Einstein'in Hayatı

1879: Almanya'nın Ulm kentinde doğdu. 1894: Aile, Albert'i Münih'te bırakarak İtalya'ya taşındı. 1895: İsviçre'ye taşındı. 1900: Zurich Polytechnic'ten mezun oldu. İsviçre vatandaşlığına geçti. 1903: Mileva Malich ile evlendi. 1905: Özel Görecelik Teorisi de dahil olmak üzere, bilim dünyasında deprem etkisi yapan üç makalesi yayımlandı. 1909: Bern'deki patent bürosundan istifa etti. 1913: Berlin'deki Kiser Wilhelm Enstitüsü'nde Fizik Direktörü oldu. 1916: Genel Görecelik Teorisi ile ilgili yazısı yayımlandı. 1919: Mileva'yla boşanıp kuzeni Elsa Löventhal ile evlendi. 1919: Görecelik Teorisi'nin doğrulanmasıyla tüm dünyada tanındı. 1929: Birleşik Alan Teorisi'nin ilk versiyonu yayımlandı. 1933: Nazilerin ölüm tehditlerinden sonra, ABD'ye göç etti. Princeton'daki İleri Çalışma Enstitüsü'nde sürekli bir görevi kabul etti. 1939: Atomun parçalanması haberini alıp ABD Cumhurbaşkanı Roosevelt'i uyardı. 1940: Amerikan vatandaşlığına geçti. 1946: Nükleer silahlara karşı tutumu yüzünden komünist yandaşı olmakla suçlandı. 1950: Mc Carthy tarafından suçlandı. 1955: 76 yaşında Princeton'da öldü.

Küçük Albert ve pusulası

Küçük bir çocukken, akranları konuşmaya başlamış, ama Albert daha bir kelime bile telaffuz edememişti. Ailesi çok üzülüyor, anormal olmasından endişe ediyorlardı. Albert konuşmaya başladıktan sonra, aile daha da endişelenmeye başladı, çünkü onun beyni diğer çocuklar gibi çalışmıyordu. Geri zekalı gibiydi, beyni yavaş ve güçlükle işliyordu. Okula gittiğinde öğretmenleri, onun derslerde geri kaldığını bildirdiler. Düşünmek için uzun zamana gereksinimi vardı, yanıtları diğer öğrenciler gibi çabuk veremiyordu. Bir gün öğretmeni, sınıfta şöyle dedi:

- Bak Albert, kalın kafalı çocuk! En basit şeyleri öğrenebilmek için, seni daha ne kadar bekleyeceğiz? Albert, dört yaşındayken, belleğinden hiç silinmeyecek bir küçük mucizeyle karşılaştı. Hasta olduğu için, babası ona oyalanacağı bir oyuncak getirmişti: Küçük bir gemici pusulası. Bu pusulayı görünce, küçük çocuğun beynini ihtiraslı bir merak sarmıştı. Saatlerce hareket etmeden, pusulanın gizemli ibresini seyretmişti. Pusulayı hangi yöne çevirirse çevirsin, ibre şaşmaz bir biçimde aynı yöne dönüyordu. Bu olayın esrarı neydi? Bu küçük çelik parçası, niçin hep aynı yönü gösteriyordu? Niçin? Bu soruya hiç kimse yanıt veremiyordu. Çocuğun pusulayla oynadıkça daha sinirli ve huzursuz bir hale geldiğini görünce, babasının canı iyice sıkıldı. Bir keresinde Einstein şunu demişti: 'O günlerden belleğimde kalan, pusula ve sadece pusuladır.'

'Sovyetler'de hayat kadını olmaması, ne büyük bir insanlık başarısı'

Sovyetler Birliği'ni ziyaret eden kızı Margot, Einstein'a gördüklerinden söz ediyordu: 'Asla inanamayacağın bir şey gördüm Albert. Bunu kimse hayal bile edemezdi. Özel evlerde yerleştirilen hayat kadınlarına, yeteneklerine göre bir meslek öğretiyorlar. Bir süre sonra, zanaatlarını öğrenip, güvenilir bir duruma gelince, onları normal hayata döndürüyorlar. Bu evlerden birini ziyaret ettik. Orada bulunan kadınların hiçbiri hüzünlü ve melankolik değildi. Yüzleri aydınlıktı. Anlayabiliyor musun Albert, onlara kendilerine güven duygusunu tekrar kazandırmışlardı.'

Bu konuşma Einstein'ı çok etkiledi ve bir kez daha sordu: 'Rusya'da artık hayat kadını yok mu?' 'Hayır, artık yok.' Margot'un yanıtı çok basitti. Einstein tekrar etti: 'Demek yok'. Sonra tatlı bir sesle ekledi: 'Ne büyük bir insanlık başarısı. Muhteşem bir şey.' Sohbet bir ara Sovyet Devriminin lideri Lenin'e gelmişti. Einstein şunları söyledi: 'Sosyal adaleti yerleştirebilmek için, bütün enerjisini ve yaşamını vakfeden Lenin'i takdir ediyorum. Onun yöntemlerini pek pratik bulmamakla birlikte, gerçek olan bir şey var: Onun çapındaki insanlar, insanlık bilincinin bekçileridirler.'

Yaşamının son dönemi

Einstein Birleşik Alan teorisi üzerinde çalışmaya devam ediyordu. Bozulan sağlığına karşın sınırlarını zorluyordu. Sevdiği şeylerden teker teker mahrum kalmaya başlamıştı. Gençliğinde tek yönlü beslenmesinin de etkisiyle kronikleşen mide ağrıları yüzünden, çok sevdiği piposundan vazgeçmek zorunda kaldı. Hatta en sonunda, yine çok sevdiği kemanını bile çalamaz oldu. Fakat bunlar çok büyük sorunlar değildi, çünkü bu mahrumiyet, onun son emeline konsantre olabilmesi için daha fazla zamanının olması demekti. 1950'de Einstein, Birleşik Alan Teorisi'nin yeni bir versiyonunu yayımladı. Bu eser, meslek arkadaşları tarafından sıkıntı verici bir sessizlikle karşılandı. 71 yaşındaydı, ama olduğundan daha yaşlı görünüyordu. Kendini genellikle bu dünyaya yabancı gibi hissettiğini kabul ediyordu, ama yine de derin bir hayal kırıklığı yaşayacak kadar buralıydı. FBI'ın ona karşı hala devam eden mücadelesi ve Birleşik Alan Teorisini açıklamaktaki başarısızlığı onu kötü şekilde yıpratmıştı. Kendini giderek daha yorgun hissediyordu. 1955 yılının baharında artık bitkin düşmüştü. 18 Nisan 1955'te (76 yaşına geldiğinde) Princeton Hastanesi'nde, uykusunda öldü. Yatağının yanıbaşında, üzerinde Birleşik Alan Teorisiyle ilgili yarım kalmış hesapların bulunduğu bir kağıt vardı. (Paul Strathern, Einstein ve Görecelik Kuramı, Gendaş Yayınları)

Einstein, Nazizm'in geçici olduğunu düşünüyor, ama...

Caputh'a, Albert'i görmeye gelen herkes, kaygılı ve belirsiz bir korku ile doluydu. Çoğu arkadaşımızdı. Profesörler, yazarlar, politikacılar, neler olduğunu gelip anlatıyorlardı. Ailelerinden birisi veya diğeri tutuklanıyor ve üzüntüler içinde kalan akrabalar, kayıp hakkında bilgi almak istedikleri zaman, aşılamayan bir duvarla karşılaşıyorlardı. Bu bedbaht insanlar hakkında, hiçbir bilgi elde etmek olanağı yoktu. Bütün bu olayların sebebi, Hitler'in, her geçen gün artan gücüydü. Fakat Albert, kendini, tamamen semavi araştırmalarının mekanizmasına kaptırmıştı. Bu mekanizmanın çarklar düzeni beynini dolduruyor ve dünya meseleleriyle uğraşmasına meydan vermiyordu. Arkadaşlarının endişesini paylaşmakla birlikte, Einstein, bu huzursuzlukların fazla büyütüldüğünü söylüyordu. Yazar, Heinrich Mann'ın bir arkadaşı, bu durumu şu şairane sözlerle özetlemişti: 'Ah, bunlar, bir ulusun kendi iradesi dışında ve sadece geçici bir takım deneyimlerden ibarettir... Bu olaylar kalıcı bir karakter taşımıyor; onlar, bir çağdan diğer bir çağa atlarken, yer yer görülen ve aynı cümlelerin tekrar edildiği bir kitabın sayfaları gibidirler. Telaş etmeyiniz. Yakında herşey bitecek.'

Einstein'ın birçok arkadaşının düşüncesi buydu. Fakat ben, şahsen, gittikçe çoğalan Nazilerin bu gücünden, derin bir huzursuzluk ve korku duyuyordum. Yahudiler için endişeleniyordum. Çünkü biliyordum ki, antisemitizm, Nazi programının temelini teşkil ediyordu. Albert'e, Berlin'deki Yahudilerin durumunu anlattım. Ona, bir gün önce karşılaştığım ve şahidi olduğum bir olayı anlattım. Almanya'nın en etkin ve zengin yayınevinin idarecisi olan bir arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Arkadaşım bana; yeni aldığı ve Nazi partisince Yahudi olmayan bütün önemli sanayicilere gönderilen bir sirküler gösterdi. Sirkülerde, işletme müdürlerinin bundan sonra, nasıl haraket edecekleri yazıyordu. Paragraflardan birinde, bundan sonra, kurumda, hiçbir Yahudi'nin çalıştırılamayacağı yazılıydı. Arkadaşıma sordum:

- Ne yapmayı düşünüyorsun? - Boyun eğmekten başka ne yapabilirim?

Einstein, beni sessizce dinledi. Ne diyebilirdi ki. Konuşmak için hangi kelimeleri kullanacaktı. Albert, her gün öğleden sonra, ormanda yürüyüşe çıkıyor ve biz de, sıkıntı ile onun gelişini gözlüyorduk. Bir gün, dönüşü gecikince Elsa'ya dedim ki:

- Bu çılgınlık! Bunun doğru bir hareket olduğuna inanmıyorum. Fanatik bazı Naziler, ona kötülük yapabilirler. Döndüğü zaman Elsa ona bu tehlikeden bahsetti, fakat o, tebessüm ederek, protesto eder gibi başını salladı. Einstein, her bakımdan iyi bir insan olup, kalbinde korkuya yer yoktu. Korku hissi, ona yabancıdır. Adeti olduğu üzere, atmosferin daha emin olduğu Berlin'e dönünceye kadar, yürüyüşlerini tek başına yapmaya devam etti.

Fritz Haber'in intiharı Albert'in en samimi arkadaşlarından birisi, Berlin'deki Kaiser Wilhelm Enstitüsü'nün direktörü olan, Alman kimyacı, meşhur ve talihsiz profesör Haber'di. Almanya'nın parlayan ışıklarından biriydi. Nobel Ödülü almış, zamanının en büyük kimyacısı. Bütün patlayıcı endüstrisi, Haber'in buluşu olan, nitrojeni havadan ayırma metodu ile değişikliğe uğramıştı. Birinci Dünya Savaşı sıralarında, Almanya'ya dünya çapındaki gücünü temin eden öldürücü gazları geliştiren odur. Haber, aynı zamanda, ölümcül gaz dumanlarından korunmak için, maskelerde kullanılan kimyevi maddelerin de babasıdır. Haber de, Nazi hareketinin, yakın bir tehlike teşkil etmediğini sananlardan birisiydi. Diğer bazı arkadaşlarımızla birlikte, başlangıçta Nazi programının, ideolojik bir vasıf taşıdığını ve hiçbir şekilde uygulanamayacağını sanıyorlardı. Ne var ki, Antisemitizmin Nazi idaresinin programlarından birisi olduğunu keşfettikten sonra, ayaklarının altındaki toprağın kaydığını hissetti. O zaman, Almanya'da Yahudi olmanın, ne menem birşey olduğunu anladı. Bu tarihten önce, o, önce bir Alman, sonra Yahudiydi. Ve de, Alman olmadan önce de bir bilim insanıydı. Yahudi haraketine karşı pek az bir ilgi duymuştu. Onun Yahudi olduğunu pek az kimse biliyordu. 1933'de Yahudilere karşı kampanya başlayınca, Almanya'ya yaptığı hizmetlerden ötürü, yeni hükümetin onu eski mevkiinde bırakacağına kesinlikle emindi. Söylendiğine göre, dünyanın en namlı üniversitelerinden biri olan Kaiser Wilhelm Enstitüsü direktörlüğünden atıldığı kendisine tebliğ edilince, üç gün dili tutulmuş, hiç konuşamamış. Sonunda istese de istemese de, zorla da olsa, dünyanın en eski ırklarından birine mensup olduğunun bilincine vardı. O zaman, Yahudilerin son sığınacakları yere, Filistin'e doğru döndü. Siyonist hareketin lideri olan ve sonradan Londra'da tanıştığım Chaim Weizmann bana, gizli olarak Haber'den, Kudüs Üniversitesi'nde kendisi için bir kürsü temin edilip edilemeyeceğine dair bir mektup almış olduğunu söyledi. Fakat, Weizmann'ın cevabı çok geç kalmıştı. Fritz Haber, kendi dünyasını kaybetmişti ve uyum sağlayabileceği bir yenisi için de, kendisini hazırlamamıştı. Onu, çevresinden uzaklaştıran ve bu değişikliğe dayanabilecek ruhi hazırlıklardan yoksun olması, geçmişte, günlük hayatını riske ederek çalıştığı laboratuvarında gösterdiği büyük cesareti, bu perspektif yok etmişti.

24 Ocak 1934'de, Lucern'deki otel odasında, intihar etti. O. Adolf Hitler'in ilk kurbanlarından biri olmuştu.

'Barışseverim ama, hayatı savunma zamanı geldiğinde, savunmak gerekir'

Nazi Hükümeti, Einstein'ın bankadaki 500 markına ve Almanya'da bulundurduğu 6000 dolarlık hesaplarına, 'memlekete ihanetine engel olmak için' el koydu. Kararnamede kullandıkları terimler bunlardı. Caputh'daki evine de el kondu ve Haberlandstrasse'deki apartman kapısı mühürlendi. Vatandaşlık hakkı da otomatik olarak kaldırıldı. Az sonra da Üçüncü Reich'ın bir numaralı düşmanı ilan edildi. Alman Hükümeti, Einstein'ın Belçika'da, M. Nahon'a yazmış olduğu bir mektubunu yayımladı. Einstein bu mektubunda, Belçika Almanlarla savaştığı takdirde, barışçı fikirlerine karşın, Belçika'ya hizmetlerini esirgemeyeceğine yazıyordu. Nasyonalizm onun düşüncelerine aykırıydı.Barışseverlik, onun yaradılışına ve ruhuna uygundu. Bu tutumu bütün dünya tarafından bilindiği için, yayımlanan bu mektup birçok samimi arkadaşını bile şaşırttı. Fakat, bunu açıklamak kolaydır. Einstein görüşlerinde asla değişmez bir tutum benimsememiştir. Eğer yaşam şartları ona bugün, dünkünden daha iyi bir bakış açısı sağlıyorsa, onu kabul etmekten asla çekinmez. Onun hakkında yapılan tanımların belki de en önemlisi Dr. Millikan'a aittir: 'Einstein'ın olağanüstü büyüklüğünü ortaya koyan vasıflarından en başta geleni alçakgönüllülüğü ve dün söylediklerini, gerekirse, bugün düzeltmek konusunda gösterdiği iyi niyettir.' Cal. Tech'teki profesörlerden biri, izafiyet teorisini nasıl keşfettiğini sorduğunda, Einstein ona şu kesin yanıtı vermişti: 'Bir aksiyomu kabul etmeyip, reddederek.' Einstein bu yanıttan da anlaşılacağı gibi, kendi prensiplerini değiştirmeden, şartlara göre, yeni bir yöne dönmekten çekinmemiştir.

Hiç kimse Einstein'ın, askeri üniforma giyip, eline bir silah alabileceğini beklemiyordu tabii. Fakat onun bu mektubu, beklendiği gibi, bir sembol, bir protesto duyurusu gibi algılandı. Siyasi görüşlerinin esas temeli barışseverlik olduğuna göre bu mesele hakkındaki düşüncesini öğrenmek istedim ve kendisine sordum. Şunları söyledi: 'Zaman, barışseverlik fikirlerini savunmak için uygun değildir. Bu tutum, ancak saldırgana karşı yapılan mücadeleyi zayıflatır. Hayatı savunma zamanı geldiğinde, onu savunmak gerekir.'

'Bugün Almanya lehine konuşmak, Alman ulusuna da ihanettir'

Einstein o günlere kadar, sadece şahsi görüşlerini yansıtmıştı. Fakat Nazi trajedisi, halkları yutmaya başlayınca, bir zamanlar sadece sözlerle söylediklerini, fiilen kanıtlamaya karar verdi. Almanya ile olan bütün bağlantılarını kesti. Alman vatandaşlığını geri çevirdi. Prusya Akademisi'nden istifa etti, diğer mevkilerinden de vazgeçerek, basın kanalıyla ve diğer yollardan korkmadan ve açık bir şekilde, yeni Alman düzeni hakkındaki düşünce ve duygularını bütün dünyaya ilan etti. Einstein'in hayatına malolabilecek bu sakin ve özsaygı ile dolu hareket tarzı, bütün dünyada Naziler aleyhine yayınlanan yazılardan, tenkitlerden ve beyannamelerden daha tesirli oldu. Einstein'in bu tutumu Almanya'ya vurulmuş bir şamar gibiydi. Naziler, bunun ne kadar mühim olduğunu anlıyorlardı. Prusya Akademisi'nin, Albert'in istifasından sonra, ona yazdığı mektuptan da bu anlaşılıyor. Yazılış tonu gayet soğuktu. Mektup, Einstein'in 'Alman karakterini ve düşünce şeklini ona tanıtan ve Almanlarla birlikte çalıştığı uzun yılları unuttuğundan' söz ediyor ve üzüntülerini ifade ettikten sonra, şu cümlelerle son buluyordu: 'Biz, uzun yıllar akademimize mensup olup, siyasi görüşü ne olursa olsun, bize atfedilen bazen aşağılık bazan gülünç yalanlar karşısında, bizim saflarımızda yer almanızı ve ulusumuzun savunucuları arasında bulunmanızı beklerdik. Alman ulusu lehinde özellikle sizin tarafınızdan söylenecek iyi bir söz, özellikle memleket dışında çok büyük bir tesir yapabilir.' Albert, bu mektuba, Belçika'da Le Coq'taki deniz kenarında bulunan beyaz küçük villasından yanıt verdi. Onun yanıtı, birlikte çalıştığı arkadaşlarına sakin bir ayrılık selamıydı. Üçlerinden bazıları, ırkçı fikirlerle kör olmuşlar, onun gidişini bir jübile ile kutlamışlardı. Diğerleri ise, onun dünya çapındaki ününü kıskananlar, onun lehine hiç bir protestoda bulunmamışlar ve seslerini duyurmak isteyen diğer arkadaşlarının sesi de kaybolup gitmişti. Einstein onlara şöyle yazdı:

'Sizin, bu ayın yedisinde yazmış olduğunuz mektubunuzu aldım. Siz Alman ulusu lehinde söyleyeceğim birkaç iyi sözün, memleket dışında çok büyük bir tesir yapacağını hatırlatıyorsunuz. Size şunu söylemek isterim ki, istediğiniz böyle bir şey, bütün hayatım boyunca uğraştığım özgürlük ve hakkaniyet duygu ve düşüncelerime ihanet olacaktır. Benim tarafımdan yapılacak olan böyle bir girişim, sizin dediğiniz gibi Alman ulusu lehine olmayacak, bilakis uygar alemde Almanya'nın kazanmış olduğu fikir ve prensipleri baltalamak için uğraşanların hayrına olacaktır. Bugünkü şartlarda Almanya'daki durumu kabul etmek ve onaylamak, var olan bütün kültürel değerleri yok ederek barbarlığa dönüşten başka bir şey olamaz. Bu nedenle, Prusya Akademisi'nden istifa etmek zorunda kaldım ve sizin mektubunuz da ne kadar haklı olduğumu gösteriyor.' Bu, Almanya ile olan kesin ve son kopmaydı.

Bilim ve Ütopya