TUZAKLAR KARŞISINDA İSLAMİ TAVIR
-2-


c. Hz. Yusuf:
Tuzaklar karşısında müminlerin sığınacakları varlık Allah'tır. O Müslümanlara yardım eder. Yeter ki onlar gönülden bağlanan kullar olsunlar: "Yusuf: "Ya Rabbi! Zindan bana bunların davet ettikleri şeyden daha güzeldir. Eğer bu kadınların tuzağını benden defetmezsen, ben onlara meylederim ve cahillerden olurum." Dedi. Bunun üzerine Rabbi, duasını kabul buyurdu da, kadınların tuzağını ondan bertaraf etti. Çünkü Allah işiten ve her şeyi bilenin ta kendisidir. (Yusuf 12/33-34)

Yusuf acizliğinin farkındadır. Tuzağa düşmek korkusuyla Allah'tan yardım istiyor. İnsan olduğu bilinciyle hareket ediyor. Allah onun direncini artırıyor. (S. Kutub, VI, 256) Hz. Yusuf'un bu duasının anlamını tamamıyla kavrayabilmek için içinde yaşadığı dönemin şartlarını veren zihni bir tablo çizmemiz gerekecektir. Bu pasajın ışığında tablonun şöyle bir şey olması gerekiyor: Çiçeği burnunda, yirmi yaşında yakışıklı bir genç var. Zorla köleleştirilip sürülmek suretiyle Mısır'a getirilmiş. Çöl hayatının kendisine kazandırdığı sağlık ve dinçlikle mücehhez.. Talih kendisini, döneminde dünyanın en medeni ülkesinin başkentinde üst tabakadan bir bürokratın evine yerleştiriyor. Gece gündüz içinde yaşamak zorunda olduğu evin hanımı kendisine aşık oluyor ve onu tahrik edip baştan çıkarmaya çalışıyor. Yakışıklılığı kentte dillere destan oluyor ve kentin diğer kadınları da kendisine meylediyorlar. Şimdi, can alıcı durum işte buradadır. Her tarafı kendisinin ansızın kıskaca alıp yakalayacak yüzlerce cazip tuzakla çevrilidir. İnsani duygularını galeyana getirip cezbedecek tüm vasıtalar devreye sokulmuştur. Her gittiği yerde tüm cazibe ve büyüsüyle bir pusu ve pusunun altında yatan günahla karşı karşıyadır. Tüm pusular onu gaflete düşürüp kendi içlerine çekmek için fırsat kollamaktadırlar. Şartlar onu günaha teşvik etmektedir hep. Fakat bu muttaki genç adam başarıyla bu imtihandan geçer, zikre şayan bir nefs murakabesiyle şeytanın iğvasından kurtulur. Fakat kayda değer olan daha önemli bir durum vardır ki, böylesi kışkırtıcı şartlar altında gösterebildiği takva örneği onda hiçbir gurur hissi uyandırmaz. Diğer taraftan Rabbine kendisini günah tuzaklarından koruması için tam bir teslimiyetle yakarır. Çünkü insanoğlunun bu konudaki, ortak zaafını bilmektedir.: "Rabbim ben zayıfım, sonunda bu tahriklerin dayanma gücümü aşmasından korkarım. Beni tuzağına çeken bu tür bir günahı işlemektense zindana girmeyi tercih ederim."
Aslında bu, Hz. Yusuf'un eğitimi için oldukça kritik ve önemli bir dönemdi. Bu sıkı imtihan o zamana dek kendisinin bile farkında olmadığı bilkuvve halindeki erdemleri bilfiil hale getirmişti. Bütün bunlardan sonra anladı ki, Allah kendisine tevazuun, sadakatin, takvanın, izzetin, adaletin, murakabenin ve ruhi dengenin, en mükemmel niteliklerini bahşetmiştir ve o da bu niteliklerini Mısır'da iktidarı ele geçirdiğinde tam tekmil kullanmıştır.

Allah kendisine pusu kuran tüm vasıtaları etkisiz hale getirmek suretiyle Hz. Yusuf'u onların tuzaklarından uzaklaştırdı. Bu ayetin ihtiva ettiği bir şey daha vardır: Allah onların tuzak ve tahriklerinden Hz. Yusuf'u korumak için ona zindan kapılarını açtı.

d) Hz. Muhammed (s):
Önceki peygamberlerin izinden giden Hz. Muhammed (s) dönemindeki müşrik liderlere karşı aynı tepkileri veriyor: "De ki: "Ortaklarınızı çağırın. Ardından bana tuzağınızı kurun da bana göz de açtırmayın." (Araf 7/195) bu, putperest Arapların, "Eğer ilahlarımıza karşı gelmekten vazgeçmezsen onların gazabına uğrayacak ve helak olacaksın" diyerek Hz. Muhammed (s)'e yönelttikleri tehditlerinin cevabıdır. Müşrikler Hz. Muhammed'i ilahlarının çarpacaklarını düşünüyorlardı. Tuzak kurmaya onların ibadet ettikleri putlar ile birlikte çağrılmaları ondan kaynaklanıyordu. (Kutub, IV, 490-492) Bu ilahların çarpacağına dair anlayış Hud toplumunda da vardı: "Yalnız deriz ki: 'Herhalde ilahlarımızdan bazısı seni çarpmış olacak' (Hud 11/ 54) Yüce Allah, Resulü'ne, bu müşriklerin tanrı diye tapındıkları bu varlıkların eğer güçleri yetiyorsa, kendine zarar vermesi için tuzak hazırlamalarını teklif etmesini ve böylece onlara meydan okumasını emretmektedir. Ardından kendisine kitabı indiren Allah'ın, onu ve salihleri veli ve dost edindiğini açıklamasını emretmektedir. Allah'ın veli edindiği kimseye ise, yaratılanların hiçbiri bizzat Allah'ın bilmiş olduğu bir hikmet dolayısıyla -O'nun dilemesi hali müstesna- zarar veremez. (S. Havva, V, 377-378)Üstünlük, hakimiyet ve yardımcı olmak bakımından bu vasıftaki kimse ise, hak olan ilahtır. Şu ne kendilerine ne de kendilerine tapanlara hiçbir yardım ve faydası dokunmayan, hiçbir şey işitemeyen ve göremeyen uydurma ilahlar değil.

Son çare hicret
Hicretin birkaç anlamı vardır: Birincisi, en genel anlamda olanı ki, yüce Resulümüzün doğup büyüdüğü Mekke’den hicret etmek suretiyle, İslâm’a davet ve tebliğ görevini, bir başka uygun mekan olan Medine’de devam ettirmesi...
İkinci anlamı ise, İslâm’ı yaşama imkanı verilmeyen bir yerden, İslâm’ın daha rahat yaşanabileceği bir mekana intikal etmektir. Bu da oldukça meşhur bir anlamdır. İnsanın yaratılışının gayesi olan “kulluk” görevini layıkıyla yerine getirme çabasıdır.
Üçüncü anlamı da, Allah’ın yasak ettiği her şeyi terkederek Allah’ın emrettiği şeylere yönelmektir. Bu da kulluğumuzun bir gereğidir.

Allah’ın emirlerini rahat yaşayabilecek imkanlar aramak, şer ve haramlardan kaçıp, kulluğumuzu yerine getirmek anlamındaki hicret, dünya var oldukça devam edecektir. Çünkü dünya hayatımız sürdükçe, can tende oldukça kulluk görevimiz devam edecektir.

Allah’ın arzı geniştir. Dünyayı ve içindekileri insanın istifadesi için yaratmıştır. Allah’ın kullarının İslâm’ın hükümlerinin inandıkları gibi yaşayabilecekleri imkanları mutlaka var etmiştir. Mesela Habeşistan’a hicretin sebebi neydi?
Hz. Peygamber (sav) döneminde hicret Kureyş'in kurduğu tuzağın boşa çıkması için yapıldı. (Enfal 8/30) Bu tuzak Kureyşliler Hz. Muhammed (s)'in Medine'ye hicret edeceğini öğrendiklerinde kurulmuştur. Müşrikler, Peygamber(s)'in Mekke'den hicret etmeyi başarırsa, ulaşamayacakları bir yere gitmiş olacağını ve engellenemez bir hal alacağını hissettiler. Bu nedenle, onunla ilgili kesin bir karara varmak amacıyla ileri gelen liderler Dar'un-Nedve'de toplandılar. Bazıları onun zincire vurulup ömür boyu hapsedilmesi gerektiğini söylediler. Fakat bu görüş kabul edilmedi. Çünkü arkadaşlarının onun davasını yürüteceğinden ve güç kazanır kazanmaz hayatları pahasına da olsa onu kurtarmaya çalışacaklarından korkuldu. Bazıları da onun Mekke'den sürülmesi gerektiğini ifade ettiler. Çünkü bu en azından kendi aralarında yarattığı karışıklığa bir son verecekti. O zaman onunu nerede yaşadığı ve ne yaptığı kendilerini ilgilendirmeyecekti. Fakat Kureyşli liderler bu görüşe karşı çıktılar ve şöyle dediler: "Bu adamın çok etkileyici bir konuşması ve kalpleri kazanma yeteneği vardır. Eğer buradan ayrılırsa başka Arap kabilelerine gider, onları kendi tarafına kazanır ve güçlendikten sonra tekrar dönüp Mekke'ye saldırır." En sonunda Ebu Cehil kendi planını öne sürdü: " Her aileden genç, soylu ve güçlü bir adam seçelim. Onlar hep birden saldırıp Muhammed'i öldürsünler. Böylece kan diyeti bütün Kureyş kabileleri arasında ortak olacak ve Muhammed'in ailesi olan Benu Abdu Menaf bütün kabilelerle savaşmaya güç yetiremeyeceği için kan diyetini para olarak kabul etmek zorunda kalacaklardır." Bu plan oy birliği ile kabul edildi. (Mevdudi, II, 153)Ancak Rabbimiz onların planlarını boşa çıkardı.

Müslümanların Habeşistan ve Medine'ye yaptıkları hicretler davetin geçirdiği birçok tarihsel merhalenin bulunması gereği peş peşe ve art arda gerçekleşmiş olmalarına rağmen tek bir sebebe dayanıyorlardı. Örneğin ilk Müslümanların hicretleri müşrikler tarafından maruz bırakıldıkları eziyet ve işkencelerden kaçıştı. Müşrikler onlara çeşit çeşit işkenceler yapıyorlar, kendilerini değişik baskılara maruz bırakıyorlardı. Hz. Muhammed (sav)'in hicreti ise yalnızca ölümden kaçış sebebiyle değil, aynı zamanda vahiyle gelen emirden dolayı idi.(Halefullah, 164)Bu emir, Medine'nin İslam davetinin merkezi ve Arap ve Arap olmayan toplumlarda köklü değişiklikler meydana getirecek devrimcilerin menbaı haline dönüşmesini amaçlıyordu

Kafirlerin kurdukları tuzaklara karşı peygamberlerin tavırları nettir. Kimse onların yaptıklarından, söylediklerinden şüphe etmemektedir. İslami tavır da zalim tutumların karşısında izzetli durmak şeklinde kendisini gösterir. Peygamberlerin tarih boyunca gösterdiği budur. Bu tavrın sonucunda hak ve batıl herkese zahir olur. Sonuçta baskılar artınca tebliğ imkanı bulunamazsa çözüm önce zihinsel sonra da fiziki anlamda hicret ederek yeni kazanımlar elde etmekte aranmalıdır.

kaynakça
Halefullah, Ahmet; Hz. Muhammed ve Karşıt Güçler, Çev: İbrahim Aydın, İstanbul, Birleşik Yay., 1992, 164)
Havva, Said, el-Esas fi't-Tefsir, Çev: M. Beşir Eryarsoy, 16 cilt, İst., Şamil Yayınevi, 1990
Kutub, Muhammed, İslami Açıdan Tarihe Bakışımız, Çev: Talip Özdeş, İst., Risale Yay., 1990
Mevdudi, Ebu'l Ala, Tefhim'ul Kur'an, Çev: Muhammed Han Kayani ve diğerleri, 7 cilt, Istanbul, İnsan Yay., 1986
Zemahşeri, Keşşaf, 4 cilt, Beyrut, Dar’ül Kütüb-il İlmiye, 1995