1. Kitabın 29, 30 ve 31. (41.) sahifelerinde yer alan:

    "Adam gelip kadının karşısında durdu Kadın uzun parmaklı zarif elini uzatıp parmaklarının ucuyla adamın bacaklarının arasında sarkan parçayı tuttu. Cansız duran parça kadının dokunmasıyla birlikte, tanrısal bir emre boyun eğer gibi ağır ağır büyüyerek dikilmeye başladı.

    Kadın, iki elini ensesine götürüp boynundaki kolyeyi çıkardı. Kolyeyi iki elinin arasında gererek ışığa tuttu. Sonra kolyenin ucundaki misinayı adamın bacaklarının arasında dimdik duran parçanın ucuna bağladı. inci kolyeyi narin bileklerinin zarif kıpırtılarıyla adamın erkekliğine doladı. Üzerine inci bir kolye dolanmış olan etten sopa, kıllı adamın bacakları arasında bir noel ağacı gibi ışıl ışıl parlıyordu.

    Kadın ellerini arkaya doğru uzatıp yere dayadı, bacaklarını da dizlerini kırarak iki yana açtı. Adam kadının bacakları arasına diz çöktü ve inci kolyenin ucu kadının içine girdi. Adaının her hareketinde pırıltılar saçan inci taneleri kadının içinde kayboluyor, kadının bedeni yükselerek bir yay haline geliyordu. Son inci tanesi de kaybolduğunda kadının bedeni de tam bir yay biçiınini almıştı. Gövdesinin bütün ağırlığını elleriyle ayakları taşıyordu.

    Kadınla erkek birlikte kalçalarına daireler çizdirerek sevişıneye koyuldular. Bir süre sonra birden durdular. Erkek kendini geriye çekip kadının içinden çıktı. Şiındi iki bedenin arasında incecik bir misina vardı. Görünıneyen bir yerden bir baterisinin davuluna hızla vurdular. Davul sesiyle birlikte ilk inci tanesi çıktı kadının içinden.Kıllı adamın erkekliğine dolanmış olarak kadının içine giren kolye şimdi tokmağın her vuruşunda tane tane inciler halinde çıkıyordu. Kadınla erkek inciden bir bağla birbirlerine bağlanmış gibiydiler. Tokınak vuruyor, adam çekiliyor, ıslak bir inci tanesi daha çıkıyor ve iki insanı birbirine bağlayan kolye uzuyordu. Son inci tanesi de çıktıktan sonra adam kenara çekildi, kadın bir bacağını ileri uzatıp bir bacağını altına alarak oturdu, iki elini iki yanına dayadı ve çekik gözlerini seyircilere dikerek baktı. Gözlerinde, içinden çıkan ıslak inci tanelerinin pırıltısı vardı."

    2. Kitabın 19. (32.) sahifesinde yer alan:

   "Fazıla, ıslak paltoların arasına uzanıp Ömer' i üstüne çekti. Ömer elini Fazıla'nın kazağından içeri soktu. Avucunun içinde Fazıla'nın etini ovuşturuyor, ama başka bir şey yapmak aklına gelmiyordu. Fazıla iki eliyle kazağını yukarı çekti. üst üste yığılmış nemli karaltılar halindeki ıslak paltoların arasında karnının beyazlığı parladı Ten rengi ince sutyeninin altından uçları siyah siyah dikilmiş memeleri gözüktü Ömer, Fazıla'nın karnını, memelerini öpmeye başladı. Palto yığınının en üstündeki palto Ömer' in üstüne kaydı. Ömer, bir yandan sırtındaki ıslak sıcaklığı hissediyor, bir yandan da Fazıla'nın göğsünü öpüyordu.

    İlk paltonun ardından bir iki palto daha kaymıştı Ömer'in üstüne. Paltoların ıslaklığı gömleğinden içeri geçiyordu. Yavaş yavaş bir palto tepeciğinin altında kayboluyorlardı. Fazıla, Ömer'in başını iki eliyle tuttu, heyecanla göğüslerine bastırıyordu. Ömer, kendini paltolardan kurtarmak için kımıldadıkça üstüne kayan paltoların ağırlığı artıyor, Fazıla da başını daha sıkı tutup bastırıyordu. Ömer bütün yüzünü kaplayan bu güzel kokulu yumuşaklıktan hoşlanıyordu, ama soluk alması gittikçe zorlanıryordu. Fazıla'nın göğüsleri ağzını ve burnunu tümüyle kapatmış sırtındaki paltoların ağırlığı da artmıştı. "

    3. Kitabın 56 ve 57. (62.) sahifelerde yer alan:

    "Yaşlı kadının elleri Ömer'in kımıldamamasından da cesaret alarak, yavaş yavaş çok uzun yıllar önce edindiği ustalığı ve güveni kazanmaya başlamıştı. Arpın tellerinde dolaşan parmaklar, eski inceliklerini kazanarak Ömer'in bedeninde dolaşıyordu.

    Giysisini çıkarmadan önce Misis Perkins abajurun düğmesine basıp söndürdü. Birbirlerine sarılmışlardı. Bir ana oğul gibi birbirlerini incitmeden öpüyorlardı.

    Sen bana bir armağansın, dedi Misis Perkins. Tanrının bir armağanı.

    Odanın içi kapkaranlıktı. Hiçbir şey gözükmüyordu. Karanlığın içinde Misis Perkins'in iniltileri duyuluyordu.

    Çok güzel, çok güzel, Tanrım...

    Zamanla Misis Perkins'in sesi de yükseliyordu.

    Ne kadar güzel, ne büyük zevk.

    Sonunda büyük bir çığlığa dönüştü:

    Ölüyorum Tanrım... Çok güzel... çok güzel... Ömer, çok güzel.. Ölüyorum...

    Birden sesi kesildi. Ölmüştü."

    4. Kitabın 186 ve 187. (165 ve 166.) sahifelerde yer alan:

    " Bir buçuk aydan beri bir başka canlının etine dokunmamıştı. Yaşayan canlı bir ete dokunma ihtiyacı her gün biraz daha artıryordu. Bedeninde rahatsız edici bir elektriğin biriktiğini, düğüm düğüm olduğunu duyuyordu. Bu düğüm ancak bir canlının etine dokunmakla geçecek, huzursuzluk o ete akarak kendi bedeninden gidecekti. O canlı etin kime ait olduğu hiç önemli değildi, bir kadına, bir erkeğe, bir hayvana ait bile olabilirdi. Etinde biriken bu huzursuzluk doyurulmamış bir sevişme isteği de değildi. Bir canlının bir başka canlıya dokunma ihtiyacıydı.

    Elini omzuna dokundurdu. Sabun kokan yeni yıkanmış teni yumuşak ve pürüzsüzdü. Elinin altında bu teni duymak hoşuna gitti. Omzunu tuttu, sonra sıktı, bıraktı. Eliyle göğsünün üstünde küçük daireler çizmeye başladı. İki tenin birbirine değişini hissetmekten haz alıyordu. Elini göğsünün ucuna doğru kaydırdı, memesinin ucu minicik, sert ve pütürlüydü.

    Eliyle göğsünün üzerinde daha büyük daireler çiziyordu şimdi! Ne yaptığını düşünmüyordu bile, dalgın gözlerle bir sağa bir sola yatan tavana bakarak, kendi bedenini okşuyordu. Her hareketinde sabun kokusunu duyuyordu. Teninin yumuşaklığıyla birlikte bu sabun kokusu hücrelerinden içeri doluyordu.

    Kolunu okşamaya başladı, sonra yeniden omzuna dokundu, oradan göğsüne kaydırdı elini. Tenin yumuşaklığı içini ferahlatıyordu. Elini durduramıryordu, durdurmak da istemiyordu zaten. Usul usul hareket ediyordu. Elinin altında yaşayan bir etin diriliğini hissetmenin hazzını hiç acele etmeden içine sindiriyordu.

    Elini göğsünden karnına kaydırdı, karnı düz ve sertti. Elinin dokunuşuyla birlikte kasılmış ve iyice sertleşmişti. Parmaklarının ucuyla kaslarına dokundu. Sonra avucunun içiyle karnını okşadı. Şimdi sağ eli karnını okşarken sol eli de omzunda dolaşıyordu. Elleri bedeniyle sevişiyordu. Bu sevişmeden asıl büyük hazzı elleri alıyordu. Önemli olan ellerinin altında eti hissetmekti. Okşanmaktan çok okşamaya ihtiyacı vardı.

    Tavan bir sağa bir sola yatıyordu. Büyük bir dalgaya rastlayan gemi bir an yerinde zıplar gibi oldu, sonra yeniden Eski ritmini buldu. Ellerin hareketi de geminin ritmine uygundu. Ağır ağır kıpırdanıyorlardı. Gövdesi ise tümüyle hareketsizdi.

    Eller karından aşağıya kaydı, kasıklarına dokunmadan bacaklarına uzandı. Bacakları kalın ve güçlüydü. Teni de gövdesi kadar yumuşak değildi. Ellerini yukarı çekti. Bacaklarının arasına soktu. Bacaklannın arası sıcacıktı. Bacaklarını kapatıp sıktı. Kasıklarını ovalamaya başladı. Hareketleri hızlanmıştı. Geminin sallantısını pek fark etmiyordu artık."

    5. Kitabın  212 ve 213 (186 ve 187.) sahifelerde yer alan

    "Yeniden yanına gelen kuzıl saçlı kız Ömer'in elini tutup çekti. Uzun, çok uzun, karışık koridordan geçtiler, geniş bir odaya girdiler. Odanın ortasında kocaman bir yatak vardı. Kız yatağa yattı. Eteklerini beline kadar çekti. Altında bir şey yoktu. Ömer kızın yanına gitmek istiyordu, ama kız ona çok uzak gözüküyordu. Sonunda kız, Ömer'i tutup çekti.  

    Kızla ne kadar yattıklarını anlayamadı Ömer. Kız sonunda onu üstünden itti. Eteklerini indirdi. Elinden tutup salona götürdü. Gitarlı kız saçlarını önüne dökmüş gitar çalıyordu hala. Ömer kızıl saçlı kıza, gitarlı kızı gösterip,

    Onunla da yatmak istiyorum dedi.

    Kızıl saçlı kız, gidip gitarlı kıza birşeyler söyledi. Gitarlı kız kafasını kaldırıp Ömer'e baktı, sonra omuzlarını silkip yeniden gitar çalmaya koyuldu.

    Ömer'in yanına gelen kız,

    İstemiyor, dedi Gitar çalacakmış.

    Ömer gidip gitarlı kızın karşısında durdu. Kız, İspanyola benziyordu. Eğilip kızın elini tuttu.

    Kız yeniden baktı Ömer'e, sonra gitarına baktı, yavaş hareketlerle isteksizce gitarını yanına bırakıp ayağa kalktı.

    Kız, Ömer' in önünden yürüyordu, aldırmaz bir hali vardi. Kalçalarının salıntınsına takılmıştı Ömer' in gözleri. Büyük, havası boşaltılmış, yerçekimsiz bir cam kürenin içinde uçar gibiydi. Her şeyi görüyor, duyuyor, ama bir türlü yakalayamıyordu. Kızın kalçalarıyla birlikte, Ömer de boşluğun içinde sallanıyordu.

    Biraz önce, kızıl saçlı kızla girdiği yatak odasına bu kez İspanyola benzeyen kızla girdi Ömer. Kız gidip yatağın üstüne yattı. Etekliğini çıkarıp attı. Ömer boşluğun içinde uçarak yaklaştı kıza. Başnı kızın koltuk altına soktu, kız kır papatyası kokuyordu. Beyaz papatyalar rüzgarla dalgalanıyordu. Beline sıkı sıkıya sarıldı. Kızla birlikte bir o yana bir bu yana sallanıyordu şimdi. Çocukluğundaki gibi"

    6. Kitabın 248 ve 249. (217.) sahifelerde yer alan:

"Kadın çıkıp gitti Ömer şaşımıştı. Kadının o gece kendisiyle kalacağını sanıyordu, bütün oyun boyunca bunu düşlemiş, buna hazırlanmıştı. Kadının gittiğine bir bakıma da sevinmişti, henüz pek iyi bilmiyordu bu işleri, kadınlardan ürküyordu biraz, alay edilmekten korkuyordu. Soyunup yattı, çarşaflar serindi.

    Tam uykuya dalarken kapı açıldı, kadın içeri girip ışığı yaktı. Üstünde beyaz, saydam bir gecelik vardı, içi çırılçıplaktı, bacaklarının arasındaki tüylü kabarıklar açıkça görülüyordu. Kadın, Ömer'e bakmıyordu. Garip bir biçimde gülümsüyordu, sanki kendinde değilmiş, ne yaptığını bilmiyormuş gibi bir hali vardı. Beyaz geceliğiyle odanın ortasını şöyle bir döndü, sonra odadan çıktı.

    Ömer anlayamamıştı ne olduğunu. Dirseğini yastığa koymuş, başını da eline dayamıştı. Öyle bakıyordu. Kadın yeniden geldi, bu kez üstünde siyah bir gecelik vardı. Bu da saydamdı. Gene şöyle bir döndükten sonra odadan çıktı. Biraz sonra bu kez kırmızı bir gecelikle geldi. Kendi çevresinde bir döndü.

    Hangi geceliğimi beğendin ?

    Siyah olanını.

    Kadın gitti iki üç dakika sonra siyah geceliğiyle döndü. Hiçbir şey söylemeden Ömer'in koynuna girdi, yatağa girerken gecelik karnına kadar sıyrıldı.

    Haydi bakalım bir oyun daha oynayalım"

 

[ana sayfa][kitap sayfası]
[sudaki iz]