logo.gif (1228 bytes)

BİRİNCİ BÖLÜM

İtalo Calvino ‘nun yeni romanı Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu romanını okumaya başlamak üzeresin. Gevşe. Dikkatini topla. Bütün öteki düşünceleri sav kafandan. Çevrendeki dünya bırak silinsin. En iyisi kapıyı kapatmak; yan odadaki TV hep açık. Hemen ötekilere söyle, ”Hayır, ben televizyon izlemek istemiyorum. ” Sesini yükselt -yoksa seni duymazlar- “Okuyorum! Rahatsız edilmek istemiyorum!” Belki duymadılar, onca gürültü arasında; daha yüksek sesle söyle, bağır: “İtalo Calvino’nun yeni romanını okumaya başlıyorum!” Ya da istersen hiçbir şey söyleme; belki seni rahat bırakırlar.
En rahat duruş biçimini bul: Oturmak mı olur, yayılmak mı, kıvrılmak mı yoksa kalas gibi uzanmak mı?Kalas gibi sırtüstü mü ,yan mı, karınüstü mü? Bir koltukta mı, bir kanepede mi, bir salıncaklı sandalyede mi, sandalyenin açılır kapanırında mı ,ayak yastıklısında mı? Bir hamakta mı, hamağın varsa? Yatağını üzeri de var, kuşkusuz, içi de. Ellerinin üzerinde yoga yapar gibi baş aşağı bile durabilirsin. O zaman kitap da baş aşağı olacak elbet .
Okumak için en iyi duruş biçimini bulmak kolay değildir, evet. Eskiden ayakta, bir sehpaya dayanarak okurlardı. İnsanlar ayakları üzerinde, hiç kımıldamadan durmaya alışkındılar. At sırtında oturmaktan yoruldukları zaman böyle dinlenirlerdi. At sırtında kitap okumak hiç kimsenin aklına gelmemişti ama bugün atın eğerine oturup kitabı yelesine dayamak ya da belki de özel bir koşumla kulağına tutturmak sana ilginç geliyor. Böyle ayakların üzengilerde okumak çok rahat olmalı; okumaktan tat almanın ilk koşuludur ayakları yerden kesmek.
E, ne bekliyorsun? Uzat bacaklarını haydi uzat, ayaklarını bir yastığın üzerine koy, olmadı, iki yastığın, kanepenin kollarının, sehpanın, masanın, piyanonun, dünya kürenin üzerine koy. İlkin ayakabılarını çıkar. İstersen bacaklarını dik, olmadı, indir. Dikilme orada öyle canım, bir elinde ayakkabılar, bir elinde kitap.
Işığı ayarla ki gözlerin yorulmasın. Bunu şimdi hemen yap yoksa bir kez okumaya daldınmı hiçbir şey seni yerinden kımıldatamayacak. Aman sakın sayfa loşlukta kalıp da, gri bir fon üzerinde fare ordusu gibi, hepsi aynı biçimde kara harflerden oluşan bir pıhtıya dönüşmesin; ama dikkat, sayfanın üzerine düşen ışık çok güçlü de olmamalı, kağıdın acımasız beyazı üzerinde parlayıp, güney öğlelerinde olduğu gibi, harflerin gölgelerini kemirmesin. Okumanı nelerin kesebileceğini önceden düşünmeye çalış. Sigara şuracıkta olmalı, içiyorsan, kül tablası da. Başka? Çişin var mı? Peki kendin bilirsin.
Şu kitaptan özellikle bir şey beklediğin yok. Hiçbir şeyden bir şey bekleyecek cinsinden biri değilsin, ilke olarak. Senden genç ya da yaşlı insanlar var, kitaplardan, insanlardan, yolculuklardan, olaylardan, yarının onlara hazırladığı sürprizlerden olağanüstü deneyimler bekleyerek yaşayan. Beklenecek tek şey vardır: Olabileceklerin en kötüsünden yakayı kurtarmak, bunu bilirsin. Vardığın sonuç budur, kişisel yaşamında, genel konularda, hatta uluslararası işlerde. Ya kitaplar? Eh, bütün öteki alanlardan bir şeyler beklemek zevkinden yoksun olduğun için, gençlik çağına özgü bu zevki, kitap gibi özellikle sınırlandırılmış alanlarda kendine tanıyabileceğine inanıyorsun, bu konuda şansın yaver gidebilir de, gitmeyebilir de ama düş kırıklığı tehlikesi ciddi değildir.
Evet, sonra, bir gazetede, yıllardır kitabı yayınlanmamış olan İtalo Calvino’nun yeni kitabı Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu’nun çıktığı haberi ilişti gözüne. Kitapçıya gidip bu cildi aldın. Aferin.
Dükkanın vitrininde aradığın kitabın başlığını taşıyan kapağı hemen buldu gözlerin. Bu gözizini sürerek güç bela ilerledin dükkanda, masaların, rafların üzerinden sana kaş çatıp gözdağı vermeye çalışan Okumadığın Kitaplar’ın oluşturduğu kalın barikatı geçtin. Ama bu huşu duygusuna asla pabuç bırakmaman gerektiğini biliyorsun, onların içinde Okumana Gerek Olmayan Kitaplar’ın, Okumak İçin Değil Başka Amaçlar İçin Yazılmış Kitaplar’ın, Yazılmadan Okunmuş Sınıfına Girdikleri İçin Kapağını Bile Kaldırmadan Okuduğun Kitaplar’ın kimbilir kaç evlek tuttuğunu biliyorsun. Böylece surların en dış duvarını geçtin ama o zaman da Bir Taneden Fazla Hayatın Olsaydı Kesinlikle Okuyacağın Ama Ne Yazık ki Günlerin Sayılı Olduğu İçin Okuyamayacağın Kitaplar’ın piyadeleri saldırdı üzerine. Hızlı bir manevrayla onlardan sıyırttın ama Daha Önce Okunması Gereken Öteki Kitaplar Olmasaydı Okumaya Niyetlendiğin Kitaplar’ın, Şimdi Çok Pahalı Olan ve Ucuzlamasını Bekleyeceğin Kitaplar’ın, gene öyle olup da Ucuz Baskısının Çıkmasını Bekleyeceğin Kitaplar’ın, Herkesin Okuyup da Senin de Okumuş Kadar Olduğun Kitaplar’ın mızraklı erlerinin içine dalarsın. Bu saldırıyı savuşturup kalenin kulelerinin dibine gelirsin, oraları da başka birlikler tutmuştur:
Yıllardır Okumayı Düşündüğün Kitaplar,
Yıllardır Arayıp da Bulamadığın Kitaplar,
Şu An Üzerinde Çalıştığın Şeyle İlgili Kitaplar,
Gerektiğinde Elinin Altında Olsun Diye Sahip Olmak İsteğin Kitaplar,
Belki de Bu Yaz Okumak İçin Bir Kenara Ayırabileceğin Kitaplar,
Raflardaki Öteki Kitapların Tamamlayıcısı Olarak Gereksindiğin Kitaplar,
Sende Birden, Haklı Bir Nedeni Kolayca Bulunmayacak Açıklaması Olanaksız Bir Merak Uyandıran Kitaplar.

Şimdi artık sıra sıra dizilmiş o sayısız savaş birliklerinin tek bir safa indirdin; kuşkusuz çok geniş ama gene de sonlu sayılarla ifade edilebilecek bir saf; gelgelelim bu göreli rahatlama da Çok Eskiden Okunmuş ve Yeniden Okunmasının Zamanı Gelmiş Kitaplar ile Hep Okunmuş Gibi Yaptığın Artık Oturup Gerçekten Okumanın Zamanı Gelmiş Kitaplar‘ın tuzağına düşer.
Hızlı bir zikzak çizip onlardan kurtulur bir sıçrayışta Ya Yazarı Ya da Konusu İlgini Çeken Yeni Kitaplar’ın bulunduğu kaleye dalarsın. Bu kalenin içinde bile savunma safları arasında bazı atlamalar yapılabilir, onları ikiye bölebilirsin: Yazarı Ya da Konusu (senin için ya da genellikle) Yeni Olmayan Kitaplar; Yazarı Ya da Konusu (hiç değilse senin için) Hiç Bilinmeyen Kitaplar.Onların ilgini çekmesinin nedenini, yeni olan ile yeni olmayana karşı duyduğun istek ve gereksinimle açıklarsın(yeni olmayanda yeniyi, yeni de yeni olmayanı bulma isteği).
Bütün bunlar şu anlama gelir: Kitapçıda sergilenen kitapların başlıklarına şöyle hızlıca göz attıktan sonra yeni çıkmış bir Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu’nun dizildiği rafa yöneldin, bir tanesini alıp, ona sahip olma hakkının kesinleşmesi için, kasaya götürdün.
Çevrendeki kitaplara bir kez daha şaşkın bir bakış fırlattıktan sonra (ya da daha doğrusu sen kitaplara değil kitaplar sana Belediye’nin köpekhanesindeki kafeslerinden eski bir dostlarını tasmalanmış, efendisinin ardısıra giderken görüp onun yardımına koşan köpeklerin şaşkın bakışıyla baktı) çıkıp gittin.
Yeni çıkmış bir kitaptan bambaşka bir tat alırsın, alıp götürdüğün şey yalnızca bir kitap değil onun yeniliğidir de, fabrikadan yeni çıkmış bir nesnenin yeniliğinden farksız bir şeydir bu, kitaplıkların hızlı sonbaharında üzerlerini kaplayan toz tabakası sararıncaya, üst kenarına isli bir tül ininceye, kapaklarının köşeleri kulak gibi kıvrılıncaya kadar sürecek bir tazelik.Hayır, sen hep gerçek yenilikle karşılaşacağını umuyorsun -bir kez yeni olduğu için hep yeni kalacak bir yenilikle. Yeni basılmış bir kitabı okuyunca bu yeniliğe, hemen anında, yakalamak için hiç çaba göstermek zorunda kalmadan,peşinden koşmadan, sahip olacaksın. Bu kez de öyle olacak mı acaba? Hiç bilinmez. Dur bakalım nasıl başlıyor.
Belki de daha kitapçıdayken karıştırmıştın sayfalarını. Yapamadın mı yoksa, üzerinde zırh gibi selafon kağıdı geçirildiği için? Şimdi otobüstesin, kalabalığın arasında dikiliyor, bir elinle otobüsün kayışlarından birine tutunurken serbest olan elinle paketi açmaya çalışıyorsun, tıpkı bir yandan muz soymaya bir yandan da ağaca tutunmaya çalışan maymuna benzer hareketler yapıyorsun.Aman dikkat, çevrendekileri dirsekledin, hiç değilse özür dile.
Ya da belki de kitapçı kitabı sarmadı; bir poşete koyup verdi. O zaman işin daha kolay. Direksiyondasın, bir trafik ışığında durmuşsun, kitabı poşetten çıkarıp üzerindeki saydam kılıfı sıyırarak ilk satırları okumaya başlıyorsun. Arkandan bangır bangır korna çalıyorlar; yeşil yandı, trafiği tıkıyorsun.
Masandasın, kitabı sanki rastlantıyla iş kağıtlarının arasına koymuşsun; bir ara dosyayı kaldırıyor, kitabı karşında buluyorsun, dalgın dalgın açıyor, dirseklerini masaya dayıyor, başını , yumruk yapılmış, ellerinin arasına alıyor, sanki büyük bir dikkatle kağıtları incelermiş gibi görünerek romanın ilk sayfalarına göz atıyorsun. Giderek iskemleye yerleşip kitabı burun hizana kaldırıyorsun, iskemleyi geriye kaykıltıp arka ayakları üzerinde durduruyorsun, masanın yan çekmecelerinden birini açtın, ayaklarını daymak üzere; okurken ayakların duruş biçimi herşeyden önemlidir, bacaklarını masanın üzerine, gönderilecek dosyaların üzerine uzatıyorsun.
Ama bu biraz saygı eksikliği anlamına gelmiyor mu? Saygı, dedimse, işine karşı değil (hiç kimse senin mesleğindeki yeterliliğini yargılama savında bulunmuyor; ulusal ekonominin basbayağı büyük bir bölümünü oluşturan, o üreticilikten yoksun etkinlikler sisteminde senin görevinin yeri olduğunu kabul ediyoruz), kitaba karşı. Çalışmanın ciddi bir iş olduğunu, hem kendin için hem başkaları için gerekli ya da hiç değilse yararsız olmayan işler yapmak -bilerek ya da hiç düşünmeden- anlamına geldiğini düşünen insan tayfasındansan -ister istemez- işin daha da zor; o zaman bir muska ya da tılsım gibi iş yerine yanında getirdiğin kitap durup durup seni dürtükleyecek, elektronik fişlerin delinmesi mi olur, bir mutfak fırını mı, bir buldozerin kumanda kolları mı, ameliyat masasında barsakları delinmiş yatan bir hasta mı olur, asıl dikkatini vermen gereken şeyden her defasında birkaç saniye çaldırtacaktır sana.
Yani sabırsızlığı bırakıp kitabı evde açmak üzere beklemek senin için daha iyi olacak. Şimdi. Evet, artık odandasın, sakin; kitabın birinci sayfasını açıyorsun, hayır, son sayfasını, ilkin ne uzunlukta olduğunu görmek istiyorsun.Çok uzun değil, allahtan. Bugün uzun romanlar yazmak bir çelişki: Zamanın boyutu diye birşey kalmadı, parçalandı, ancak her biri kendi eğrisi üzerinde uzaklaşıp yok olan zaman parçacıkları içinde düşünüp, sevebiliyoruz. Zamanın sürekliliği, zamanın durdurulmuş görünmediği, henüz havaya uçmuş görünmediği dönemin romanlarında kaldı, en çok yüzyıl sürmüş bir dönemin romanlarında.
Elindeki kitabı çeviriyorsun, arka kapaktaki yazıları gözden geçiriyorsun, pek fazla bir şey söylemeyen, yuvarlak cümleler. Böylesi daha iyi, kitabın kendisinin doğrudan doğruya iletmesi gereken, senin kendinin kitaptan çıkarman gereken, zayıf ya da zengin, iletiyi boşboğazca ilan eden bir açıklama yok. Kuşkusuz kitabın hemen böyle dönüp dolaşmak, içini okumadan önce yanını yöresini okumak da yeni bir kitabın hazzının bir parçasıdır ama bütün ön hazlar gibi, eylemin yapılışının, yani kitabın okunuşunun daha önemli hazzına seni götürecek bir lokomotif olmasını istiyorsan bırak süreceği kadar sürsün.
İşte artık tamam, ilk sayfanın ilk satırlarına saldırmaya hazırsın.Onu öteki yazarlardan ayıran deyiş biçimini tanımak için paçaları sıvıyorsun. Hayır. Tanıyamadın. Ama şimdi düşünüyorsun da, kim dedi bu yazarın tanınabilir bir anlatış biçimi olduğunu? Tam tersine her kitapta büyük değişiklikler gösteren bir yazar olarak tanınıyor. Onun o olduğunu işte bu değişikliklerden tanırsın.Ama bu kitabın ötekilerle hiçbir ilişkisi yok gibi görünüyor, hiç değilse senin anımsayabildiğin kadarıyla.Düş kırıklığına mı uğradın? Dur bakalım. Belki başlangıçta biraz şaşalarsın, tıpkı adını belli bir yüzle birleştirdiğin bir kişi ortaya çıktığında onun görünen yüz çizgilerini kafandakilerle bağdaştırmaya çalışıp beceremediğin zaman şaşırdığın gibi. Ama o zaman okumayı sürdürür ve yazardan beklentilerin bir yana, kitabın gene de okunabilir olduğunu anlarsın, merakını uyandıran şey kitabın kendisidir; aslında şöyle sakin sakin düşünürsen böyle olmasını yeğlersin, bir şeyle karşılaşıp, onun ne olduğunu pek bilmemeyi.

Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu - Italo CALVINO