MICHAEL HAMBURGER
Michael Hamburger 1924 yılında Berlin'de doğdu. 1933'te ailesiyle birlikte Edinburg'a taşındı, 1939'da Büyük Britanya yurttaşı oldu. Yazar ve çevirmen olarak çalıştı. Üniversitede öğretim elemanı olarak da çalışmış olan Hamburger, şair ve yazarlığı sürdürmekte, Alman şairlerden çeviriler yapmaktadır. Şiirlerinin yanısıra Reason and Energy (1957), From Prophesy to Exorcism (1966) ve Truth of Poetry (1969) adlı eleştirel denemelerini içeren kitapları vardır. Hamburger, Hölderlin, Hugo von Hofmansnsthal ve Baudelaire'den yaptığı çevirilerle Avrupa şiirinin İngiltere'de daha iyi tanınmasına katkıda bulunmuştur.

 

Homo Sum: Humani Nihil Vs.
Kedi
Belgi
Paddington Kanalı
Pencere Kırlangıçları
Arayış
Gözlemci
 
 
 

Homo Sum: Humani Nihil Vs.

Çok doğru. Deme. Hayır.
Trujillo. Kahramanı, sahibi bir ulusun,
İnsanlarca onurlandırılan, hizmet edilen, kendi de insan,
Onanan, kışkırtılan para babalarınca,
Şeker tüccarlarınca, leş tacirlerince -
Tümü insan. Başka ne olacaktı? Üstelik leş de insan.

Ot olmak, ineklere geviş nesnesi olmak. Etin tadını
Ya da şekerin tadını bilmemek,
Yeniden çamurdan doğrulmak ve yeşermek,
Çamur ye, leş ye, ama insan ağzıyla yeme.
 
 
 
 

Kedi

Yüreği geniş kiracı, ne istediğini bilir, alır:
Yiyecek, minder, ısınacak yer, gezecek bahçe.
Bense, ona geç saatlerde kapıyı açan gece bekçisi
Dert edip homurdanmam, ekşi bir yüzle alırım içeri.
Onaylar soğukluğu mırıltıyla,
Doyurur karnını tıka basa, benden kurnaz davranır,
Saklambaç oynar karanlık evde.

Ancak ara sıra, rasgele karşılaşınca
Kayın gövdesi, eğrelti ya da çayıra dikildiği gibi
Üzerime dikilebilen kehribar gözlerinin bakışıyla
Kutlama isteği duyarım bir arada geçirdiğimiz yılları,
Uzaklığı, yakınlığı:
Parmaklarım gezinir başında.
Onaylar sevecenliği mırıltıyla.
 
 
 
 

Belgi
 
Yalnızca sevi sevgisi için
Ateş etti avcı yukarılarda
Iskaladığı  o kar beyazı güvercin.

Sonra, inince düze,
Kapkara bir ormana daldı
Ve, ateşledi yeniden, körü körüne.
Uğruna güvercinin, dağdaki gün ışığının ve karın
Derinliklerinde yaralı dişi geyik arar karanlık ormanların.
 
 
 
 

Paddington Kanalı

Alaycı ayna, kara su, çevirir
Yüksek evleri tepe takla, okumuş kişileri
Baş aşağı yürütür parıldayan ışıklı alanlarda;
Örtünmüş yarasalar gibi sevgililer öpücükte asılı,
Salınırlar sanki bir esintiyle ayrılacakmışçasına.
Mavnalar, kocaman deniz kuşları derin uykuda,
Uzanmışlar su yüzeyine, demir atmış, kıpırtısız;
Sonra, boğularak usulca, aşağıya çekilirler katılmak için
Batmış sevgililere, cambazlara.
Bir sokağın kasvetli ölçülerinden
Başka bir görünümün yavaşça geliştiğini görüyorum
Yitirilmiş bir gerçekliğin içine aşağıya doğru;
Büyülü ayna, kara su, anlatır
Öyküsünü tersine çevrili bir Atlantisin ustalıkla kurulmuş
Yakalayıp dönüştürmek için
Boşa harcanmış özünü gündelik edimlerimizin,
Barındırmak için çılgın ve sevimli ikizimizi
Daha zarif bir kentte sonsuza değin.
 
 
 

 
Pencere Kırlangıçları

Çamları anımsıyorum, havayı sert.
Burada, pus içinde, karaaçlar görüyorum,
Görmüyorum, akarsuyu gizliyor tepeler.

Ne var ki verici çatı,
Koruyabiliyor yuvaları. Ve yine kırlangıçlar fısıltıyla
Gevezelik ediyor, cıvıldaşıyor gündelik işlerle ilgili,
Aştıktan sonra buzullar, yüksek dalgalar üzerinden,
Kimileri için ölümcül, kilometrelerce yolu.

Geldiler, hangi rüzgarla ulaştılarsa,
Her türlü rüzgarda uçmaya, yerleşip rüzgar alan yanda,
Kendi kanlarıyla ısıtmaya soğuk çamur duvarları.
 
 
 
 

Arayış

Buyrulduğu üzere, aradım kökenimi,
Büyükbabamın yerleştiği kasabadan geçtim de
Tanıdığım bir sokak bulamadım;
Geçtim varoşları, kör kır evlerini,
Seyrek çiçeklenen leylakları, sarısalkımları
Ve dağlara vurdum, ormanlara,
Uzak yerlere, sonsuz yeşilliklere.
Gündüz, gece, yürüdüm, yürüdüm,
İnsanlar daha yabancı, daha garip  geldiyse de
Hep biliyordum doğru yoldayım;
Ve kuşlar, bilinmedik türden, anımsadılar beni.

Bir köye vardım sonunda
Orada dediler bana: Burada doğdun.
Bir yer ki olanaklı değil - ne benzin pompası, ne iş hanı, ne afiş? -
yadsıyamadım yine de, sordum adını:
Aa, Mors, söylemeye ne gerek, mors, MORS.

 
 
 
 

Gözlemci

Elimdeki gazete
Hiç görmeyeceğim
Bir kentin sokaklarındaki
Dört yanlı savaşı yazıyor.
Göreceklerim, okuyacaklarım
Bu savaşa bağlı olacak,
Her bir yanda sakat kalan ya da öldürülen
İnsanların toplamına ve oranına.

Elimdeki gazete
Boşluyor kayıplarını saymayı
Beşinci yanın -- insanların.
Yine de yenenler, olursa eğer, sayacaklar
İnsanları, olursa eğer, geriye kalan
Çünkü yönetecek insan olmayınca
Yenenler olmayacak yenen,
Savaş, savaş sayılmayacak.

Elimdeki gazete
Ateş yakmaya yarayacak,
Yanıyor olacak dünün kayıpları
Yarın şöminemde
Ya da belki bahçedeki kuru yapraklarla birlikte;
Yarınki gazete bana
Dünün ara toplamını
Geçersiz kılan başlıklar sunacak.

Elimdeki gazete
Başlıyor içten yanmaya, kokuşmaya
Günün iş dünyası ve moda
Dedikodularını okurken,
Partileri, birleşen şirketleri ve
Şu dedikodu tacirinin
Dağıtılan basın bülteni üstüne görüşlerini
Bir moda pezevengini anlatan kitaba ilişkin.

Elimdeki gazete
Ellerimi çürütmeye başlıyor.
Düşürüyorum gazeteyi, bakıyorum:
Sağ işaret parmağımda
Bir şeyin ucu görünüyor. Tutup
Çekiyor bir kurt çıkarıyorum, sonra bir tane daha.
Sol elime bakıyorum:
Kemirilmiş, kara bir kütük.
Kaçışan tespihböcekleri arasında gözüme
Kocaman bir sümüklüböcek ilişiyor. Kurt yemiş
Parmaklarla tuttuğum bir kibrit çöpüyle
Sümüklüböceği şişliyor, alıyorum.

Hiçbir şey yakmıyor canımı. Hiç.
 
 

Çeviren: Nezih Onur