N S - Periyodu Olmayan Periyodik Dergi


mavi mi pembe mi istersiniz? ya da mavilerin pembelere tacizi..



"(...) Bu dünyada kalabalığız.Bazıları çok kalabalık diyecektir. Ben öyle düşünmüyorum. Sonsuza kadar artmamız da söz konusu değil. Egemen azınlıkların boyunduruğundan kurtulmak isteyen boyun eğmiş yığınların hareketini simgeleyen "beşiklerin intikamı"nı da zavallı buluyorum.

Evet, kalabalığız, belki de çok çabuk üredik. Yine de sekiz milyar hemcinsimiz Akdeniz'de boğulacak olsa, su ne kadar yükselir, hiç düşündünüz mü? Milimetrenin ondabiri kadar. Evet kardeşlerim, bizler altı kıtanın erkekleri ve kadınları, pek ince bir tabaka oluşturuyoruz.

Kimileri yığılma mı diyor? Yeryüzü kalabalıksa, bizim açgözlülüğümüz, bizim bencilliğimiz, bizim dışlamalarımız, bizim sözde "hayati yaşam alanlarımız","nüfuz alanlarımız" ya da"güvenlik alanlarımız" ve kof bağımsızlıklarımız yüzünden kalabalık!

Geçen yüzyılda dünyamız, suçlayan bir güney ile sabrı taşan bir kuzey arasında bölündü. Kimileri bunu, basit bir kültürel ya da stratejik gerçek olarak görmekle yetindi. Nefret, sonsuza kadar basit bir gerçek olarak kalmaz.Günün birinde, herhangi bir bahaneyle patlak verir ve yüz yıldır, bin yıldır, iki bin yıldır, hiçbir şeyin, ne bir şamarın, ne bir korkunun unutulmadığı anlaşılır... Nefret söz konusu olduğunda, bellek zamanın içinden geçerek, herşeyle beslenir, kimi zaman sevgiyle bile...

Tarih boyunca pek az öğreti, nefreti söküp atabilmiştir, çoğu hedef saptırmasında bulunmuştur, zındığa,yabancıya, dönmeye, efendiye, köleye, babaya yönelerek... Tabii nefretin adı, başkaları duyduğunda nefrettir de kendimiz duyduğumuzda, bin türlü adı vardır.

Günümüzde nefret, meşru araştırmaların meyvesi olarak, biçimsizler ve yumrularla savaşmamıza olanak veren genetik araştırmaların meyvesi olarak, besin kaynaklarımızı iyileştirmemize imkan veren genetik ayarlamaların meyvesi olarak, sakıncalı bir hal almıştır. Ama aynı zamanda herkesin en kötü içgüdülerini ortaya çıkartan bozuk bir meyve olarak...

Binlerce yıldan beri, milyarlarca insan kızı olduğuna üzülmüş, oğlu olduğunda sevinmiştir. Günün birinde biri çıkıp, sevinciniz gerçekleşecek demiştir. Binlerce yıldan beri, "farklı olma" kusuruna sahip olanları yok etmeyi hayal eden uluslar, etnik gruplar, aşiretler vardır. Biri çıkıp onları yok edebilirsiniz, kimse farketmez demiştir.

Bazen - yaşlı bir adamın saçmalamalarını af edeceğinizden eminim - düşünüyorum da , din kitaplarında sözü edilen "yeryüzü cenneti", geçmiş zamanlara ait bir efsane değil, bir kehanet, geleceğe bir bakış tarzı diyorum. Birkaç yıldan beri insanoğlu bu cenneti kuracak gibi oldu, daha önce maddeye, yaşama, doğadaki enerjiye hiç bu kadar egemen olmamıştı. Hastalığı yenmeye azimli idi, günün birinde belki yaşlılığı ve ölümü yenecekti. Sözlerim bir kafirin sözleri değil. Şayet bilim, nasıl'ın tanrı'sını yokedebilmişse, neden'in tanrı'sını var etmek içindir. O , asla yok olmayacaktır. O'nun insanlara , aslında doğal birer olgu olan yaşama ve ölüme egemen olmak da dahil, tüm güçleri vereceğine inanıyorum. Evet, tanrı'nın biz kullarını yaratacılığına ortak edeceğine inanıyorum. Bir armut ağacının genleri ile oynadığımda, tanrı'nın bana bu hakkı ve beceriyi verdiğine içtenlikle inanıyorum. Ama yasak meyveler de var. Sanıldığı gibi seks veya bilgi değil, yasak meyvelerin saptanmaları çok daha karmaşık, çok daha zor; onları bize inançlarımızdan çok bilgeliğimiz gösterecektir.

Söylendiği kadar bilge ve bilgin olayım, geçilmemesi gereken sınırların nerede bulunduklarını bilmediğimi itiraf ederim. Belki azıcık atomun çevresinde veya beynimizin ve genlerimizin işlemlerinde . Saptayamadığım şey, insanlığın kendisiyle, kendi bütünlüğü ile, kimliği ile, başkasıyla ölümcül risklere atıldığı anlar oluyor. Bunlar en soylu bilimin en aşağılık hedeflere alet olduğu anlardır.

Endişe verici olaylar oldu. Olacakların yanında hiç kalır. Her sözcüğü tartarak konuşuyorum, bazı felaketleri önlemek artık olanaksız. Bunun bilincinde olalım ve en kötüsünden kaçmaya bakalım.

Yeryüzünde kızların sayısının azalmaya devam ettiği milyonlarca kent ve kasaba var; kimileri için olay, yirmi yıldan beri sürmektedir. Aşağılık bir ayırım sonucunda dünyaya gelemeyen kız çocuklardan söz etmek niyetinde değilim. Artık konu bu değil. Size endişelerimden açık biçimde söz edeceğim. Sorun, bu sözcüklerle ortaya konulucaktır.. Yıllar boyu, kız peşine düşecek erkek sürülerini düşünüyorum. Yoksunluk - ve sadece cinsel yoksunluk değil - normal bir hayat, aile kurmak, geleceği düşünmek yoksunluğu yüzünden zincirinden boşanmış o kalabalığı düşünüyorum. Hiçbir şeyin tatmin edemeyeceği ve yatıştıramayacağı bu yaratıkların kin ve öfkesini tahmin edebiliyor musunuz? Hangi yasa? Hangi düzen? Hangi değerler?

Evet, hemen her yerde şiddet eylemleri oldu.Ama, onlar, kudurmuşların şiddeti değildi. Yoksunluğu yaşamamış , aileleri olan, erkek mirasçısına sahip olmanın kıvancını duyanların paniklemesiydi. Topluluklarının geleceğinden endişe duydukları için, insanlığın o güne kadar bilmediği bir belirsizliğe baş kaldırıyorlardı. Yarın, felaketi yaşamış kuşaklar gelecek, kadınsız erkeklerin, gelecekleri hadım edilmişlerin, kinin ve öfkenin kuşakları!

Yakın-doğu'nun büyük kentlerinden biri hakkında elimde gizli bir rapor var. Bugün onyedi yaşından küçük, birbuçukmilyon erkek, üçyüzbinden az kız var. Bir yıl, iki yıl, on yıl, yirmi yıl sonra bu kentin sokaklarının ne hale geleceğini düşünmeye bile cesaret edemiyorum. Ne denli uzağa baksam, sadece şiddet, gerileme, ve kargaşa görüyorum.

Küçük, aşağılık hesaplar, eskimiş, geleneksel, kokuşmuş bilim yüzünden vatanımız olan dünya ve ulusumuz olan insanlık, tarih'in en karışık dönemini yaşamaktadır ve "tanrı'nın gönderdiği afet" gibi bir mazerete sığınmayacaktır.

Henüz bunu önleyebilir miyiz?Sadece etkilerini hafifletmeye çalişabiliriz.Bütün olanaklar harekete geçirilirse, tüm kuzey ve güney ülkeleri kinlerini ve anlaşmazlıklarını unutup, savaşa gider gibi seferberlik ilan ederlerse,önümüzdeki aylardan itibaren doğum dengesi yeniden sağlanabilirse, yıkıcı önyargılardan kurtulunabilirse büyük, yapıcı, geliştirici, insancıl bir eser yaratmak üzere bütün öneriler biraraya getirilirse, belki o zaman bizi taşıyan bu gemi batmaz. Fırtına gemiyi sarsar, zarar verir ama batmaktan kurtulunur.

Konuşmacı kürsüden ayrılırmış gibi bir adım attı, sonra düşünceli bir biçimde geri gelerek tek bir sözcük söyledi: "belki"
(...)"

Bu yazı Hürriyet gazetesi yazarı Ayşe Arman'ın yazdığı pembe ve mavi'ler hakkındaki makalesi üzerine oluşturuldu.
Amin Maalouf'un "Beatrice'den sonra birinci yüzyıl" adlı kitabından bir alıntıdır.

Makalede ailelere çocuklarının cinsiyetini seçme şansı veren bir uygulamadan bahsediliyordu. Bu yazı da , oldukça katı ve belki de ütopik diyeceğimiz bir açıdan ,hikaye/roman içeriğine uygun olarak yazarının düşüncelerini aktarıyor olsa da hakikat payları yok mu? Ya başımıza gelirse?..




Hülya KORKMAZ