EREĞLİ TARİHİ
Aynı devrede, genel olarak Paflogonya
şeklinde anılan bu bölgeye, Doğu ve Batıdan göçler olmuş, bu günkü; Devrek, Eflani,
Safranbolu ve Ulus gibi iç kesimlerde de ilk yerleşmeler baş göstermiştir. Bu
bölgeye ilk yerleşen kavimler arasında; Amazonlar gibi efsanevi kavimler ile
Gasgalar ve Kukonlar'ın yansıra Maryandinler (Mariandyn) de bulunmaktadır.
Ereğli'ye yerleşen ilk kavim,
Maryandinlerdir. Maryandinler, Ereğli'ye, Kukonların hakim olduğu Sakarya-İzmit
çevresinden ya da o devredeki adıyla Bitinya'dan (Bithynia) gelmişler ve daha
önce hiç yerleşim görmemiş bu topraklara Maryadinya adını vermişlerdir.
Mardanyinya, Pafyagonya'nın gerek kıyıdaki ve gerekse iç kesimlerdeki diğer
yerleşim birimlerine kıyasla kısa zaman içinde gelişmiş ve Batı Karadeniz'in en
önemli kıyı yerleşim merkezlerinden birisi haline gelmiştir.
Tarihçiler bunu, Ereğli'nin coğrafi özelliklerine bağlamaktadırlar. Gerçekten
de doğal limanlar bakımından yoksul olan Batı Karadeniz kıyılarında Ereğli;
Alaca ve Bababurnu'nun oluşturduğu doğal dalgakıranlarla yıldız ve poyraz
rüzgarlarına kapalı eşsiz bir barınak durumundaydı. Ticaretin daha çok deniz
yolu ile yapıldığı bu devrede, Maryandinya'nın sahip olduğu doğal liman, kentin
gelişmesinin zembereği rolünü oynamıştır.
Maryandinya'nın hızla gelişmesi Bitinya'nın ilgisini çekmiş, Bitinya'lılar
bölgedeki Galatya ve Paflagonya'lılarla (Paphlagonia) iyi ilişkiler kurarak
Maryandinya'yı ele geçirmek üzere harekete geçmişlerdir. Uzun yıllar süren
savaşlar arasında kent harap olmuş ve ticaret gerilemiştir.
Mitolojik öykülere göre; Maryandinya'daki karışıklıklar sürerken, buraya, MÖ..
1300 yılında, Yunanlıların ünlü Argonat Seferine katılan yarı tanrı HERKÜL
(Herakles) bir grup savaşçısıyla birlikte uğramıştır. Yunan mitolojisine göre,
Cehennem Ağzı, Maryadinya'dadır. Herkül, bugün Ayazma (İnönü) olarak anılan
yerdeki Cehennem ağzı Mağarası'na inmiş ve mağaranın girişini bekleyen ünlü Üç
Başlı Cehennem Köpeği Kerberos'u (kimi kaynaklarda Zeberus'u) Athena ve
Hermes'in de yardımlarıyla yakalamış, etkisiz hale getirmiştir.
Bu güç gösterisi ve Herkül'ün beraberindeki savaşçı grubunun varlığı,
Maryandinya'nın da Britanya baskısından kurtulmasını sağlamış; kent halkı,
kurtarıcısının adına izafeten, Maryandinya'nın adını, Heraklia şeklinde
değiştirmişlerdir. Ereğli adı, Heraklia'nın zaman içinde Türkçe söyleniş ve
yazım bakımından dönüşüme uğraması sonucu ortaya çıkmıştır. Anadolu'da Herkül'e
izafe edilen ve Ereğli adını taşıyan başka kentler de vardır. Konya Ereğli,
Marmara Ereğli gibi.
Ereğli, çeşitli kaynaklarda; Eribolum, İribolum, Punderekli gibi isimlerle
anılmaktadır. Şu var ki en yaygın adı, Yunanca Herakles Pontica ve Türkçe'de
Bender Ereğli'dir. Bender; iskele, liman anlamına gelen Farsça bir sözcüktür.
Bender Ereğli, limanı ya da iskelesi olan Ereğli anlamına gelmektedir. Osmanlı
kaynaklarında Ereğli bu şekilde anılmaktadır.
MÖ..800-600 yılları arasında İonya (İonia)'dan (eski Yunan) Anadolu'nun kuzey
kıyılarına göçler olmuştur. Yaklaşık 200 yıl süren bu göçlerin asıl amacı,
Anadolu'nun kuzey kıyılarını kolonize etmek ya da sömürgeleştirmektir.
Bu devrede Ereğli'ye Megarlar ile Boitiyalılar (Boiotia) yerleşmişler ve zaman
içinde burada bir kavimler harmanı olmuştur. Ereğli, bu devrede (MÖ..800-300)
İon kolonizasyonu içinde yer almıştır. Bu devreye kimi kaynaklarda "Eski
Yunan Devri" de denilmektedir. Ereğli kolonizasyon içinde yer almakla
birlikte iç işlerinde bağımsız (otonom) bir site konumunu korumuştur.
Ereğli, Megarlar döneminde hızla gelişmiştir. Akrapol gibi yapıtlar bu dönemde
yapılmıştır. Kent, Akrapol'den itibaren, bugün surların temelinde görülen eski
sular içine kurulmuştur. Halk arasında yakın zamana kadar "Dökülü"
diye anılan ilk yapay dalgakıran, Karadeniz'in becerikli gemicileri Megarlar
tarafından yapılmıştır. Su çimentosunun bilinmediği bu dönemde, dalgakıranı
oluşturan taşlar, aralarına ince kurşun levhalar konularak su altında birbirine
bağlanmışlardır. Bu şekilde, Bababurnu'nun oluşturdu doğal dalgakıran içinde
ikinci bir dalgakıran inşa edilmiştir. Bu, küçük teknelerin sahile yanaşmasını
sağlamış; nakliyat ve alış-veriş daha kolaylaşmıştır.
İonların, Batı Karadeniz kıyılarında kolonizasyon hararetini pekiştirdikleri
MÖ..700'lü yıllarda ünlü Kimmmer Akıncıları bu bölgede görünmüşler ve kısa süre
içinde tüm kıyıları ve hatta iç kesimlerdeki Paflagonya Beylikleri' ni
(Safranbolu, Devrek, Ulus, Eflani) ele geçirmişlerdir.
Bu devrede büyük karışıklıklar yaşanmış; arada, peş peşe Lidya ve Pers (İran)
egemenlikleri kendisini göstermiş; ancak İon-Pers yakınlaşması sonucu MÖ.400'lü
yıllarda bölge kısmen sakinleşmiştir. Aynı devrede Ereğli bağımsızlığını ilan
etmiş; başta Sesamos (Amasra) olmak üzere küçük kıyı kolonilerini ele geçirmiş;
aynı amaçla Amasra, Filyos, Akçakoca, Düzce ve Bolu yörelerindeki
derebeyliklerle savaşmış; ancak bunları ele geçirememiştir.
Ereğli'nin bu devrede; canlı hayvan, köle, tahıl ve salamura balık ticaretinde
öne çıktığı görülmektedir.
Ereğli'nin bu parlak dönemi, ünlü bozgun ordusu On binlerin (Helenler) kente
girmesine kadar devam etmiştir.
Helenler kente fazla zarar vermeden yollarına devam etmişler, ancak bu kez site
halkı ayaklanmıştır. Gemi ve toprak sahiplerinin azgın sömürüsüne isyan
eden yoksul halk ve köleler, kentin çeşitli yerlerini ele geçirmişlerdir.
Olayları bastırmak için çağrılan Megarlı Klearhos (Kherssonessos) isyancılarla
işbirliği yaparak Herakia'nın yönetimini ele geçirmiştir.
Klearhos, zenginlerin nüfus ve iktidarını koruyan yasaları iptal etmiş;
yoksulların haklarını koruyan yasalar çıkartmıştır. Klearhos, MÖ. 364 yılında
Tiranlığını (Tyran diktatörlüğünü) ilan etmişlerdir.
Tiranlık Büyük İskender'in Ereğli'yi egemenliği altına almasına kadar
sürmüştür. İskender'in MÖ.323 yılında ölümü üzerine Ereğli yeniden
bağımsızlığına kavuşmuştur.
Karadeniz kıyısında olmasından dolayı Heraklia Pontika olarak anılan Ereğli,
daha sonraki dönemlerde Kallatis ve Khersonessos adlı kolonileri kurmuştur.
Karadeniz ticaretine etkin olan kent, Ksenophen zamanında önemli bir gemicilik
merkezi idi.
Uzun süre Tiranlık ile yönetilen Ereğli MÖ.4.yy'.ın ilk yarısında gümüş sikke
basımına başlamıştır. Sikkenin ön yüzünde sakallı ve başında aslan postu olan
Herakles başı; arka yüzünde başını öne eğmiş, saldırmak üzere olan bir boğa
veya yalın boğa figürü tasvir edilmiştir. Bazı sikkelerde arka yüzde
Herakles'in sopası tek başına ya da ok ve yay ile birlikte yer alır.
Timotheos ve Dionysos adlı Tiranlar döneminde (MÖ.345-305) basılan gümüş
sikkelerde Dionysos'un resmi bulunmaktadır. Arka yüzde ise Herakles
kullanılmıştır.
MÖ..266 yılında, Ereğli'nin içinde yer aldığı kıyı ve iç kesimlerdeki koloniler
ile bağımsız ve yarı bağımsız prenslikler, Bitinya Krallığı ile anlaşıp bölgeyi
ele geçiren Pontus Krallığı'nın egemenliği altına girmiştir. Bu şekilde
bölgedeki İon Dönemi'ne ait birçok eşsiz eser yakılıp yıkılmış; yok edilmiştir.
Kentler, savaşlar ve isyanlar nedeniyle birer harabeye dönmüştür.
Pontus devrinde bölge (Paflagonya-Zonguldak) tam bir kaos yaşamıştır. Bu
devrede isyanlar, yağmalar, savaşlar birbirini izlemiş; bu arada doğal olarak
İon Dönemi'ne ait birçok eşsiz eser yakılıp yıkılmış; yok edilmiştir. Kentler,
savaşlar ve isyanlar nedeniyle birer harabeye dönmüştür.
Ereğli, bu devrede; Mısır ve Galatya kuşatmaları ve kısa süreli Pontus işgali
yaşamıştır.
Şu var ki; kent, en büyük yıkıma, MÖ.70 yılında gerçekleşen Roma işgali
sırasında uğramıştır. Romalılar, kenti tümüyle yakıp yıkmış ve müthiş bir
katliama girişmişlerdir. Halkın büyük bir çoğunluğu öldürülmüştür. Bu arada
Agora'da bulunan Herkül'ün altın heykeli yerinden sökülerek Roma'ya
götürülmüştür.
Bugün Ereğli'de eski Yunan (İon) uygarlığından çok Roma Devrine ait tarihi
kalıntılara rastlanmasının nedeni; kentin Romalılar tarafından baştan aşağı
yakılıp yıkılmasıyla ilgilidir. Romalılar, kentteki tüm İon izlerini adeta
silmişlerdir.
Ereğli'de Roma İmparatorluğu'nun egemenliği, MÖ.70 yılından MS.395 yılına kadar
sürmüştür. Romalılar, bölgedeki nüfuzlarını pekiştirmek için bir dizi önleme
başvurmuşlardır. İlk önce, Pontus Krallığı'ndan alınan topraklarda yeni bir
idari örgütlenmeye gidilmiştir. Eski Pontus-Bitinya-Paflagonya bölgelerindeki
kentler birleştirilerek iç işlerinde bağımsız bir Genel Valilik (Pontiaki
Paralia) oluşturulmuştur. Genel Valiliğin başkenti olarak Sesamos (Amastris -
Amasra) seçilmiştir. Hereklia (Ereğli), Tiu (Filyos) ve Sinop Genel Valiliği
önemli kentler haline gelmiştir.
Genel Valilere Prokonsül adı verilmiştir. Geniş yetkilere sahip olan, adlarına
para bastırma imtiyazı bulunan Pokonsüller, giderek Roma'nın iç çekişmelerinde
ağırlığı olan bir güç haline gelmişlerdir.
Romalılar döneminde Ereğli, özellikle MS.100'lü yıllardan itibaren yeniden inşa
edilmiştir. Kent yeni bir mimari üsluba kavuşturulmuştur. Surlar
güçlendirilmiş, tersaneler kurulmuş, su kemerleri ve sarnıçlar yaptırılmış,
binalar Roma stilinde yeniden inşa edilmiş; bu arada bölgeyi baştan başa
kuşatan bir karayolu açılmış, bu yol tali bir yol ile Ereğli'ye
bağlanmıştır.
Ereğli'de, Romalılar dönemindeki en önemli gelişme olarak; Hıristiyanlığın
yaygınlaşması öne çıkmaktadır. Ereğli, 100'lü yıllarda Hıristiyanlığın Batı
Karadeniz'deki en önemli gizli merkezlerinden biri haline gelmiştir. Ereğli'de
bugün de varlığını koruyan Cehennem ağzı Mağaraları Hıristiyanlığın gizli
kiliseleri olarak kullanılmıştır.
Romalıların, Hıristiyanlığın yayılmasını önlemek amacıyla şiddete başvurmaları
zamanla aleyhlerine olmuştur. Ereğli, bu devrede Paganizm (çok tanrıcılık) ile
Hıristiyanlığın çatışma alanlarından birisi haline gelmiş; bu nedenle idari ve
ticari önemini yitirmiş, şiddet olaylarının odağı olmuştur.
Roma İmparatorluğu içinde Hıristiyanlık I.Costantianus döneminde (306-337)
serbest bırakılmış, ancak Ereğli'deki dinsel kargaşa uzun süre varlığını
korumuştur.
Roma İmparatorluğu'nun MS.395 yılında ikiye ayrılması üzerine, bölge
toprakları, Doğu Roma'nın (Bizans'ın) sınırları içinde kalmıştır. Ereğli'de
Bizans İmparatorluğu'nun egemenliği, MS.395 yılından MS.1300 yılına kadar devam
etmiştir.
Bizans İmparatorluğu döneminde Ereğli, başlarda Hıristiyanlığın önemli
merkezlerinden birisi haline gelmiştir. Ereğli Metropolitik haline getirilmiş
ve Metropolis olarak anılmaya başlanmıştır. Kentte kiliseler inşa edilmiş ve
dinsel örgütlenmenin başına, Metropolit denilen ve Ortodoks Mezhebinde
Patrikten sonra gelen üst düzey din adamları atanmıştır.
Ereğli, yaklaşık olarak 100 yıl yine işlek bir liman özelliğini korumuş;
imparatorluğun Doğu Karadeniz'deki en büyük yerleşim merkezi olan Trapezos
(Trabzon) ile Batı Karadeniz kıyıları arasındaki müstahkem mevkilerinden birisi
olarak öne çıkmıştır. Şu var ki giderek Bizans İmparatorluğu'nun gerilemesine
paralel olarak Ereğli de yavaş yavaş gerilemiş; ilkçağdaki önemini yitirmeye
başlamıştır. Ereğli, biraz da ardülkesinin (hinterlantının) zayıflığı yüzünden,
sadece İstanbul'a çeşitli ürünler ihraç eden sıradan bir liman haline
gelmiştir. Diğer yandan, Justinyanus döneminde; M.S.536'lı yıllarda, Ereğli,
Amasra ile birlikte dini mevkiini de yitirmiş; metropolitikler iç kesimlere
nakledilmiş; Ereğli ile Amasra, küçük birer piskoposluk haline gelmişlerdir. Bu
durum MS..800 yılına kadar sürmüş, bu arada bazı idari değişiklikler kendisini
göstermiştir.
Ancak MS.800-900 yılları arasında Abbasiler'in baskısının artması üzerine,
kıyılar yeniden önem kazanmıştır. Güçlü birer kaleye ve savunma olanaklarına
sahip olmaları nedeniyle Ereğli (Heraklea), Amastris (Amasra) ve Tiu (Filyos)
Bizans İmparatorluğu'nun yeniden gözdesi haline gelmişlerdir.
Bizans İmparatorluğu'nun bölgedeki egemenliği 1300 yılında son bulmuştur.
Ereğli, MS.1300 yılında Cenovalılar'ın eline geçmiş, 100 yıl bu konumunu
korumuştur. Bu durum, MS.1308-1355 yılları arasında Samsun'dan Ereğli'ye kadar
olan kıyılarda görülen Moğol saldırıları sırasında da değişmemiştir. Cenova
dönemi, Ereğli de Türkler'in de boy gösterdiği dönem olmuştur.
Ereğli'nin Türk egemenliğine ne zaman geçtiğine dair çok sağlıklı bilgiler
yoktur. Bu konuya ilişkin bilgileri şu şekilde özetlemek olasıdır:
Anadolu Selçuklu sultanı I.Alaaddin Keykubad döneminde (1219 -1327) Kastamonu
ile Taraklıboru (Safranbolu) Türklerin eline geçmiştir. Böylece fiilen
Cenovalıların, kağıt üzerinde de Bizans İmparatorluğu'nun egemenliğinde görülen
Ereğli (Heraklea), ardülkeden (hinterlanttan) yoksun kalmış; İstanbul'a eskisi
kadar tahıl, canlı hayvan ve kereste ihracı yapamaz hale gelmiştir. Bu durum,
Türk egemenliğine kadar sürmüştür.Bazı kaynaklar göre Ereğli, 1300'lü yıllarda
Sinop ve çevresini elinde bulunduran Pervaneoğullarından Gazi Çelebi'ye
"haraçgüzar"dı, yani vergi ödüyordu. Gazi Çelebi'nin dolaylı egemenliği
altındaydı. Bazı kaynaklarda ise, Ereğli'nin 1327 tarihinde Orhan Gazi
tarafından zapt edildiği belirtilmektedir. Bu varsayıma göre, Orhan Gazi
(1324-1360) Taraklıborlu (Safranbolu), Yenice ve Gönük taraflarına Süleyman Bey
komutasında bir kuvvet göndererek buraları ele geçirmiş ve bu arada Ereğli de
zapt edilmiştir. Ereğli'deki Orhan Gazi Cami-i (Orta Cami-i; Ayasofya Kilisesi)
ile Süleyman Bey (Paşa) Cami-i'nin varlığı ile "Defter-i Hakani"deki
bazı kayıtlar ve Orhan Gazi'ye atfedilen bazı vakıflar, bu varsayımı
güçlendirmektedir. Katip Çelebi'nin Cihan-nüma ismindeki eserinde Ereğli için
söylediği "Sultan Orhan gelüp Kal'a fetheylediklerinde.." şeklindeki
sözler de "zapt" varsayımını güçlendiren bir diğer unsurdur. Bir
başka kaynakta, V.Cuinet'in "La Turkie Asie" (Asya Türkleri) adlı
eserinde ise Ereğli'nin zaptı, Sultan Beyazıt'a bağlanmaktadır. Bir diğer
kaynakta, Clavijo'nun "Kadis'ten Semerkan'a" adını taşıyan kitabında,
Ereğli'nin Bizans İmparatoru Manuel tarafından Sultan Beyazıt'a birkaç bin düka
altın karşılığı satıldığı ileri sürülmektedir.
Bütün bunlardan Türk egemenliğine ilişkin bir takvim tarihi çıkartmak mümkün
değildir. Kesin olan, Türklerin Ereğli ile 1330'lu yıllarda ilgilenmeye
başlamalarıdır. Bu tarihlerde Orhan Gazi Ereğli'ye "kolonizatör
fonksiyonununda" Türk dervişleri göndermiş; dervişler yerli halkla
kaynaşmışlar; Ereğli'nin Türkleşmesi için çaba göstermişlerdir. Bu dervişlerin
en ünlüsü; halk arasında "Hacı Baba" olarak anılan Seyyid Nasrullah
Efendi'dir.
Bazı kaynaklarda, Ereğli'nin ünlü Anakara Savaşı'ndan (1402) sonra Sultan
Beyazıt tarafından zapt edildiği belirtilmektedir. Kesin olan şudur ki;
Türkler, Ereğli'de 14.yüzyılın ortalarında boy göstermiş ve Ereğli 15. yüzyılın
hemen başında Türk egemenliğine geçmiştir. Böylece Cenovalıların Ereğli
Kalesi'ndeki egemenliği de son bulmuştur.
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u zaptetmesinden (1453) sonra Ereğli gitgide
eski önemini yitirmiştir. Bu dönemde Ereğli, Kastamonu ilinin Bolu sancağına
bağlı bir kaza merkezi olarak kendi içine kapanmıştır. Bu durum 400 yıl kadar
sürmüştür.
Safranbolu'daki annesini ziyaret amacıyla 1630 yılında denizden Ereğli'ye gelen
ve karayolu ile Safranbolu'ya geçen Katip Çelebi, Cihan-nüma ismindeki eserinde
Ereğli halkından "temiz insanlar" şeklinde söz etmekte ve işe yarar
mallarını ise "bez, kereste ve meyve" şeklinde sıralamaktadır.
Ereğli'nin içine kapalı, sönük kasaba kimliği; Kestaneci Köyü'nden Uzun Mehmet
ismindeki bir yoksul köylünün 1829 yılında Neyren Deresi'nin Köseağzı mevkiinde
taşkömürünü bulması ile ortadan kalkmış, Ereğli bu kez taşkömürü
işletmeciliğinin ekseninde yeniden önem kazanmış, gelişmiş ve güçlenmiştir.
Kömür işletmeciliği 1848'de Kandilli yöresinde başlamış, giderek Kozlu ve
Zonguldak'a kaymış ancak Kandilli civarındaki Kömür işletmeciliği günümüze
kadar gelmiştir. Ereğli uzun yıllar kömür işletmeciliğinin merkezi olmuştur.
Kömür işletmeciliğinin ilk dönemindeki en önemli gelişme ise; 1867 tarihli
Dilaver Paşa Nizamnamesi ile Ereğli'ye bağlı 14 köyün halkına, sakat ve hastalar
hariç, 13-15 yaş arası erkeklere, madenlerde çalışma zorunluluğu
getirilmesidir. Bu uygulama sırasında, nüfusta bir hata sonucu erkek olarak
gözüken bir bayanı askerler silah zoruyla ocağa indirmişler, ve bu durum
sonradan çözülmüştür. Bu şekilde uygulama, 1880 yıllarının sonunda
kaldırılmıştır.
Salname'de 1864 Ereğli'si şöyle
anlatılmaktadır: "Ereğli kasabasında mükemmel ve kagir bir hükümet konağı
ile bir mahzen, bir rüştiye (ortaokul) mektebi, iki erkek ve bir kız iptidai
mektebi (ilkokul), yedi cami, dört mescid-i şerif mevcut olduğu gibi, kazada
yeni usulle öğrtetim yapan iki iptidai mektebi ile yetmiş sübyan mektebi, yirmi
yedi mescit ve yirmi beş misafirhane vardır. Kasabanın civarında Alacaağzı,
Keraclık (Kireçlik), Kozlu, Yeniharman, Zonguldak, Çatalağzı, Kilimli adlı
mevkilerde kömür madenleri olup her sene çok miktarda kömür ihraç olunmaktadır
(üretilmektedir). Gerek kasaba ve gerek köy halkının çoğu maden çıkartılması,
kömür nakli, kayıkçılık sanatlarıyla uğraştıkları gibi; Veli, Kocadağ, Davutlar
ve Kilise köylerinde ormanlarda kereste imal ve kasabaya naklini yaparlardı."
Salnamede Alaplı nahiyesinde inşa olunan salapurya ve manavların İstanbul'a
götürülüp satıldığı vurgulanmaktadır.
Ereğli, kömür işletmeciliği ve nakliyatı ile kerestecilik eksenindeki
gelişmesini sonraki yıllarda da devam ettirmiştir.1818 tarihli "Müstakil
Bolu Sancağı Salname-i Resmiyesi"nde verilen bilgiye göre; Ereğli'nin
nüfusu bu tarihte 42 bine yaklaşmış (köykent), bunun 1227'sini gayri-müslimler
oluşturmuştur. Salnamede, Ereğli'nin daha falza gelişememesinin nedeni olarak,
ardlkesi (hinterlantı) ile karayolu bağlantısının olmayışı gösterilmektedir.
Ereğli; 8-18 Haziran 1920 tarihinde kısa süreli Fransız işgali yaşamıştır.
Kurtuluş Savaşı'ndaki tek deniz çarpışması da Ereğli açıklarında meydana
gelmiştir. Alemdar ismindeki gemisini İstanbul'dan kaçırıp Ereğli'ye
getirenlerden Recep Kahya, bir Fransız gambotundan açılan ateş sonucu şehit
düşmüştür. Alemdar, 23 Ocak 1921 tarihinde İstanbul'dan kaçırılmış, ertesi gün
Ereğli'ye ulaşmıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonra ilçedeki gayri-müslim azınlık (Rumlar) Lozan
Antlaşması çerçevesi içinde mübadeleye tabi tutulmuşlardır. O döneme ait
kaynaklarda, Ereğli'nin merkez nüfusunun 1923 yılında 80bin olduğu, mübadeleye
tabi tutulan Rumların sayısının ise 1200 civarında bulunduğu belirtilmektedir. O
tarihe kadar Ereğli'de ticaret yaşamı Rumların elindeyken, mübadeleden sonra
yerli halkın eline geçmiştir.
Ereğli, yapımına 1961 yılında başlanan Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları ile
yeni bir gelişme dönemine girmiştir. Fabrikanın yapımında 11 bin işçi çalışmış,
Ereğli'nin merkez nüfusu o devrede 18 bine çıkmıştır. Erdemir, 15 Mayıs 1965
günü işletmeye açılmıştır. Eredemir'le birlikte Ereğli de hızla büyümeye
başlamış; nüfusu artmış, ticari hacmi genişlemiş, nakliye canlanmış, liman
hareketlenmiş, kentin fizik yapısı hızla değişmiştir. Ereğli, Erdemir'deki
gelişmeye koşut olarak sonraki yıllarda da büyüyerek bir çok ilin sahip
olmadığı bir nüfus yoğunluğu ile diğer olanaklara sahip olmuştur. Son nüfus
sayımlarına göre merkez nüfusu 70 bini aşmıştır.
Su@t
AYDIN