BRAHMANLAR ve ASLAN

Bir kasabada birbirleriyle arkadaş dört brahman yaşıyordu. Onların üçü insanların bilebileceklerinin sınırına erişmişlerse de günlük yaşam bilgeliğinden yoksundular. Dördüncü ise bilgiye boşvermişti; sahip olduğu tek şey günlük yaşam bilgileriydi. Bir gün bir araya geldiler ve birbirlerine sordular; "Şayet seyahat etmeyecek, kralların iltifalarına mazhar olmayacak, para kazanamayacaksak, bu doğal yetenek ve becerilerimiz ne işe yarayacak?" Sonunda, öncelikle yapmaları gerekenin yola çıkmak olduğuna karar verdiler.

Ancak biraz ilerlemişlerdi ki aralarında en yaşlı olan konuşmaya başladı. " İçimizden biri, dördüncümüz, yalnızca günlük yaşam bilgilerine sahip bir alıktır. Bilgi olmadan, sırf günlük yaşam bilgileriyle, kralların lütufları kazanılamaz. bu yüzden ben derimki, kazandıklarımızı onunla paylaşmayalım. Bırakalım onu eve dönsün."

İkinci sözü ele aldı;

"Benim zeki kardeşim, ne yazıkki, gerçek bilgelikten nasibini almamışsın. Eve geri dön."

Üçüncü sözü ele aldı;

"Bu kabul edilecek bir şey değil. Çocukluktan beri birlikte oynuyoruz. Gel, soylu dostum. Sen de kazandıklarımızdan pay alacaksın."

Yola devam ettiler ve bir ormanda, aslan kemiklerine rastladılar. İçlerinden biri konuştu. "Bilgimizi sınamak için güzel bir fırsat. Haydi şu ölü hayvanı yaşama döndürelim."

Birinci sözü aldı;

"Ben kemikleri toplayıp iskelet oluşturmayı biliyorum"

İkinci sözü aldı;

"Ben deri, et ve kan sağlayabilirim."

Üçüncü sözü aldı;

"Ben ona nasıl can verileceğini biliyorum."

Birinci iskeleti topladı; ikinci deri, et ve kan sağladı. Üçüncü tam yaratığa can verecekken, günlük yaşam bilgesi konuştu; "Bu bir aslan. Eğer onu canlandırırsanız, ilk yapacağı şey bizi öldürmek olacaktır."

"Çok bönsün," dedi diğeri, "bilginin yaratabileceği yapıtları asla engellemem"

"Öyleyse" dedi günlük yaşam bilgesi, "ben şu ağaca tırmanana kadar bekle."

O ağaca çıktığında ötekiler aslanı canlandırdılar. Aslan ağaya kalkıp üçünü de öldürdü. Günlük yaşam bilgesi aslan gidene dek bekledikten sonra ağaçtan inip eve döndü.

 

TEHLİKELİ MUCİZE YARATICISI

Mormonizm'e inanmayan bir rahip, Yalvaç Joseph Smith'i ziyaret etti ve ondan bir mucize göstermesini istedi. Smith onu şöyle yanıtladı;

"Hay hay efendim. Seçimi size bırakıyorum. Kör olmayı mı yeğlersiniz, sağır olmayı mı? Felç olmayı mı, yoksa elinizin kurumasını mı istersiniz? Seçin birini! İsa adına isteğinizi yerine getireceğim."

Rahip kekeleyerek talep etmiş olduğu mucizelerin bu türden mucizeler olmadığını söyledi.

"Bu durumda efendim," dedi Smith, "maalesef mucizesiz kalacaksınız. Sırf sizi ikna edeyim diye başkalarını incitemem."

İKİ KRAL VE İKİ LABİRENT'İN ÖYKÜSÜ

Sözüne güvenilir tarihçilerin anlattığına göre eski zamanlarda Babil'de hüküm süren bir kral varmış. Bu kral bütün mimarlarıyla sihirbazlarını çağırmış ve aklı başında hiçbir insanın içine girmeye cesaret edemeyeceği kadar dolambaçlı, girenlerin de yollarını kaybedecek kadar ince tuzaklarla dolu bir labirent inşa etmelerini buyurmuş. Bu girişim küfür sayılırmış, çünkü insanları şaşırtmak da mucizeler yaratmak da yalnızca Allah'a özgüdür. Gel zaman git zaman, bu kralın sarayına Arap krallarından biri gelmiş; Babil'li kral da (konuğun saflığı ile eğlenmek üzere) konuk kralı labirente sokmuş. Konuk kral labirentte dört dönerek korku ve şaşkınlık içerisinde çıkış yolunu araya araya akşamı etmiş. Sonunda tek çarenin Allah'tan geleceğini görerek O'nun yardınımına sığınmış ve çok geçmeden kapıyı bulmuş. Dışarı çıktığında tek bir serzenişte bulunmamış. Bunun yerine Babilli krala kendi yurdunda kendisinin de bir labirenti olduğunu ve Allah nasib ederse bu labirenti bir gün seve seve ona gösterebileceğini söylemiş. Sonra Arabistan'a dönmüş, komutanlarını ve ordularını toplayarak Babil üzerine yürümüş. Talihi öylesine yaver gitmiş ki, ülkenin kalelerini yerle bir etmiş, halkını kılıçtan geçirmiş, kralı da tutsak almış. Onu hızlı giden bir deveye bağlamış ve çöle sürmüş. Üç gün yol almışlar, sonunda galip kral: "Sen zamana sözü geçen, ey çağının en yüce kralı! Sen beni Babil'de sayısız merdivenle, kapıyla, duvarla dolu tunçtan bir labirente hapsetmek istemiştin; işte şimdi de Yüce Allah bana seni kendi labirentime sokma fırsatı verdi. Bu öyle bir labirent ki bunda ne tırmanılacak merdivenler, ne zorlanacak kapılar, ne insanı yorgunluktan bitkin düşürecek sonsuz koridorlar, ne de birden bire önüne çıkan duvarlar var." demiş ve Babilli kralın iplerini çözüp onu orada, çölün ortasında açlık ve susuzluktan ölmeye bırakmış.

 

ŞAŞKIN

Bir avcı, hayvanları ürkütmek için, çevredeki çalı çırpıyı ateşe verdi. Birden bir kayadan bir adamın çıktığını gördü. Adam sakin bir şekilde ateşin içinden geçti. Avcı koşarak onu yakaladı.

"Söyle bana, kayanın içinden geçmeyi nasıl beceriyorsun?"

"Kaya mı? Onunla ne demek istiyorsun?"

"Ateşin içinden de yürüdüğünü gördüm!"

"Ateş mi? Ateşle ne demek istiyorsun?"

Ayrımları tamamen silmiş bu kusursuz Taocu, şeyler arasında hiçbir ayrım görmüyordu.

BULBUL ve GUL

Genc mektepli, "Al bir gul gotursem benimle dans edecegini söyledi. Fakat butun bahcemde bir tane bile al gul yok.,, diye agladı. Bulbul Karamesinin icindeki yuvasindan bunu duydu, yapraklarin arasindan bakip sasti.

Genc, "Butun bahcemde bir tanecik al gul yok!" diye agladi, gozleri yasla doldu. "Ah su saadet ne hicten seylere bagli! Butun akilli insanlarin yazdiklarini okudum, felsefenin butun sirlarina erdim de gene kirmizi bir gulun yoksullugu ile hayatim perisan oluyor...

Bulbul, "iste nihayet hakiki asigi buldum.,, dedi, "Hic tanimadigim halde onu gecelerce terennum ettim, gecelerce onun destanini yildizlara okudum, simdi kendini goruyorum. Saclari sumbul kadar koyu; dudaklari yureginin titredigi gul kadar al. Fakat ihtiras yuzunu fildisi gibi soldurmus, keder alnima damgasini vurmus.

Genc mektepli, "Prens yarin gece balo veriyor.,, diye soylendi, "Sevgilim de gidecek. Al bir gul goturebilsem gun agarincaya kadar benimle dans edecek. Kirmizi bir gul goturebilsem onu kollarimin arasina alacagim, o da basini omuzuma dayayacak, elleri de avucumun icinde kalacak. Fakat bahcemde hic al gul yok, demek yapayalniz bir koseede oturacagim, o da yanimdan gececek, bana hic bakmayacak, gonlum kirilacak.,,

Bülbül, iste hakiki asik bu dedi, benim terennum ettigimin acisini o cekiyor, bana heves, ona yas. Ask acayip bir sey, muhakkak! Zumrutlerden daha kıymetli, ala aynussemslerden daha degerli. Incilerle lallerle degisilemez, pazara da cikarilamaz. Ne tacirlerden satin alinabilir, ne de altin terazile tartilir ..

Genc mektepli, saz takimi sayvana gecip telli sazlarini calacak, sevgilim de harpla kemanın sesine uyup dans edecek. Oyle hafif dans edecek ki ayaklari bile yere degmeyecek, mabeyinciler de etrafina ususecek, fakat benimle dansetmeyecek, cunku ona verecek al gulum yok. Diye kendini otların ustune atti ve elleriyle yuzunu kapayip agladi...

Kuyrugu havada kucuk bir yesil kertenkele yanindan hizla gecerken sordu,

Niye agliyor?

Bir gunes huzmesinde titreyip duran Kelebek, sahi niye dedi...

Bir papatya yanindakine fisildadi, Evet niye.

Bulbul cevap verdi, bir al gul icin agliyor. Hepsi bir agizdan al gul icin mi diye bagirdilar, ne gulunc sey , kucuk kertenkele de pek mustehzi bir seydi, kahkahayla guldu.Fakat bulbul mekteplinin kederindeki sirri anladi,. Mese agacinda sessiz sessiz oturup askin esrarini dusundu. Birden bire boz kanatlarini acip kendini havaya birakti. Agacli yamaclarin icinden bir golge gibi asti ve bir golge gibi bahceyi dolasti. Cimen tarhin ortasinda guzel bir gul fidani vardi. Bulbul bunu gorunce surgunlerinden birinin uzerine kondu...

Bana al bir gul ver de sana en guzel sarkimi okuyayım..dedi.

Fakat fidan basini iki tarafa salladi. Benim gullerim beyazdir, diye cevap verdi. Denizin kopugu kadar beyaz, daglarin ustundeki karlardan daha beyaz. Fakat eski gunes saatinin etrafında yetisen kardesime git. Belki istedigini o verebilir. Bulbulde eski gunes saatinin etrafinda yetisen gul fidanina gitti.

Bana al bir gul ver de sana en guzel sarkimi okuyayim. Diye seslendi...

Fakat fidan basini iki tarafa salladi. Benim gullerim saridir, diye cevap verdi. Kehruba bir taht ustunde oturan deniz kizinin saclari kadar sari. Tirpancilar tirpanlari ile gelinceye kadar cayirlarda altin top ciceginden daha sari. Fakat mekteplinin penceresinin altında yetisen kardesime git, belki istedisini o verebilir. Bulbul de mekteplinin penceresi altinda yetisen gul fidanina gitti.

Bana al bir gul ver de sana en guzel sarkimi okuyayim, diye seslendi.

Fakat fidan basini iki tarafa salladi. Benim gullerim aldir, diye cevap verdi, Kumrunun ayaklari kadar al, okyanusun kovuklarinda sere serpe dalgalanan mercan kanatlarindan daha al.Fakat kis damarlarimi kavurdu, don tomurcuklarimi kopardi, bora dallarimi kirdi. Bu yil artik hic gul veremeyecegim.

Bulbul, butun istedigim al bir gul diye haykirdi, bir tanecik al gul! Onu elde etmemim hicbir caresi yok mu?

Fidan bir care var, dedi. Fakat o kadar korkunc ki soylemeye cesaret edemiyorum.

Bulbul soyle ben korkmam, dedi.

Fidan al bir gul istiyorsan onu ay isiginda musikiden kendin yaratip, kendi kalbinin kani ile boyayacaksin. Kalbini bir dikene dayayip bana sarki okumalisin; diken kalbini delmeli, can kanin da benim damarlarimdan iceri bosalip benim olmali.

Bulbul, bir al gul icin olum cok yuksek paha diye haykirdi, butun alem icinde hayat cok kiymetli. Yesil koruda oturup altin arabasinda gunesi, inci arabasinda da ayi seyretmek ne guzel! Karacalinin baygin kokusu tatli, vadilere gizlenen mavi boru cicekleri hos, kirlar da biten fundalar sevimli. Fakat gene ask hayattan ustun. Sonra insan kalbinin yaninda bir kusun yuregi nedir ki?

Ve boz kanatlarini acip kendini havaya birakti, bahcenin uzerinden bir golge gibi silindi, bir golge gibi agacli yamactan indi. Hala genc mektepli biraktigi yerde çimende yatiyordu, guzel gozlerindeki yaslar hala kurumamisti.

Bulbul, bahtiyar ol diye haykirdi, bahtiyar ol, al gule kavusacaksin! Ben onu ay isiginda musikiden yaratip kendi kalbimin kani ile boyayacagim. Buna karsilik butun senden istedigim hakiki bir asik olmak zira ask felsefeden akillidir, felsefe de akilliysa da, kudretten daha dehsetlisidir, kudret de dehsetliysede. kanatlari alev rengindedir, alevle boyali vucudu vardır. Dudaklari bal kadar tatli, nefesi karanfil tutsusu gibidir.

Mektepli cimenden basini kaldirip bakiı ve dinledi, fakat bulbulun kendisine ne soyledigini anlayamadi, cunku ancak kitaplarda yazili seyleri bilirdi.Fakat mese agaci anladi, uzuldu, cunku kendi dallari arasinda yuva kuran bulbule pek duskundu.

Bana dedi, son bir sarki oku, cunku sen gidersen pek kimsesiz kalacagim.

Ve bulbul mese agacina sarki okudu, sesi gumus bir testiden dokulen suyun sesini andiriyordu. O sarkisini bitirince mektepli cebinden bir defterle bir kursunkalem çekip cikardi. Agacliktan cikarken kendi kendine, bulbulde sekil var, bu inkar edilemez; fakat duygusu varmı? Hic zannetmem. Tipki bir cok sanatkarlar gibi, bastan basa uslup, samimiyeti hic! Kendini baskasi icin feda etmez, butun dusuncesi musiki; herkes te bilir ki sesinde bazı guzel nagmeler var. Yazik bunlar hicbir mana ifade etmiyor, ameli bir isede yaramiyor, diye odasina gidip kucuk ot yatagina uzandi ve sevgilisini dusunmeye basladi, az sonra da uykuya daldi.

Gok yuzunde Ay gorununce Bulbul gul fidanina gidip gogsunu dikene dayadi. Butun gece gogsu dikende ottu, buz gibi billur Ay da sarkip onu dinledi. Butun gece ottu, diken gogsunden iceri girdi, ve can kani vucudundan cekildi.Ilkin oglanla kizin icinde dogan aski terennum etti ve Bulbulun sarkilari birbiri arkasina siralandikca gul fidaninin en ust surgununden yaprak yaprak nefis bir gul acildi. Once ucuk bir rengi vardi, nehirlerin uzerine serilen sis kadar ucuk, sabahin ayaklari kadar soluk, ilk alaca karanligin kanatlari gibi gumustendi. Tipki bir gulun gumus bir aynaya vuran aksi, gumus bir suya vuran golgesi nasilsa gul fidaninin en ust dalinda acilan gul oyleydi.

Fakat Gul fidani Bulbule, dikeni daha siki yaslan diye seslendi, daha siki yaslan kucuk Bulbul, daha siki yaslan yoksa gul bitmeden gun dogacak.

Bülbül dikene daha siki yaslandi ve otusu kat kat yukseldi, cunku erkekle kizin ruhundaki ihtirasin dogusunu terenmun ediyordu. Ve gulun yapraklarini hafif bir pembelik burudu, tipki gelinin dudaklarini ilk opusunde guveginin yuzunu kaplayan pembelik gibi. Fakat daha diken gulun kalbine degmemis, gulun kalbi beyaz kalmisti, cunku gulun kalbini ancak bulbulun kalbindeki kan kizartabilirdi. Fidan bulbule, daha siki yaslan diye seslendi, daha siki yaslan kucuk bulbul, yoksa gul bitmeden gun dogacak.

Bulbul dikene daha siki yaslandi, diken de Bulbulun kalbine degdi, ve butun vucudunda aci bir izdirap urperdi. Yana yana acidi, aci aci ottu, cunku olumle tamamlanan aski, mezarda olmeyen aski terennum ediyordu.

Nefis gul kizardi, tipki sark havasinin gulu gibi. Yapraklarin cevresi kalp kipkirmiziydi, kipkirmizi kalp yakut gibiydi.

Fakat Bulbulun sesi hafifledi, kanatlari titremeye basladi, gozune bir perde geldi, sarkisi gitgide soldu, soldu, bogazina bir sey dugumlenir gibi oldu. Son coskun bir nagme saldi, beyaz Ay isitti, fecri unuttu, gok yuzunde kalakaldi. Al gul duydu butun vucudu urperdi ve yapraklarini soguk sabah havasina serdi. Aksiseda onu kirlardaki eflatun magarasina tasidi, uyuyan cobanlari ruyalaiından ayirdi; nehrin sazlari uzerinden esti, onlar da haberini denize goturdu.

Fidan, bak bak dedi! Artık gul tamamlandi. Fakat Bulbul cevap vermedi, cunku uzun cayirlarin icinde, kalbinde diken, olu yatiyordu.

Ogleyin mektepli penceresini acip disariya bakti.

Aman ne essiz bir talih! Diye haykirdi, iste al bir gul! Butun omrumde hic boyle bir gul gormedim. O kadar guzel ki mutlaka uzun Latince bir adi vardir. Ve uzanip kopardi. Sonra sapkasini giyip elinde gulle kosa kosa profesorun evine gitti.

Profesorun kizi kapi onunde oturmus bir makaraya mavi ipek sariyor, kopegi de ayaginin dibinde yatiyordu. Mektepli, al bir gul getirirsem benimle dansedeceginizi söylemistiniz, dedi. Iste butun dunyanın en al gulu. Bu gece tam kalbinizin ustune takacaksiniz biz dans ederken sizi nasıl sevdigimi o anlatacak.

Fakat kizin kaslari catildi.

Galiba esbabima yarasmayacak, cevabini verdi, sonra Basmabeycinin yegeni bana halis mucevher gondermis, herkeste bilir mucevherle ciceklerden cok pahalidir.

Mektepli hiddetle, vallahi pek nankormussunuz, diye gulu sokaga firlatti; gul oradan su yoluna dustu ve uzerinden bir arabanin tekerlegi gecti.

Kiz, nankor ha dedi. Ben size bir sey soyleyeyim mi? Siz pek kabasiniz; nihayet siz kim oluyorsunuz? Bir mektepli parcasi. Eminim ayakkabinıida bas mabeyincinin yegenindeki gibi gumus toka bile yoktur, diye sandalyesinden kalkip eve girdi.

Mektepli disari cikarken, ask ne sacma seymiş dedi, mantigin yarisi kadar bile faydasi yok, cunku hicbir sey ispat etmiyor, sonra daima olmayacak seylerden birini soyletiyor, insani da dogru olmayan seylere inandiriyor. Dogrusu hicbir ameli faydasi yok. Hem bu asirda ameli olmak her seyin basi, ben gene felsefeye donup metafizikle ugrasayim, diye odasina gitti ve koskoca tozlu bir kitap cikarip okumaya basladi.

 

NARKISSOS'UN HIKAYESI


Narkissos adli, kendi guzelligini hergun bir golun sularinda seyretmeye
giden yakisikli bir delikanlinin efsanesi.
Bu delikanli kendi goruntusune oylesine vurgunmus ki, gunun birinde gole
dusup bogulmus. Onun gole dusup boguldugu yerde de bir cicek acmis, bu cicege
nergis adi verilmis.
Tatli su golunun kiyisina gelen orman tanricalari Oreas'larin onu bir
aci gozyasi kavanozuna donusmus olarak bulmuslar.

-Neden agliyorsun? diye sormus Oreas'lar.

-Narkissos icin agliyorum, diye yanitlamis gol.

-Ne var bunda sasilacak, demis bunun uzerine orman tanricalari. Bizler ormanlarda
bosu bosuna onun pesinde dolasir dururduk, ama onun guzelligini yalnizca sen
gorebildin yakindan.

-Narkissos yakisikli bir genc miydi? diye sormus gol.

-Bunu senden daha iyi kim bilebilir ki? diye karsilik vermis iyice sasiran Oreas'lar.
Hergun senin kiyilarina gelip sularina bakiyordu.
Gol bir sure sessiz kalmis. Sonra soyle konusmus:

-Narkissos icin agliyorum, ama onun yakisikli oldugunu hic farketmedim ben. Narkissos
icin agliyorum, cunku sularima egildigi zaman, gozlerinin derinliklerinde kendi
guzelligimin yansimasini gorebiliyordum.

 

MUTLULUGUN GIZI


Bir tuccar Mutlulugun Gizi'ni ogrenmesi icin oglunu insanlarin en bilgesinin
yanina yollamis. Delikanli bir çölde 40 gun yurudukten sonra, sonunda bir tepenin uzerinde
bulunan guzel bir satoya varmis. Soz konusu bilge burada yasiyormus.Bir ermisle karsilasmayi bekleyen bizim kahraman, girdigi salonda hummali bir manzara ile karsilasmis: Tuccarlar girip cikiyor, insanlar bir kosede sohpet ediyor, bir orkestra tatli ezgiler caliyormus; dunyanin dort bir yanindan gelen lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmis.Bilge sirayla bu insanlarla konusuyormus ve bizim delikanli kendi sirasinin gelmesi icin 2 saat beklemek zorunda kalmis.

Delikanlinin ziyaret nedenini aciklamasini dikkatle dinlemis bilge, ama Mutlulugun Gizi'ni
aciklayacak zamani olmadigini soylemis ona. Gidip sarayda dolasmasini, kendisini 2 saat sonra
gormeye gelmesini salik vermis.

"Ama sizden bir ricada bulunacagim," diye eklemis bilge, delikanlinin eline bir kasik verip
sonra bu kasiga iki damla sivi yag koymus. "Sarayi dolasirken bu kasigi elinizde tutacak ve yagi
dokmeyeceksiniz".

Delikanli sarayin merdivenlerini inip-cikmaya baslamis, gozunu kasiktan ayirmiyormus. 2 saat
sonra bilgenin huzuruna cikmis.

"Guzel, demis bilge, peki yemek salonumdaki Acem halilarini gordunuz mu? Bahcivan Basi'nin
yaratmak icin on yil calistigi bahceyi gordunuz mu? Kutuphanemdeki guzel parsomenleri farkettiniz mi?"

Utanan delikanli hicbir sey goremedigini itiraf etmek zorunda kalmis. Cunku bilgenin kendisine
verdigi iki damla yagi dokmemeye cabalamis, baska bir seye dikkat edememis.

"Oyleyse git, evrenimin harikalarini tani," demis ona bilge. " Oturdugu evi tanimadan bir insana
guvenemezsin."

Ici rahatlayan delikanli kasigi alip sarayi gezmeye cikmis. Bu kez, duvarlara asilmis, tavanlari
susleyen sanat yapitlarina dikkat ediyormus. Bahceleri, cevredeki daglari, ciceklerin guzelligini,
bulunduklari yerlere yakisan sanat yapitlarinin zarafetini gormus. Bilgenin yanina donunce, gorduklerini
butun ayrintilari ile anlatmis.

"Peki sana emanet ettigim iki damla yag nerede?" diye sormus bilge. Kasiga bakan delikanli,
iki damla yagin dokulmus oldugunu gormus.

"Peki," demis bunun uzerine bilgeler bilgesi,"Sana verebilecegim tek bir ogut var: Mutlulugun Gizi
dunyanin butun harikalarini gormektir, ama kasiktaki iki damla yagi unutmadan."

 

Umarim hikayeleri zevkle okumussunuzdur. Tabiki devami gelecek. Sizlerden de bunlara benzer hikayeler bekliyorum, hadi bakalim is basina.

Cilgin Bedis