şeye elini sürmeyen bir varlık olarak görüyordu onu. Adı da Omega idi.Filozoflar Tanrıyı sınıflandırma işini tamamladığında antik Yunan alfabesinde harf kalmamıştı.Ama bu sabah sana Alpha ve Omega yeterli olacaktır.İnsanlık tarihi boyunca Tanrıyı nereye koyacaklarını düşünmüş on milyardan fazla insan yaşamış olmalı.

“Alpha içinden çıkılmaz bir biçimde din kavramıyla karıştırılıyordu. – çöküşünü hazırlayan neden de bu oldu.Binlerce yıl boyunca birbirleriyle savaşıp duran dinler herkesi kendi haline bıraksaydı Alpha kavramı belki Arz’ın son gününe kadar yaşayabilirdi...Ancak böyle birşey olmadı, çünkü her din gerçek ve değiştirilemez doğrunun sadece kendi inandıkları olduğunu savunuyordu.Bu yüzden rakiplerin yok edilmesi gerekiyordu. – ki bu da inançlı insanların büyük çoğunluğunun sunulan dinlerden vazgeçip kendi içlerindeki Tanrıya inanmaya başlamalarına sebep oldu.

“Elbette konuyu mümkün olduğunca sadeleştiriyorum; pek çok iyi insan kendi kavrama derecelerini aşan varlıklara inandılar: Ayrıca ilkel insan toplulukları için din gerekli bir kavramdı.Doğaüstü güçlere karşı duyulan yoğun korkuyla karışık saygı olmasaydı insanoğlu ilkel kabilelerin ötesinde sosyal gruplaşmaları başaramazdı.Güç ve ayrıcalık peşinde koşanlar tarafından keşfedilip kendi çıkarları için kullanılmaya başlayana kadar din toplumlar için bir nevi tutkal görevi görmüştü.Ancak bu noktadan sonra bütün iyi yönlerini gölgeleyen kötülüklerin kaynağı haline geldi.

“Engizisyon Mahkemelerini, yakılan cadıları, kutsal cihatları duyduğunu hiç sanmıyorum.Uzay çağında bile tapındıkları
Alpha’nın öyle istediğini düşündükleri için çocuklarını kurban edebilecek insanların bulunduğuna inanabilir misin?

“Evet şaşırdın…ama atalarımız Güneş Sistemini keşfetmeye başladığında bu tip şeyler hala olmaktaydı. – hatta daha da kötülerinin olduğunu söyleyebilirim.

“Şansımıza Alpha, 2000’li yılların başında insanın hafızasından neredeyse silinmişti.Onun ölümünü sağlayan şey, bugün
“istatistiksel teoloji” adını verdiğimiz bilim dalıydı.Ne kadar vaktimiz kaldı? Bobby sabırsızlanmasın?”

Mirissa pencereden dışarı baktı.Gösterişli at Ana Geminin etrafındaki alana yayılan çimenleri kemiriyor ve halinden oldukça memnun görünüyordu.

“Yiyecek birşeyler bulabildiği sürece huysuzluk çıkarmaz.İstatistiksel teolojiyi açıklayabilir misin?”

“Bu bilim dalı şeytanın varlığı sorunu üzerine yapılan son saldırıydı.Ortaya çıkmasına, 2050’lerde kurulan ve kendilerine Neo-Manichee (NM) diyen hayli eksantrik bir tarikat sebep olmuştu.Aklıma gelmişken, doktrinlerini yaymak için diğer inançlar da iletişim çağının nimetlerinden yararlanmışlardıysa da, ilk gerçek küresel tarikat NM’lerinkiydi.Onlar toplantılarını daima televizyon ekranlarında yaparlardı.

“Teknolojiye böylesine muhtaç olmalarına rağmen, inançları oldukça eski modaydı.Alpha’nın varolduğuna; ancak şeytanın ta kendisi olduğuna inanıyorlardı – insanın nihai yazgısı ise onunla karşılaşmak ve yok etmekti.

“Sözlerine kanıt olarak tarih ve biyoloji bilimine dayalı gerçekleri kasıtlı olarak saptırıyorlardı.Bence onlar gerçekten hasta insanlardı; çünkü bahsettiğim tür malzemeleri bir araya getirmekten sapık bir zevk duyuyorlardı.

“Mesela, Alpha’nın varlığına dair en tutulan kanıt Tasarım Tartışması idi.Şu anda bu kanıtın tamamen mantıksız olduğunu biliyoruz; ama NM tarikatı göz boyama yöntemleri ile insanları kanıtlarının doğruluğuna inandırmayı başarabiliyordu.

“ ‘ Eğer güzel ve yeterli biçimde tasarlanmış bir sistem bulursanız’ diyorlardı, - en sevdikleri örnek bir dijital kol saatiydi – ‘mutlaka onu birinin yaptığını düşünürsünüz.Bir de dünyaya, tabiata bakın…’

“Onlar da dünyaya ve tabiata bakıyorlardı…ama intikam duygularıyla.Uzmanlaştıkları bilim dalı parazitolojiydi; Thalassa’da bu açıdan ne kadar şanslı olduğunuzu bilemezsiniz.İnsanlara anlattıkları dahice – ama bir o kadar da mide bulandırıcı – örnekleri anlatıp da mideni kaldırmak istemiyorum.Ancak hakkında en çok konuştukları canlılardan biri olan ‘ichnemon sineğini’ sanırım anlatabilirim.

“Bu zeki yaratık yumurtalarını salgıladığı bir sıvıyla felç ettiği başka böceklerin gövdesine yumurtlardı:böylece yavru sinekler doğduklarında canlı ve sürekli taze et kaynağına sahip olurlardı.

“NM mensupları bu örneği vererek Alpha’nın ya tamamen kötülük dolu olduğunu, (yani şeytanın ta kendisi olduğunu) ya da insanların ahlak değerleriyle uzaktan yakından alakası olmadığını söylerlerdi.

“En sık öne sürdükleri başka bir kanıt ise ‘Yıkım Tartışması’ idi.Basit bir örnektir:farzet ki salgın bir hastalık var ve insanlar korunmak için bir yandan Tanrıya (Alpha’ya) dua ediyorlar, diğer yandan da sığınaklara sığınıyorlar…sonra salgının sebebi olan virüs ya da bakteri sığınağa giriyor ve hepsini öldürüyor.Bu hastalık olmasaydı ya da insanlar sığınağa gitmeyip evlerinde oturmuş olsalardı ölmeyeceklerdi belki de…mantığı – ya da mantıksızlığı anlıyor musun? Sonuçta suçlu Alpha idi onlara göre.

“Anlattıklarım dışında, NM mensupları başka pek çok felaketi de haklılıklarının kanıtı olarak öne sürüyorlardı; bir hastanede çıkan yangın, yanardağ patlamaları, şehirleri yerle bir eden fırtınalar, depremler…liste sonsuza dek uzanıp gidiyordu.

“Elbette Alpha’ya inananlar da boş durmuyor, onlar da eşit sayıda karşı kanıtlar öne sürüyorlardı.

“Bir çok farklı şekilde bu çekişme binlerce yıl sürdü. Ancak yirmibirinci yüzyılın başında gelişen iletişim teknolojisi ve istatistiksel analizlerdeki mükemmelleşme tartışmayı sonuca vardırdı.

“Tabii nihai cevabın alınması ve tüm zeki insanlar tarafından benimsenmesi birkaç yüzyıl sürdü.Güzel olaylar kadar kötüleri de oldu: ama artık herkes evrenin de matematik kuralları dahilinde hareket ettiğine ikna olmuştu.Elbette iyi ya da kötü; hiçbir çeşt tabiat ötesi varlığa dair kanıt bulunamamıştı.

“Bu yüzden şeytan kavramının yarattığı sorun yüzeye çıkmadı.Çünkü evrende herşeyin iyi gitmesini beklemek kumar oynarken sürekli kazanmayı ummakla aynı anlamı taşıyordu.

“Bazıları ucuz numaralara başvurup Alpha’nın varlığına olan inançlarını sürdürdüler ve taraftar toplamaya çalıştılar.Ancak söylememe bile gerek yok; Tanrı kavramı soyutlaştıkça sıradan insanların ilgisini kaçınılmaz biçimde kaybetmişti.

“Ayrıca konu matematiğe geldiğinde; Alpha en büyük darbeyi yirmi birinci – yoksa yirmi iki miydi? – yüzyılda yedi.Dahi bir Arzlı olan Kurt Gödel evren dahilinde bilginin kesin sınırları olduğunu ispatladı; böylece herşeyi bilebilen bir Tanrı olamayacağı ortaya çıktı.

“Bu olaylar bizim zamanımıza kadar gelebilen ‘Gödel Tanrıyı öldürdü’ diye bilinen bir sözcük oyunu sayesinde toplumların hafızasında taze tutuldu…

“Alpha’ya dönersek, üçüncü bin yılın sonunda insan ırkı onun varlığını hemen hemen unutmuşu.Artık herkes antik çağ filozofu Lucretius’un sert yorumuna katılıyordu.Ona göre bütün dinler köklerinde kötülük barındırırlar; çünkü körükledikleri batıl inançlar insanoğluna yarardan çok zarar getirmiştir..

“Yine de eski inançlardan bazıları yaşamayı sürdürebilmişlerdi.Hatta ‘ Geç Günler Mormonları’ ve ‘Peygamberin Kız Kardeşleri ‘ tarikatları kendi tohumlama gemilerini yapmayı başarmışlardı.Bazen onların akibetlerinin ne olduğunu uzun uzun düşünürüm.

“Her neyse, Alpha’nın kaybolmasından sonra geriye Omega – herşeyin yaratcısı kalıyordu.Göründüğünden daha ince bir mizah içeren evrensel bir fıkra vardır:Adam sorar:Evren neden burada? Diğer cevaplar:Ya nerede olmalıydı?

“Sanırım bu sabah için yeterince konuştuk.”

“Teşekkürler Moses,” diye karşılık verdi Mirissa; biraz şaşkın görünüyordu. “Bunları daha önce de anlattın değil mi?”

“Elbette pek çok kez hem de.Ve bana söz ver”

“Ne konuda?”

“Bu anlattıklarıma sırf ben anlatıyorum diye inanmayacaksın.Felsefi problemlerden hiçbiri henüz nihai çözüme ulaşmamıştır.Omega hala ortalıkta geziniyor – ama ben en çok Alpha hakkında endişeleniyorum…”



Uzak Dünyanın Şarkıları, Arthur C.Clarke