N S - Periyodu Olmayan Periyodik Dergi


ŞU BASİT SORU



Bazen, aynı anda iki ayrı nehirde yüzdüğümüzü düşünüyorum ve işin acıklı ya da gülünç yanı, herbir parçamız içinde yüzdüğü nehirde değil de diğerinde olmak istiyor.

Şuna ise hiç karar veremiyorum, bir parçalanma mı, yoksa bütünleşme mi hayat dediğimiz çaba, iki ayrı parçayı sonuna dek iki ayrı parça halinde tutmaya çalışmak mı, yoksa onları bir bütünlüğe kavuşturmak mı?

Hayatı iki ayrı parça halinde yüzdürmekten vazgeçip istediklerini sınırsızca ve korkusuzca gerçekleştirmeye uğraşanlara çılgın dememiz, istediklerimizle yaptıklarımız arasında hep bir farklılık olduğunu ve hep de öyle kalacağını kabullenmemiz, birşeyi yaşamak isterken bir başka yaşamayı akla, kurallara ve hayata uygun bulmamız, hayatın gerçeği mi?

Yoksa iki ayrı nehirde yüzmemiz, karşılaşabileceğimiz binlerce tehlikeden, şelalelerden, anaforlardan, kayalardan, canavarlardan, parçalarımızdan hiç olmazsa birini kurtarma isteği mi?

İstediklerimizle, yaptıklarımız arasındaki bu farklılığı soru sormadan benimsememiz, parçalanmış bir hayatı yaşamanın en güvenli biçimi olarak görmemiz gerçekten yaşamak mı?

Hayat yalnızca tehlikelerden kurtulmaya çalışmak, korunmak, kendini sakınmak mı? Bir başka manası yok mu hayatın?

Şu basit soruyla, "mutlu musun?" sorusuyla karşılaşan herkesin duraksaması, kolayca cevap verememesi neden peki?

Çok istediğimiz, çok özlediğimiz, hep ondan söz ettiğimiz mutluluğa iki ayrı nehirde yüzerek ulaşamayacağımızı bile bile, hayatımızı neden parçalarız, neden isteklerimiz ve yaptıklarımız arasında hep büyük farklar vardır, neden olduğumuzdan ya da göründüğümüzden başka insanları da taşırız tenimizin altında, ani hüzünler, ani sevinçler nerelerden çıkar da gelir, biz onları nerede saklarız?

Hayat, bir parçalanmışlığı başarıyla sürdürme çabası mıdır, yoksa bir bütünleşme çabası mı?

Güvenlik hangisindedir, parçalanmışlıkta mı, yoksa bütünleşmekte mi?

Zevk hangisindedir peki?

Güvenliğin zevkle ve heyecanla yanyana düşmemesi mi parçalar bizi?

İki ayrı nehirde yüzen parçalarımızı biraraya getirip hiç duraksamadan, korkmadan, coşkuyla salıversek sulara, çarpacağımız kayaların sayısı mı artar?

Korku mu parçalar bizi?

Neden, öğleden sonraları iyice gölgelenen çalışma odamda otururken, yabancı bir şehirde tek başına terk ettiğim birisi olduğu kuşkusuna kapılırım ben; kimdi o yapayalnız kalan diye merak ederken, aniden, benim tarafımdan bırakılan sanki kendimmişim duygusuna kapılırım.

Nedir yaşamak, bir parçalanmayı başarıyla sürdürmek mi, yoksa bir bütünleşme mi?

Hangisi daha tehlikeli? Heyecanını, neşesini, coşkusunu kaybetmiş, sürekli olarak bulundukları nehirden başka bir nehirde olmayı isteyen parçaları ayrı ayrı yüzdüren bir hayatı sürdürmek mi, yoksa parçalarını bir araya getirip yekpare olarak suların derinliğine atıp bir kayaya çarpıncaya kadar yüzmenin tadını çıkartmak mı?


"Mutlu musun?" sorusu neden şaşırtır bizi?

Neden cevaplayamayız bu soruyu, neden aklımızdan silmeye çalışırız, niye kendimize hiç soramayız?

Kim öğretir bize parçalanmanın daha güvenli olduğunu? Kim, biz daha çocukken kulağımıza fısıldar parçaları bir araya getirmek tehlikelidir diye? Doğarken mi biliriz bunu, yoksa yaşarken öğrenilen bir hayat bilgisi midir? Ölürken hangisinden pişman olacağız, iki ayrı parça olarak yaşamaktan mı, yoksa bir bütün haline gelememekten mi?

Kaçınılmaz bir pişmanlık mı hayat?

Bazen iki ayrı nehirde yüzüyormuşuz gibi geliyor bana ve her bir parçamız yüzdüğü nehirden başka bir yerde bulunmak istiyor.

Hayat bir parçalanmışlık mı, yoksa bir bütünleşme çabası mı?

Peki şu basit soruya ne cevap vermeli: "Mutlu musun?"



Ahmet ALTAN, Karanlıkta Sabah Kuşları