Kütlür kelimesinin sosyoloji ve psikoloji bakımından ifade tarzı
olarak çeşitli tanımları var ise de
bunlar sonuç itibari ile aynı noktaya işaret ederler. Bunlardan
birkaç örnek vermek gerekirse;
Kültürün sahip olduğu millilik özelliği medeniyette mevcut değildir. Kültürün bir millete ait olması ve tarihi bulunması gerekirken medeniyette bu şart aranmaz. Çünkü, bir medeniyetin Dünya milletleri tarafından kabul görmesi için onun milletlerarası ortak değerler konuma yükselmesi gerekir. Örneğin, Batı medeniyetini oluşturan ve Dünya milletlerine kabul ettiren pozitif bilim ve onun sonucunda dogan teknoloji, refah ve hür düşünce ortamıdır. Kısaca, belirli bir topluluğa ait toplumsal ve teknik kurumlar kültürü, milletlerarası toplumsal ve teknik kurumlar medeniyeti meydana getirir. Yani, bir medeniyete üye olan her millet ayrıca bir kültürün parçası ve üyesidir. Batı medeniyetini oluşturan milletler, ekonomik, siyasi, teknoljik alanlarda bir bütün oluşturmaktadır. Ancak herbiri ayrı bir kültüre sahiptir: ayrı dilleri konuşurlar, örf ve adeleri, ahlak anlayışları, güzel sanatları, edebiyatları birbirlerinden farklıdır. Hatta aynı dine mensup olmalarına ragmen, dinlerini algılayış, yaşayışları ve dine karşı tutum ve davranışları farklıdır. İşte burada göstermeye çalıştığım farklılıklar, ayrı davranış, bakış ve anlayış tarzları her miletlerin kültürünü meydana getiren unsurlardır. Bu farklılıklar birdenbire varolmuş, ortaya cıkmış değildir. Geçmiş yüzyıllardan akıp gelen özgün değelerdir. Buda kültürün diğer bir özelliğini, kültürün medeniyetten eskiliğini oryata koyar. Kültür medeniyetten eski ve etkilidir. Çünkü, kültür nesilden nesile intikal eder. Her doğan bebek kendi özellikleri olan bir kültürün içinde doğar, onlarla büyür, onlarla yoğrulur ve kendinden sonraki nesilere aktarır. Burada kültürün devamlilik özelliği ortaya çıkar. Medeniyetin böyle bir özelliği yoktur, olmamıştır. Yunan kültürü bugün hayattadır, ancak Helen medeniyeti tarihin tozlu sayflarında yerini almıştır. Değindiğim kültürün bu üstün özelliklerinden dolayı yüzyıllardan kopup gelen, atayadigarı milli kültürün yerine yeni bir koymak imkansızdır. Ancak bu tip iddialara ve bunu amaçlayanlara rastlanmakatadır. Bunun olanaksızlığı ortadır. Çünkü, bunu başarmak için bir milleti oluşturan bütün fertlerin topyekün yok edilmeleri ve yerlerine yerine bir millet koymak gerekmektedir. Nasıl ki bu imkansıza, varolan bir kültürün yerine yeni bir kültür yaratıp koymak da imkansızdır.
Kültür her ne kadar devamlı ve eski ise de değişmez değildir. Tam tersinde değişim kültürün özelliklerinden biridir. Bazı çevrelerin düşündüğü gibi kültür asla bir dogma değildir. Değişmeyen ve yenilenmeyen bir kültürün devamlılığını sağlaması da güçleşir. İnsanlık, teknolojı ve bilimdeki gelişmelerin, toplumlarası ilişkilerin toplumlar üzerinde karşıklı etkiler yaratması kaçınılmazdır. Bir önceki bölümde değindiğim milletlerin temel unsur ve yaşsam kaynaklarından olan dilin değişimini buna örnek verebilirim. Hergün yeni keşifler, fikri ve felsefi icatlar yapılırken dil nasıl bu değişinmlerin dışında kalabilir? Birkaç yüzyıl hatta yıl önce toplumlarca red edilen, cezalandırılan, nefret ve tiksinti ile karşılanan davranışlarının bugün normal karşılanması işte kültürün değişmeye açık olduğunun en güzel örneğidir. Tabii ki toplumlara zorla kabul ettirilmeye çalışılan unsurları bu söylediğimin dışında tutuyorum. Kültürler her ne kadar değişime açıksa da, bu değişimler kültürlerin temel prensip, kurum ve kurallarına nüfüz etmezler-edemezler. Yüzyıllar içinde meydana çıkan ve kültürleri etkileyen bu değişimler o denli etkili olsalar idi kültürün devamlılık ve eskilik özelliklerinden bahsetmek mümküm olmazdı. Toplumların dinsel yaşayışlarından örnek vermek gerekirse; birçok reform devresi geçiren, protestan, anglikan vb. kiliselere ayrılan Hiristiyanlığın halen Hz.İsa'nın ve onun havarilerinin öğretilerine dayanması verilebilir. Kısaca, kültürler değişime açıksa da, milli kültürlerin temel prensipleri sarsılmaz ve değişmezdir.
Bu prensipleri bir insanın vücüdunu meydana getiren organlara benzetmek
yanlış olmaz. Nasıl ki insan vücüdu kendi bünyesine uygun olmayan organları,
kanı, dokuları red eder toplumlar da öyledir. Bunları o vücüda zorla
kabul ettirmek gibi bir şansınız yoktur. Yine insan bedeni gibi kültürlerin
kendilerine has bir otokontrol ve savunma mekanizması vardır.Zaten kendi
öz kültür dinamiklerine sıkı sıkıya bağlı bir millet, bu tarz dış zorlama
ve telkinlere fırsat ve izin vermez. Bunun en güzel örenğini birbirleri
ile içiçe geçmelerine rağmen kendi milli özbenliklerini yüzyıllarca muhafaza
eden eski Yunan ve Roma kültürleridir. Güçlü bir devlet yönetim tarzı olan
eski Roma, eski Yunanı bu yönden etkisi altına alırken eski Yunan da ileri
olduğu felsefe, sanat alanlarında eski Roma'yı etkilemiştir. Ancak kendilerine
has özelliklerinden ne zorla, ne isteyerek vazgecmememişerdir. Bizim Türk
ırkı olarak tarihten gelen en büyük ve belki de tek hatamız, negatif yönümüz,
aşırı hoşgörü ve iyiniyetimiz nedeni ile dış etkilere fazlası ile açık
olmamızdır. Öyle ki yönettiğimiz toplumların, ele geçirdiğimiz topraklar
üstünde varolan etkilerin çekimine tarih boyunca girme hatasına her dönemde
düşmüşüzdür. Geçmişte "Çin'in ipeğine, Arap'ın dinine*"(bkz. Kutluk
Kaan Sümer, Türkeli Gazetesi, Sayı 2.) kanarak özbenliğinden kopan
milletimiz şimdi de batının refah düzeyinin çekimine girmiş görünmektedir.
Oysa ki ne iyi bir müslüman olmak için Arap gibi yaşamaya, ne de "Çağdaş
Uygarlık Düzeyi'ne" ulaşmak için fason batılı olmaya gerek vardır.
Kendine has bir kültürü olan Türk milleti, uluslarası bir medeniyetin parçası
olabilir, ki hedeflediğmiz Ata'mızın çizdiği yolda "Çagdaş Medeniyet" düzenidir.
Ancak bu milletimizin kültürünün yok olması, yok sayılması demek değildir.
Her zaman en güzeli gören, en güzeli söyleyen, Ulu Önderimiz, Büyük
Türk Ata'mızın dediği gibi: "Biz Batı medeniyetini taklitçilik
yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize
uygun buldğumuz için, Dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz."
O büyük insan yüzyıllardır ümmet bilinci içinde kendine sırt dönmüş uyuyan
bir devi silkeledi, onu uyandırdı, onun tertemiz kanından milli bir devlet
yarattı ve son noktayı koydu: "Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür".
Bizler nasıl bu ülkenin sınırlarını korumak için bu milletin huzurunda,
ona ve Ata'mıza yüzlerce kez and içti isek, aynı şekilde bu milletin kültürünü
korumak ve yaşatmak için birer neferiz. Sınırlarının da, yüreginin de,
aklının da, bedeninin de bekçisiyiz. Sınırlarına nasıl el sürdürtmez isek,
yüreğine sızı, aklına nifak, bedeninde hastalık sokulmasına mani oluruz.
Bu bilinsin...
Peki bu kadar önemli olan milli kültürün gücü nereye kadardır? Bir kere kültür ve millet içiçe geçmis iki kavramdır. Biri olmadan diğerinin varolması mümkün olmayacaği gibi, ikisinin ayrı ayrı da varolması mümkün değildir. Milletler kültürleri yaratır, kültürleri de onları yaşatır. Kültür milletlerin hayatına yön vereceği gibi, milletler tarafından zenginleştirilen, güçlendirilen, yükseltilen kültür de bilimsel ve toplumsal alanda yeniliklere yol açarak milletlerin hayatına direkt etki sosyal, ekonomik ve psikolojik etkiler doğurur. Denilebilir ki millet ve kültür birnevi işbirliği içindedir.
Uluslarası alanda da kültürel etkileşimler de toplumların yaşayışlarında önemli bir yer tutar. Burada güçlü olan kültür, karşısındakı kültür güçsüz ise onu etkisi altına alır. Her nekadar kütlürel değişimden yana olmak lazım ise de, kuvvetlı dış etkiler altında ezilmemek, özbenliğini muhafaza edebilmek için milli kültürü güçlü ve uyanık tutmak esastır. Yukarıda bahsettiğim üzere kültürlerin kendi savunma ve otokontrol mekanizmaları vardır. Ancak herzaman aynı mukavemeti beklememek lazımdır. Eğer uyanık olunmasa, güçlü dış tesirlere geniş etki alanı verilirse, kültürler temsil ettikleri milletle birarada yok olmaya mahkumdurlar. Tarihte bunların örnekleri çoktur. Her alanda güçlü olmak, milli kültüre ve millete dayanan bir hukuk sistemi, sanat, edebiyat, ekonomik yaşam vb. oluşturmak lazımdır. Bunu yapan milletler zaten kendi karakterine uygun olanı değişimi benimsemek, uymayanı red etmek lüksüne ve özelliğine sahiptirler. Batıya bakarsanız her birı bu dediğimi yapmış, ve dış tesirler kendi bünyelerinde kayda değer değişiklikler ve tahripler yapmamıştır. Yoksa, iktisadi ve askeri birlik oluşturdukları gibi, kültürel farklılıklarını ve sınırlarını ortadan kaldırır tek topluluk-tek ülke haline gelirlerdi.
Tarihteki dönüm noktaları ve ses getiren hadiselerin tümünün temel faktörü milli kültürde gizlidir. Kurtuluş savaşımız bizden, Fransız İhtilali ise dışarıdan bir örnek olarak verilebilir. Kurtuluş savaşı başlatan Türk milletinin esareti kabul etmeyen yapısından ileri gelmesiyle birlikte, bunu uyandıran Jöntürkler'in (JeuneTurC)(bkz. Jöntürklerin Siyasi Fikirleri, Şerif Mardin) ve Ziya Gökalp, Ali Suavi, Osman Nuri Peremeci, Mithat Paşa gibi Türkçülerin yaptığı çalişmalar,verdikleri eserler, çıkartıkları gazeteler(Muhbir, Tasviri Efkar, Hürriyet, Ulum, Babıali, Republique vb.)(Türkçüler ve yayınları hakkında daha geniş bilgi için bkz. Türkçülük ve Türkçülük Mücadeleleri Tarihi, Ali Kemal Meram) ve el ilanları. ve Türk Ocakları(bkz. Türk Ocakları, Füsun Üstel) gibi derneklerin yurt sathında yaptıkları çalışmalardır. Diğer yandan Fransız İhtilali'nin vücüt bulması da da Voltaire, Montesquieu, Diderot, Rousseau gibi ihtilalcilerin ve Danton, Robespierre gibi kültür adamlarının calışmaları sonucunda olmuştur. Hatta rahatlıkla ve kesin olarak diyebilirim ki; Türkiye Cumhuriyeti, Türk milli kültürünün en son ve en nadide çiçeğidir.
Türk milli kültürü, bozkırlardan bugüne değin tarihin her safhasında, hak anlayışı, adalet ve insan sevgisi, bağımsızlık uğruna ölme utkusu, samimi-yapmacıklıktan uzak dili , yaratana saygısı-O'ndan dolayı yaratılana saygısı, sanatı, hamleci ruhu, yöneticilik vb. vasıfları ile Dünya milletlerine örnek olmuş, sayılı dostlarında hayranlık, sayısız düşmanlarında kıskançlık ve düşmanlık duyguları uyandırmıştır. Bütün amaçlarımızı ve amaçlarımız doğrultusunda kuracağımız kurum ve kuruluşları, milli kültürümüzden gelen bu tarihi özelliklerimiz üstüne inşaa etmeli ve bunun içinde milli kültürümüzü yakından tanımalı, tanıtmalı ve yara almadan sonsuza değin yaşaması için çalımalı, en önemlisi de herzaman uyanık olmalıyız.
Türk kültürünün diğer bir özelliği de onu diğer kültürelerden kalın
ve kesin bir çizgi ile ayırır. Türk kültürü bugün Cin Seddi'nden Balkanlar'a
ve hatta gurbetçilerimiz vasıtası ile Dünya'nın dört bir yanında yaşamaktadır.
Kültürümüzü iyi kavrayabilmek için bu bütünü ele almak lazımdır. Türkiye
Türk Kültürü, çeşitli coğrafi bölgelere yayılmış büyük Türk kültür dairesinin(Cycle
Culturel) bir alt kategorisi(Sub-Culture), bir kültür cephesidir(Facies
Culturels)(Bu tanımlar için bkz. G.Montadon & Albert K.Kohen).
Türk Milli Kültürü, Azerbaycan, Kıbrıs, Balkanlar, Ural, İdil vb. kültür
cephelerinin toplamıdır. Parçalardan yola bakarak bir sonuca varılamayacağı,
ancak parçaları anlayabilmek için bütünün anlaşılması gerektiği Aristo'dan
beri gelen temel mantık kaidelerindendir. Yani kendimizi tanımak,
kültürümüzü tanımak için büyük Türk kültürü dairesini bilmeli, anlamalı,
özümsemeliyiz. Bunu başaran, milli kültürüne inanan, akıl ve bilim yolunu
terk etmeyen her Türk genci, bu güçle, kibir, kuruntu, bencillik, aşağılık,
ezilmişlik, maddiyatcılık gibi olgulardan tamamen sıyrılacak, içindeki
manevi ve ilahi güç ile, vatanı, milleti, soydaşları ve insanlık için sonsuz
çalışma istegi va hazzını duyacak, her zaman daha iyiyi, daha yararlı olanı
bulmak için yorulmaksızın çalışacak, kendi çıkarlarını her zaman arka plana
atacak, kısaca Uluların Ulusu, Büyük Türk Başbuğu, Ata'mızın hayal
ettiği; "HUDUTSUZCA YÜKSELEN TÜRK OLACAKTIR!".