Refah Kapatılınca İyi mi Oldu ?

Mehmet Y. Yilmaz, Radikal'in tavrı, Radikal, 18 -1 - 98

Refah Partisi'nin kapatılması Türk toplumunun "demokrasi anlayışı"nın bir kez daha gözler önüne serilmesi açısından da ilginç örneklerin ortaya dökülmesine yol açtı.

Biz, demokrasiyi yalnızca kendi siyasi görüşlerimiz açısından ve yalnızca kendimiz için isteme alıskanlığı olan bir toplumuz. Toplumda baska başka görüşlerin de var olabileceğine, bu görüşlerin de kendisini ifade etme hakkına sahip olabileceğine çok da yürekten inanmıyoruz.

Geçmişimize doğru şöyle bir göz atıldığında bunun örneklerini çokça bulmamız mümkün: Bugüne kadar 20'den fazla partinin kapatıldığı, sayısız insanın siyasi görüşleri yüzünden takibata uğrayıp, cezalandırıldığı bir ülkeyiz.

Kapatılan her partinin ardından karşıt görüşleri benimseyen kitlelerin biraz da "oh, iyi oldu" havasına girdiğini hiçbirimiz inkar edemeyiz.

Bugün demokrasinin yokluğundan ve insan haklarından şikayet eder görünen Refah yöneticilerinin, çok değil daha bir yıl önce iktidardayken başka siyasi görüşteki insanlar için ne düşündüğünü, en basit demokratik tepkileri bile "gulu gulu dansı" diye aşağıladıklarını başkalarını bilmem ama ben çok iyi hatırlıyorum.

Aynı Anayasa hükmü ve kanun maddesi yüzünden başka partiler kapatılır, yöneticilerine siyaset hakki yasaklanırken başta Erbakan olmak üzere Refah'lı yöneticiler, bugün toplumun önemli bir kesimine hakim olan havanın bir benzerini paylaşıyorlardı.

Bu yüzden Radikal'in dünkü manşetini yadırgayanların sayısı da bir hayli fazla oldu.

İlk bakışta Radikal'in Refah Partisi'nin kapatılmasına demokratik gelenekler açısından karşı çıkması bir çelişki gibi görünüyor olabilir. Çünkü Radikal, yayın hayatı boyunca Refah Partisi'ni en sert eleştiren gazetelerden birisiydi.

RP yönetiminin toplumu "inananlar - inanmayanlar" diye ikiye bölen tavırlarını, demokrasiyi ve insan haklarını yalnızca kendi görüşlerindeki insanlar için istemesini; demokratik düzeni bir "zulüm düzeni olarak niteleyen söylemlerini gerçekten de çok eleştirdik.

RP yöneticilerinin yanlış yolda olduklarını, temsil ettikleri geniş kitlenin demokratik haklarına zarar verici mahiyette davrandıklarını yazdık.

0 zaman bu görüşleri yazmamıza sebep olan düşünceler ne idiyse, bugün de RP'nin kapatılmasını "demokrasiye verilmiş bir zarar" olarak niteliyor olmamızın nedeni de aynı düşüncedir.

Türkiye'nin gelecekteki mutluluğunu demokratik, laik, hukuk devletinin hakim olduğu bir düzende görüyoruz.

Toplumda var olan her türlü siyasi eğilimin parlamentoda temsil edilmesini, şiddete başvurulmadığı sürece her türlü görüşün örgütlenme ve propaganda hakkına sahip olmasını savunuyoruz.

Radikal, Türk toplumuna karşı sorumluluğunun bilincinde olarak demokrasinin ve insan haklarının geliştirilmesini, laik bir düzende insanların kendi inançlarına göre yaşama haklarını savunan çizgisini korumaya devam edecek.

Demokrasi ve insan haklarının geliştirilmesi gerekliliğini, hukukun mutlak hakimiyetini, yalnızca kendi canı yandığı zaman hatırlayanlardan en önamli farkımız bu haklari herkes için ve her zaman istiyor olmamızdır.


Terör Yerli Faşizmin Temel Gıdasıdır !

Ahmet İnsel, Sıradan faşizmler, Yeni Yüzyıl, 28 Aralık 1997

Dar anlamıyla faşizmi, geç emperyalist devletlerde boy veren, tekelci sermaye ile militarizmin ittifakının kitlesel mobilizasyon yöntemleriyle kurduğu diktatörlük olarak tanımlar siyaset kuramı. Bireyi yok eden, herkesi kutsal cemaatin bir neferi olarak tanımlayan, fiziki güce tapınan faşizm ırkçıdır. Toplumu ulusal çıkar etrafında kümelenmiş bir cemaat olarak görür. Korporatistir. Korporatizmin merkezine devleti yerleştirir. Zaten bu tahayyül dünyasında cemaatin temsilcisi devlettir. Devlet, güç söylemi ve simgelerini bünyesinde toplar ve kutsallaştırır. Siyasal olarak faşizm, tek parti hegemonyasına dayanan, totaliter bir rejimdir.

Faşizmin bu tanımı, iki dünya savaşı arasının Italya'sı ve Almanya'sı gibi, tarihi olarak dar bir alan için geçerlidir. Bu iki örnek kadar sistemli olmayan, parlamenter otoritarizm totalitarizm arasındaki farklı tonlan içeren birçok rejimi sıradan faşizm veya yerli faşizmler olarak tanımlaya- biliriz. Bunlar, dört dörtlük bir faşizm değil, faşizmin birçok unsurları birarada bulunduğu karma rejimlerdir. Bu rejimlerde sıradan insanın korkuları sürekli canlı tutulur. Onun früstrasyonları, kompleksleri militarist ve şoven söylem ve pratiklerle beslenir. Farklı coğrafyaların yerli özelliklerinin öne çıkmasıyla, yerli faşizmlerin değişik tonlarını günümüz dünyasında buluruz.

Yerli faşizmlerin ortak bir özelliği, sıradan insanların kutsal devletleri etrafında kenetlenmeleri için, onların korkularının canlı tutulmasıdır. Bu ise, sürekli olağanüstü durumlar yaratmayı gerektirir. Yerli faşizmlerın ayakta kalabilmesi için dış düşmanlara olduğu kadar iç düşmanlara ihtiyaçlan vardır. Dış düşmanlarla kuşatılmış olmak, faşizmin militer kanadını besler. Bu militer kanadı, iç düşmanların başını bire kadar ezilmesi için beslenip yetiştirilen polis gücü tamamlar. Sıradan faşizmler, bir asker-polis devletidir. Iç düşmanlar, Yahudiler gibi ırken ve dinen ayrı addedilen toplumsal gruplar olduğu gibi, kutsal devlete direnen her kişi ve grup iç düşman olarak hedef teşkil eder. Faşizm, iç düşman olmayan yerde kendine iç düşman yaratır. Bu iç ve dış düşmanlar, olağanüstü durumun gübresidirler. Terör, yerli faşizmin temel gıdasıdır. Olmadığı yerde terörü kendisi yaratır. Sıradan faşizmler bir devlet terörü rejimidirler.

Bu rejimlerde, kurum olarak ordu ve polisin mutlak dokunulmazlıklan vardır. Devletin koruyucusudurlar. Bunun yanında, yerli faşizmler, genellikle çığırtkan ve taşkın bir milliyetçiliği besleyerek toplumun siyasal davranışının meşruiyet sınırlarını çizerler. Siyaset, kutsal devletin tanım ve yetki tekelinde tutulur. Bu bağlamda toplumun apolıtizasyonu esastır. Toplum, kutsal devlet güçlerinin ona gösterdiği yer ve zamanda bayrak sallamak, kurbanlar vermek, taşkınlıklar yapmak, milli olmayan unsurları yok etmekle görevlidir. Bunun için toplumda yarı militer hareketler istim üzerinde tutulurlar. Olağanüstü durumlar yaratmak için bu hareketler zaman zaman devreye sokulur. Kitle terörü yöntemlerine ihtiyaç duyulduğunda, bu hareketlerin adamları meydanlara salınır. Devletin kolluk güçleri, bu hareketlerın militanlarının elinden tutup yol gösterir, onları kollar ve gereğinde korurlar.

Sıradan faşizmler, parlamenter rejimin kurumlarıyla birlikte varolabilirler. Bu durumda parlamentonun dışında ve üstünde bir siyasal otorite yer alır. Bu siyasal otorite iç devleti elinde tutar. İç devlet, kurulu devlet düzeninin korunması ve kollanmasıyla görevlidir. "Ulusal politikayı" iç devlet belirler ve onun siyasal tartışma alanı dışında kalmasına dikkat eder. Diğer tüm siyasal tartışmalar ve tasarruflar bu ulusal siyaset ekseninden türerler; meşruiyetlerini ve hatta yasallıklarını bu ulusal siyasetten alırlar. İç devletin siyasal alanına el atmak bölücülük, bu siyasal eksene aykırı görüş bildirmek ise vatan hainliğidir.

Bu tür rejimler, çıplak bir diktatörlük değildirler. Bir toplumsal dayanakları vardır. Bu dayanak, tarihi-kültürel olguların ve sıradan insanların korkuları [vb.'ni] biçimlendirip anlamlandırmasıyla oluşturulur.

… sıradan faşizmlerden çıkışın, devletin ve sınırlarını onun çizdiği siyaset alanının içinden kaynaklanan bir reform hareketiyle gerçekleşme şansının az da olsa varoldugunu biliyoruz. … tutarlı bir demokratik rejime geçmenin asıl yolu ise, toplumsal hareketlerin yasal siyasi alanı kuşatıp, tecrit etmeleri ve siyasetin tüm meşruiyeti ve çoğunluğu içinde toplum katına inmesi mücadelesini vermelerinden geçer. Asli kurucu gücün kendisi olduğunun toplumun devlete kabul ettirmesi demektir bu. Aksi takdirde, reformlar yapılır ama egemenlik kayıtsız şartsız devlette kalmaya devam eder.


1998'de Türkiye'yi Neler Bekler ?

Ali Bayramoğlu, 1998'in Dilemması, Yeni Yüzyıl, 1 - 1 - 98

Bugün yeni yılın ilk günü. Hafta başına kadar fırtına öncesi sessizlik dönemi yaşayacağız. Ardından büyük ihtimalle yeni yılın ilk bombası patlayacak. Anayasa Mahkemesi Refah Partisi hakkında kararını açıklayacak.

Ve Refah Partisi büyük ihtimalle kapanacak.

Refah kurmayları bile, dışarıya biraz da siyasi bir taktik olarak, yenilgiyi kabul etmemek adına, partileri kapatılmayacakmış gibi bir tavır sergileseler de, içten içe yeni dönemin hesaplarını yapıyorlar.

Refah Partisi'nin kapatılması, 28 Şubat kararlarıyla ortaya çıkan devlet tavrının en keskin, en belirleyici aşaması olacak. Islami görünürlülüğün ve Islami duyarlılığın temsilinin siyasi arenadan "kazınmasına" yönelik en ciddi adım olacak.

Bu adım, oyunun sonunu değil, tersine perdenin açılmasını ifade edecek...

RP'nin kapatılmasının ardındaki "irade" iki ayrı güzergah seçebilir.

Ya, RP'yi ikame edecek bir partinin kurulmasına en az bir yıl için hiçbir şekilde izin vermeme kararını alabilir. Ya da bir süre sonra sistemin kontrolu altında yeni bir partinin kurulmasına göz yumacak bir tavrın içine girer.

lkinci güzergahın seçilmesi, sistemi her şeye rağmen bir süre sonra bir ölçüde rahatlatabilecek bir yoldur. Ancak bu yol seçildiği takdirde, RP'yi ikame edecek bir parti değişik bir istikamet izler: içindeki gelişmelerle, bu partiye dışandan yani dolaylı olarak hakim irade tarafından yapılacak müdahaleler, üst üste oturur. Bu dış müdahaleler, parti lideri tespitinden, RP nin şu ana kadar oluşturduğu siyasi, kültürel, hatta "dini" tekeli kırmaya yönelik, dolayısıyla farklı cemaatlerin etkin kullanılmasına yönelik müdahaleler olabilir.

Mevcut güç dengelerine bakılınca kısa vadede tercih edilmesi daha muhtemel olan ilk yol ise, oyunun ikinci perdesini başlatacaktır, yani RP oylarının Çiller'e kaymasının engellenmesi için atılacak adımlardan, yani Çiller'i "vuracak" keskin girişimlerden oluşacaktır.

Böyle bir adım şu anda süren krizin derinleşmesini kaçınılmaz olarak beraberinde getirir.

Zira hakim siyasi irade açısıdan dört soruya yanıt verilmesini gerektirir.

1. Amacını tayin ve ilan eden Silahlı Kuvvetler, bunu gerçekleştirmek için uygun araç, hatta kişi arayışını nasıl nihayetlendirecektir?

2. Kendisini Yılmaz'a mahkum edecek bir devlet iradesi, Yılmaz'ın gerek "istenilen alanlarda" gerek bazı temel ekonomik-sosyal kararlarda getirdiği ve getireceği tıkanıklığı nasıl aşacaktır?

3. Bu tıkanıklık arttığı takdirde, Silahlı Kuvvetlerin 21 Mayıs 1962 ve 22 Şubat 1963 tarzı bir durumla karşılaşmayacağı nasıl garanti edilebilir? "İrrasyonel", daha doğrusu askeri bünyenin iç yapısına ve hareketliliğine bağlı olarak "rasyonel" bir adımın atılması, yani zorunlu açık müdahale nasıl engellenebilir?

4. Açık askeri müdahale halinde, askeri otorite, bu durumun Türkiye'ye getireceği faturayı bertaraf etme sorusuna nasıl yanıt bulacaktır?

Hakim siyasi otoritenin önünde iki yol vardır: Ya barışacak ya vuracaktır.

… Bu dilemma, 1998'in ilk dört, beş ayının "gizli" gündemi olacaktır.

Ama görünen köy kılavuz istemez. Askeri otoritenin iç bünyesi dahil olmak üzere, huzur, uyum, ve etkinlik için demokrasi şarttır.

Demokrasi, ittifak demektir, farklılıkların kabulü demektir.

Yeni yıla girerken herkes aklını başına alsın.


Medya Siyaseti Nasıl Tıkar ?

Islam Dergisi, Sayı 158 [http://www.vefayayincilik.com.tr/islam/islam-158/etyen_mahcupyan.html]

KAPAK

Medya: Kendini Tikayan Siyaset

Etyen Mahcupyan

Dünyanin son dörtyüz yilina damgasini vuran modernite, sadece bir teknik/teknolojik siçrama dönemi, ya da relativist zihniyetin tüm anlam dünyalarina nüfuz edip egemenligini ilan ettigi bir süreç olmamistir. Bu tür gelismelerle birlikte, modernite yeni bir kurumsal yapi olusturdu ve "Medya" diye adlandirdigimiz genis çerçeveli bir iletisim platformunu bu yapinin vazgeçilmez unsuru haline getirdi. Liberal teorinin ekonomi alaninda piyasa mekanizmasindan bekledigi görevin bir benzerini, medya da sosyolojik düzlemde yapacakti. Birbirinden kopuk ve habersiz yasayan bireylerin olan bitenin farkina varacagi bir bilgilendirme islevi sayesinde; medya hem toplumun aynasi, hem de toplumun ortaklasa kullandigi bir kamu sahasi oldu.

Ne var ki bu kamu sahasi her isteyenin dahil olabildigi bir yapiya sahip degildi. Özel sahislarin denetiminde ve ticari amaçlara sahip olan medya kurumlari, bu kamu sahasini ellerinde tuttular ve bunun karsiliginda topluma kendini ve çevresini tanima/anlama imkanlari sundular. Böylece medya modern demokrasilerin "dördüncü kuvveti" olarak anilmaya basladi. Çünkü toplumu anlamaya çalismak ayni zamanda toplumun sesi olmayi da getirdi. Medya siyasal partiler disinda toplumun dolayli ancak sürekli bir temsilcisi olarak ortaya çikti ve gücünü bu islevinden aldi. Dolayisiyla siyasi alanda medyadan beklenen islev, toplumu siyasal aktörlerin eylemlerinden haberdar etmenin yaninda, esas olarak toplumsal talepleri siyasal alana yansitabilecek bir baski araci olmasiydi. Diger bir degisle medya için asil olan devlet karsisinda topumun, siyasi olanin karsisinda toplumsal olanin sesi olmasiydi.

Medyada biçilen bu konum, bugün Bati'da bile tehdit altindadir. Piyasada tekellesme egilimi ve devletin bir çikar kaynagi olabilmesi, medya aktörlerinin devletle içiçe baglar olusturmalarina ve topluma manipülatif bir biçimde yaklasmalarina yol açmaktadir. Ne var ki bazi Bati toplumlarinin sahip oldugu demokrat gelenek, medyanin da üzerinde bir sivil toplum denetimi saglayabilmekte ve otokontrol mekanizmasinin olusmasina neden olmaktadir.

Demokrat gelenegin son derece zayif, devletin ise geleneksel olarak güçlü oldugu toplumlarda ise, medya devlet-toplum dengesini dahi tutturamamaktadir. Bu nedenle örnegin Türkiye'de medya devletin tercih ve taleplerinin çizmekte oldugu çerçeve içinde islev görmektedir. Devlet/toplum baginin kendini yeniden üretebilen asgari bir düzeyin üzerinde kalmasi halinde bu bir sorun olusturmayabilir, çünkü medyanin islevi ikincil kalabilir. Ancak bugün Türkiye'de birbirinden farkli iki egilim birlikte davranarak medyanin toplumsal bagini büyük ölçüde yipratmistir.

Birincisi, "postmodern" dönemin bir özelligi olarak tüm dünyada devlet/toplum baginin sahip olmasi gereken asgari düzey yükselmektedir. Diger bir deyisle simdi insanlar daha seffaf bir devlet, daha katilima açik karar mekanizmalari talep etmektedir. Bu nedenle ulus-devletlerin mesruiyetleri toplumlariyla daha açik ve derin bir iliski sistemi olusturabilmelerine bagli olmaktadir. Böyle bir ortamda medyanin toplumu temsil etme islevi hayati hale gelebilir çünkü devlet mekanizmasi yeterince esnek olmayabilir. Bu evrensel egilimin üstüne Türkiye'de devlet ayrica bir ideolojik sikisma yasamakta ve medyayi da kendisine dogru çekmektedir. Kendini otoriter bir laikilik ve milliyetçilik anlayisi üzerinde temellendirmis olan devletin son yillarda defi edilmesi, bir içe kapanmaya yol açmistir.

Devlet giderek toplumsal meselelerin bir tarafi haline gelmis ve toplumun bazi kesimlerini karsisina alan bir siyaset empoze etmeye baslamistir. Bu durum medya üzerinde de baglayici bir etkiye sahiptir. Çünkü medya kendi hareket alaninin referansi olarak toplumu degil, devleti kullanmaktadir.

Böylece medyadan beklenen toplumsal temsil islevinin artmakta oldugu bir dönemde, medya tam aksi yöne giderek kendini bloke etmistir. "Merkez" partilerin erime süreci aynen medyaya da yansimakta; ve bu belirsiz pozisyonun tasiyicisi olan medya aktörleri de ayni hizla erimektedir. Isin vahim tarafi "büyük" medya diye tabir edilen bu kesim kendini, açmazini daha da agirlastiran bir kisir döngüye girmistir.

Temsil yetenegini ve toplum için bir ayna olma islevini gün gün kaybeden bu kurumlar, çare olarak kendilerini ticari olarak ayakta tutacagini düsündükleri bir promosyon gayreti içine girmislerdir. Bu gayret kisa zamanda bir madya savasina dönüsürken, promosyonun getirdigi kazancin çapi medyanin asli islevini daha da arka plana itmistir. Öte yandan buna paralel olarak siyasi pozisyon açisindan da büyük medya, devletin resmi ideolojisinin çevresinde yer almayi yeglemis ve devletin içe kapanma sürecini paylasmistir.

Kisa vadeli ticari bakisla siyasi bagimliligin bir araya gelmesi, medyanin araçsallasmasini ifade eder. Simdi medya hem siyasi aktörlerin elinde bir araçtir; hem de kendi gözünde. Nesnel pozisyonunu kaybeden medya kurumlari, toplumsal vicdani temsil etmekten uzaklasirlar; toplumu anlamaya degil, kendi dar kaliplari çerçevesinde toplumu etkilemeye soyunurlar.

Ülkemizde de yasanmakta olan bu süreç bir kisir döngü olusturmaktadir. Çünkü manipülatif siyaset, medyanin toplumsaldan daha da uzaklasmasina ve kendini tikayan özelliklerin pekismesine yol açmaktadir.

Büyük medyanin kendini böylesine hapsedisi karsisinda, tanima/anlama islevi her kesimde var olan az sayidaki köse yazarina ve devletle ticari/siyasi bagi daha zayif medya kuruluslarina düsmüstür. Ne var ki resmi ideolojiyi bütünüyle paylasmayan ve daha ziyade "Kürt ve Islâm" kesimlerden çikan bu kuruluslarin da bir bölümü benzer bir tikanma içindedir. Resmî söylemin kategorik olarak karsisinda yer alma tercihi, toplumsal temsilin ve topluma nesnel bakisin önünü kesmektedir.

Gene de son dönemde medyada demokrat bir pozisyonun varligi, özellikle Islâmî kesimin bazi yayin organlari sayesinde mümkün olmustur. Bunlar bir yandan devletin tasarruflarini tartismaya açarken, öte yandan Türkiye'deki degisim sürecinin su yüzüne çikabilmesinin ortamini saglamistir. Ancak Refah Partisi'nin iktidara gelmesiyle birlikte, bu yayin kuruluslarinin bile üzerine bir "taraftarlik" örtüsü inmis gibi gözükmektedir. Nesnel irdeleme çabasi gitmis, yerine uygulamalari aklamaya veya dogrulamaya çalisan bir tavir almistir. Bu durum, Islâmî medya için sadece kendi kesimi karsisinda degil, çok daha genis anlamda bir handikap olusturmaktadir. Çünkü bu tavir bir yandan Islâmî kesim içindeki heterojenligi yokedip, tüm Islâmî dünyayi RP ile özdeslestirmekte; ve RP'nin temsil yetenegini genisletirken, Islâmî kesimin prestijini RP'nin becerisine teslim etmektedir. Öte yandan bu tutum Islâmî medyanin toplumsal temsil yetenegini baltaladigi gibi, herkesin ihtiyaci olan tanima/anlama islevini törpülemektedir.

Sonuç olarak medyanin siyasetle iliskisi, onu toplumdan ve gerçek islevinden uzaklastiran bir etki yapmaktadir. Devletin taraf oldugu bir dönemde, laik kesim devletin pozisyonuna sahip çiktigi oranda bu islevin disina düserken; Islâmî kesim de kendi içinden çikmis olmasindan hareketle, bir siyasi partinin performansina mahkum hale gelmekte ve bakis seviyesinin daralmasina ve tarafgir olmasina razi olmaktadir.

Bu tikanikliktan çikis ise her iki kesimden de gelebilir ve tercihen her iki kesimden birden gelmelidir. Çünkü medyanin siyasete karsi özgürlesmesi, ancak bu kuruluslarin kimliksel tavirlari asan bir ortak "siyasi" tavir üretmeleri ile mümkün olabilecektir.


Türkiye'de   İnsanlar   Ne   ile   Uğraşır   ?

Nevval Sevindi, Türk Milletinin Sosyal İlişkileri, Yeni Yüzyıl, 28 -12 -1997

Kültürel faaliyetler, sosyal ilişkiler ve boş zamanlar konusunda birçok yalan yanlış bilgiye sahip olduğumuz, Piar-Gallup'un araştırmasından anlaşılıyor. Kültürel göstergeler toplumun ve bireyin profılini vermesi açısından oldukça çarpıcı sonuçlar içermekte.

Dernek, kulüp, hayır kurumu ya da herhangi bir cemiyete üye olmayanların profil `97 oranı % 90.8. Kıyametin koptuğu tarikatlara üye olma sadece % 4 oranında. Evcil hayvan olarak kedi, kuş, balık falan beslemeyenler % 73.8. Sevgimiz birbirimize az geldiğinden hayvanlara hiç kalmıyor demek.

Kahveye gitme alışkanlığı olan erkeklerin ava ya da balık avına gitme zahmetine katlanmadığı anlaşılıyor, gitmeyenler % 77.1. Herkesin televizyon karşısında spor karşılaşması izlediği inancımız ise kökünden darbe yiyor, çünkü hiç seyretmeyenlerin oranı % 52.6.

Stadyumlara, spor salonlarına giderek spor karşılaşmalarinin dolup taşdığını düşünenlere hiç gitmeyenlerin oram ilginç gelebilir: % 72.5. Boş zamanlarda spor yapmak da böylece alışkanlık dışına çıkıyor, hiç sporla ilgilenmeyen, yapmayan % 68.4. Spor ya da gezme amacıyla yürüyüş bile yapmaya üşenen milletimizin kaslarından kuşku duymaya başladım; hiç yürümeyenler % 60.0. Işte bu tembeller mutlaka iskambil oynayarak zaman öldürüyor derseniz, ıhh! Hiç oynamayanlar % 62.3. Kesinlikle tavla oynuyorlardır, en iyi iş yapma alışkanlığı tavla oynamak, diye biliriz memlekette. Hiç oynamayanlar yüzde 67.5. Tavlayı oynamayanların satranç, dama oynayacağını düşünmek zor; % 76.7 zaten oynamayanların oranı.

Sinemaya hiç gitmeyen % 77.6'lık oranı geçen tiyatroya gitmeme oranı % 83.1. Hepsini yayan bırakan ise bale ve operaya gitmeme oranının % 91.6'lık payı. Konsere de gitmiyor % 83.4 ve resim yapmak gibi çocukça bir eyleme hiç yanaşmayanlar % 89.8.

Artık video seyrediyorlardır derseniz yanılırsınız, % 82.8 hiç seyretmiyor. Bunlar hep barlarda, gece kulüplerinde sabahlayan dejenere insanlar diyorsanız yanıldınız. Hiç gitmeyenlerin oranı tiyatroya hiç gitmeyenleri yakalıyor. Bu insanlar % 49.9 oranında Türk halk müziği dinliyor. Sonra Türk sanat müziği ve arabesk sırayı paylaşıyor. Bunlara bakınca ders kitapları dışında hiç kitap okumadım diyenlerın oranı insana masum geliyor; % 44.9.

Bu ahlaksızlar gece kulübüne, bara gitmiyor gibi görünüyor ama mutlaka piyango, kazı kazan alıp memlekete kötü örnek oluyorlardır dersek yanılırız; hiç piyango almayanlar % 48.6, hiç kazı kazan almayanlar % 73.4, spor toto, loto hiç oynamayanlar % 77.6, at yarışı hiç oynamayanlar ise rekorda % 92.3'le opera ve baleye gitmem‚ oranını yakalamaya yaklaşıyorlar. Bunlar telefon sapığı demek ki, dersek 900'lü hatları aramaları gerekir, oysa hiç aramamışların %si 97.7.

Peki bu millet ne yapar gibi ilginç bir soru kalıyor geriye cevaplanmayan. Artık bunu bulmayı size bırakıyoıum pazar bulmacası olarak. Kültürel, sosyal yaşamımızın durumu içinde bulunduğumuz açmazlara anlamlı bir mesaj sanırım.

* Profil '97 / 18 Yaş Üzeri, Kır kent geneli / 33 milyon