N S - Periyodu Olmayan Periyodik Dergi


2027 Yılının Anıları



Ayda 2 bin dolardan aşağı geçim zorlaştı.

Açık denizlere giden bir geminin su üstü lumbozundan dışarıya baktığınız zaman, geminin nereden nereye gitmekte olduğunu kestirebilir misiniz? Ufuk, hep aynı ufuk, su yığınları hep aynı su yığınları gibi görünür.İnsanlar da, kendi yaşam bölümlerine rastlayan toplumsal değişimlerin gerçek boyutlarını tam olarak bir türlü algılayamıyorlar.Caddeler hep aynı cadde, kıyılar hep aynı kıyıymış gibi geliyor onlara…

Ben 1977’de doğmuşum, babam 1950’de, dedem 1927’de, benim elli yaşımın İstanbul’u aynı mı? Benim çocukluğum da dahil, ne kıyıları ta Hopa’dan İskenderun’a kadar dolaşan altı sıralı otobanlar vardı, ne Moda’dan Pendik’e kadar, gözün alabildiğine uzanan plajlar, ne de Haliç kıyılarının Santa Lucia’ya taş çıkartan, müzikli, rengarenk ışıklı, yüzer gezer kafeteryaları…Hele Beyoğlu’yla Tünel çevresi, kirli sönük, yaygaralı bir köstebek yuvası sıkışıklığındaydı

Şimdi ise oraları, İstanbul tarihini gerçek ölçüleriyle yansıtan ve onbeş milyonluk görkemli metropolde, orta çağdan kalma oyuncak bir Ceneviz kentini, günün görünmez konforlarıyla sergileyen, enfes bir eğlence ve yüzlerce minik otel sitesi…Haliç’e bakan yamaçlarla, Boğaz ve Marmara’ya bakan yamaçlar da, birbiri üstüne yığılmış betonlardan önemli ölçülerde arınıp, yer yer yeşil alanlarla kaplandı…Eskiden oralarda oturanların mirasçıları şimdi Boğaz’ın Kavaklar’dan sonraki bölümündeki koruluk villalarda oturuyorlar…

İstanbul’un ağırlığı Karadeniz’le Büyükçekmece’ye doğru kaydıkça, eski İstanbul derlendi, toparlandı, sakinleşti, yeryüzünde eşi menendi bulunmayan, canlı bir müze-kent oldu…Eyüp’ten Yedikule’ye, Yedikule'den Sarayburnu’na, Sarayburnu’ndan Bebek’e, Bebek’ten Kağıthane’ye kadar çevrelenen bölüm, yılda otuz milyonluk bir turizm değirmeninin odağı…

Nelerin değişmediğine gelince…Benim çocukluğumdaki gecekonduların sedirli-minderli dünyasında bazı önemli rötuşlar oldu ama, ne piyano ne keman girebildi oralara…Sadece başörtüler yarı yarıya azaldı.Eskiden arsa boşluğuyla, kuytu sokak aralarında kesilen kurbanlar da, şimdi, belediyelerin yaptırdığı özel kuruluşlarda kesiliyor…Flört artık o mahallelerde dahi ayıp sayılmıyor.Eski erkek erkeğe kahvelerinde, kızlı-erkekli gruplara rastlamak fazla yadırganmıyor…Bekaretin önemi de genel kanının yargısından çok, eşlerin kendi anlayışları içinde değerleniyor.

Yaşam düzeyine gelince…Ayda iki bin dolardan aşağı geçinme olanağı kalmadı İstanbul’da…İşsizlik sigortası ise beş yüz doları aşamadı…Alavere dalavereyle yuttur-gitsin anlayışı tümden kaybolmadıysa da, turizmin getirdiği evrensel ölçüler yüzünden bir hayli törpülendi…Telsiz telefonlu gezginci ustalar, içini atölye durumuna soktukları kamyonetlerle, dükkanlarda çalışmaktan daha çok para kazanıyorlar…

Zaten bana sorarsanız en büyük devrimi ne uydulardan alınan TV programları, ne pıtırak gibi her yeri sarmalayan video kameraları yaptı.En büyük devrimi telsiz telefon yaptı.Herkes iç cebinde her an dünyanın her yeriyle konuşabileceği ve her an dünyanın her yerinden aranabileceği bir telsiz telefon taşıyor…Telefon numaraları aynı zamanda o numara sahibinin bankadaki hesap numarası…Beş milyar kanallı uluslararası bir merkeze telefon edip de, o akşam Azor Adalarına gitmek istediğini söylediğin ve uçaklarla otellerde bir haftalık yer ayrılmasını rica ettiğin zaman, merkez elektronik beyin, bankadaki hesabını hemen inceleyip, durum uygunsa sana bir kod numarası söylüyor ve sen o numarayı havaalanındaki görevlilere açıklayarak, bilet almadan uçağa biniyor, sana ayrılmış yere oturararak Azor Adalarına gidiyor ve yine aynı kod numarasıyla Azor Adalarındaki havaalanının turizm bürosundan otelin adresini alıyor ve yine aynı kod numarasıyla otelde bir hafta yiyip içip kalabiliyorsun…Dönüşte de evinde yapmış olduğun harcamaların faturasını buluyorsun…

Kimse kimseyi de kolayından dolandıramıyor.Örneğin kimse kimsenin telefon numarasını kötüye kullanamıyor…Çünkü telefon numaraları kimlik kartlarında da yazılı ve kimlik kartları, mağazalarda, istasyonlarda, havaalanlarında, otellerde elektronik bir aygıtın testinden geçiyor…O aygıtları atlatma ve kendi telefon numaranla kendi banka hesabın yerine, başkasının telefon numarasıyla, başkanın hesabını kullanma olanağın yok…Kimlik kartında bir sahtecilik yapılmışsa, test makinesi kimlik kartını yutuyor.Ve derhal güvenlik örgütüyle dünyadaki güvenlik görevlilerinin bellekli telefonlarına geçiyor…

Böyle bir sahteciliğin cezası, bir yıllık kazancının yarısı…Cezayı ödeyinceye kadar da yeni bir kimlik kartı alamıyor ve felç oluyorsun.Aynı suçu bir daha işlersen, kimlik kartının üstüne yargı kararıyla test makinelerinin saptadığı görülmez bir damga basılıyor ve telefon numaranı kullanarak sağlayabileceğin olanaklar kısıtlanıyor.Aynı suçu üçüncü kez işlediğin zaman ise ıssız bir adaya sürülüyorsun…

O ıssız adalar geçen yüzyılın cezaevlerinden çok daha korkunç…Çünkü ne yöneticiler ne de gardiyanlar var…Ne yiyip ne içecek ve ne giyeceksen kendin üretmek zorundasın. Ve korunmasızsın.Çünkü cinayet suçu, suç sayılmıyor o adalarda…

Geçen yüzyılın ceza düzeni suçluları yeniden topluma kazandırma amacını güderdi.En azından böyle söylenirdi.Şimdi ise suçlular bir kez daha topluma kazandırılmak istenmiyor.Buna karşılık ölüm cezası yok ve yalan yanlış suçlamalarla kişileri güme götürmek kolay değil…Gerçi cinayetlerde azalma yerine artma oldu ama, bunların çoğu ya cinnet cinayetleri ya da sadist zevklerin cinayetleri…Onların suçlularının da yüzde doksanını psikiyatrı kliniklerine koyuyorlar…Trafik kazaları ise arabalara takılan elektronik güvence aygıtları sayesinde, kalmadı gibi birşey….Buna karşılık iki kişilik özel helikopterde bazı belalı sakatlıklar oluyor…

2000 yılından bu yana denizcilik aldı yürüdü İstanbul’da…Marmara hatta Karadeniz neredeyse, kotra, motor, deniz uçağı, tekneli helikopter, şarpi, yat, yelkenli gölü oldu…Denize doğru bu yoğun açılma iş alanlarını da genişletti.Adam başına yılda balık tüketimi elli kiloya çıktı…Marmara kıyıları özel istakoz tarlalarıyla dolu…Lahmacunla kebapçı dükkanları gitgide kıyı mahallere doğru çekilmede…

Bir başka yenilik de plaj sinemaları...Kumsal ve deniz aşkı yaşayanlar suların ortasına otomatik olarak çıkan, yirmi metre yüksekliğinde ve otuz metre genişliğindeki de ekranlarda pornoyla karışık serüven filmleri izleyerek, aşkın tadını bir kat daha koyulaştırıyorlar…Bütün harcamaları uluslararası reklam şirketleri ödüyor…Bazı ekranların ayrıca antenleri de var….Film artisti olma özlemini gidermek isteyenler, belirli bir ücret karşılığında bu ekranlarda kameralı telsiz telefonlar aracılığıya skeçler oynuyorlar…

Kabaran turist dalgalarıyla, yeni seks dalgaları da yaygınlaşmada…Bazı video kaset kulüpleri, müşterilerinin kendilerine bıraktığı özel yaşam kasetlerini, aynı konuda kendilerine bırakılmış başka kasetlerle yirmidört saatliğine değiş tokuş
ediyorlar…

Bu değiş tokuşlarda bir takım sürprizler de olmada…Bir İtalyan çifti kendi kasetlerini bırakıp bir başkasının kasetini almışlar.Meğer kaset İtalyan kadının ilk kocasıyla olan sevişmesine aitmiş…Yeni koca bir hayli bozulmuş ve sürprzin kasıtlı olarak düzenlendiğini düşünürek kulübü dava etmeye kalkmış…

TV’deki ajans haberlerinde, İtalyan kadının, her iki kocasıyla ilgili kasetlerindeki durumu, karşılaştırmalı olarak yayınlandı ve dünya kamuoyunun da katıldığı bir açık oturum düzenlendi…

Dünyanın neresinde olursanız olun, bulunduğunuz yerden bu tür TV tartışmalarına kameralı telsiz telefonunuzla katılabiliyorsunuz.Sadece bu isteğinizi yirmidört saat öncesinden dünya programlarını izleyen uluslararası bir büroya bildirmeniz ve numaranızı kaydettirmeniz gerekiyor.Sıra size geldiği zaman TV spikeri numaranızı çevirip, sizi görüntüye alıyor ve düşüncelerinizi yayınlıyor…

Dünya kamuoyu, TV’deki tartışmalar sonucunda, İtalyan kadının ilk kocasını daha çok sevmiş olduğu yargısına vardı.İkinci koca da, karısının ilk kocasıyla olan ilişkisinin kendisine kasıtlı olarak verildiğini kanıtlayamadı.Kendi kaseti de eski kocaya gittiği için, mahkeme durumu eşit değerde gördü.Davayı reddetti…

Yetmişyedi yaşındaki babam ise, dünya kamuoyunun aksine, kadının, ikinci kocasını daha çok sevdiğinde inatlaştı ve torunlarıyla inceden inceye uzun bir tartışmaya girdi…

Torunlar, dedelerinin eski teknikle yeni teknikleri birbirine karıştırdığı için böyle inatlaştığı yargısına vardılar…

Eski tekniklerle yeni teknikler arasındaki farklar da gerçekten bir hayli garip…Belirli bir seks eğitiminden geçmişler, göz göze bakma yönteminden, küçük parmaklarla birbirine dokunma yöntemine kadar, vücutlarının hemen her bölümünü kullanarak da, ortak orgazma yönelebiliyorlar ve bazen bu yöntemlerin tümünü de aynı anda kullanabiliyorlar.Ancak böylesi bir yoğunlaşma bazen “zevk ölümlerine” yol açıyor…

Bu konuda din adamları arasında da çeşitli görüşler savunuluyor…Hoca, papaz ve hahamların katıldığı bir TV açık oturumunda “zevk ölümlerinin” eski Mısır, İskenderiye ve Roma uygarlıklarından bu yana var olduğu açıklandı ve ancak üç peygamberin bu ölümleri durdurabildiği belirtildi.

Babam geçen yüzyılın sonunda dedemin, seks yaşamlarının akıl almaz boyutlara ulaşacağı konusundaki öngörülerini anlattı. Dedeme göre insanların beyinlerini kullanma oranları yükseldikçe, seks ilişkilerinde de telepatinin etkinliği artacak ve galaksiler arasında dahi birbirini tanımayanların, çıldırtıcı aşk yaşamları olacakmış…

2027, dedemin öngörülerinden henüz çok uzak. Belki de daha on bin yıl beklemek gerek dedemin öngörülerinin gerçekleşmesini…

Rahmetli zaten ya geçmişte ya gelecekte yaşar, anı ise çokçası canı sıkılarak geçirirmiş.Bıraktığı notlardan da günlük yaşamı pek değerlendirmediği, çalışmadığı zamanları ya konuşmak ya da onu bunu kızdırmakla yok edip götürdüğü anlaşılıyor.Bir kez olsun ne ata binmiş, ne tenis oynamış, ne kayak, ne deniz altı avı yapmış, ne tatile çıkmış.Yazıp söylenmekle körletip yitirmiş yaşamını…Şimdi sağ olsa kimbilir ne yapar, belki de deniz dibi lokantalarında aya nasıl gidip geldiğini, yahut yanardağların içine nasıl girip çıktığını anlatırdı.Belki de yoksul mahalle kebapçılarında rakı içerek şiir okumayı yeğlerdi.Rahmetlinin her ne kadar çalışma disiplini keskinse de, avareliğe de bir hayli yatkınlığı varmış herhalde.

Babamın onun hakkında anlattığı olmadık serüvenler biraz bunu gösteriyor…Dedemin dedesi de, daha onun okula başlamadığı yaşlarda, böyle giderse kaz çobanı olacağını söylermiş…

2027’de şimdi hepsi ne kadar uzak ve karanlık bir boşlukta…2027’de herhalde bizim torunlar da beni böyle görecekler…



Çetin ALTAN