Yayınlanan İlk İmza
Köylü kökenli kadınsız Müslüman toplumları iki şeyi bir türlü öğrenememişlerdir.Birincisi,
yaratıp üreterek kazanmasını, ikincisi yaşayıp tüketerek harcamasını…
Kazanmanın peşine düşenler, çözümü yaratıcılıkta değil, açıkgözlülükte
aramışlar; üretenler emeklerini daha iyi değerlendirme çabasına girememişler; yaşamı
ıskalamamaya uğraşanlar, “ayıp, günah, yasak” barikatlarıyla çemberlenmiş, yılları
alıp götüren bir monotonluğun içinde çeşitli avanaklıklarla pörsüyüp gitmişlere
de, gelişememiş bir kelek gözüyle bakılmıştır.
Köylü kökenli kadınsız Müslüman toplumları, ne zaman kendilerini aşma çabasına
özenseler, hep aynı kerpetenin “öğrenim”le “eğitim” kıskacı arasında çıtırdarlar.
“Öğrenim” kazanmak için gerekli “bilgilenmeler”dir.”Eğitim” yaşamak ve
harcamak için gerekli “görgülenmeler”dir.
“Öğrenim”i okullar verir, “eğitimi”i ise aile ortamları ve çevreler.
Şemalaştırıldığında bu kadar basit bir denklem olarak ortaya çıkan toplumsal yaşam
mühendisliği; bizden önceki kuşakların da, bizim kuşağın da, bizden sonraki kuşakların
da, bir türlü üstesinden gelemediği bir dram korkunçluğuyla hepimizin karşısına
dikilmiş ve her kuşağı bir yanından yakalayıp, kendi acımasız çarmıhına mıhlayıvermiştir.
Ben tabii ortaokulu bitirirken de, liseyi bitirirken de, fakülyeti bitirirken de içinden
geldiğim toplumdaki temel yamuklukların nedenini bilmiyordum.Bilmiyordum ki, aile
ortamlarıyla çevre, çağdaş bir görgülenmenin çok dışındadır ve bu alanda çocuklarının
donatımına yardımcı olmak şöyle dursun, bir de onları kendi çarpıklığının
devamı olmaya zorlamaktadır.Ve yine bilmiyordum ki, bilgilenmenin sağlamlığına, “kutsal
sevgiler” zırhı arkasına sığınan şarlatanlıklar ağır basmaktadır.
Görgülenememişlerin ruhsal ezikliğinden beslenen hasetlik canavarlarıyla, bilgisizliği
sütreleme tepinmesindeki şarlatanlıklardan beslenen kıskançlık canavarları,
paramparça etmek için özellikle ve öncelikle yazı adamlarına musallat olurlar.…
Ailemin, çocukluğumla ilk gençliğim üstüne çektiği çarpı işaretinden sonra; yaşamımın
öteki dönemlerinde de gizli-açık olmadık saldırı ve düşmanlıklara hedef tahtası
seçilmem; aslında ne yazgımın sonucuydu ne de bir rastlantının…
“Öğrenim”le, “eğitim” kıskacı arasında sıkışmış toplumlarda, benim
mesleğimin insanları, genellikle hep birbirine benzer serüvenlerin ortak raylarından
geçti
On dört yaşımı bitirirken, orta okul da bitti.Haftalığım bir liradan iki buçuk
liraya çıkarıldı.
Tatillerin bir kısmı Göztepe’deki köşkte, bir kısmı da Ankara’da Çocuk
Esirgeme Kurumu'nun karşısındaki apartmanda geçiyordu.
Ve gönlümüm bütün radarlarıyla projektörleri, bir aşk arıyordu.Güzelmiş, çirkinmiş,
zenginmiş, yoksulmuş, inceymiş, nadanmış, pasaklıymış, tirendezmiş, okumuşmuş,
cahilmiş, yaşıttaşmış, büyükmüş; hiç bir ayırım süzgecini çalıştırmayacak
kadar yalnızlık boğulmasına uğradığımdan; buluğ çağının volkanik duygusallığı
beni alabildiğine körleştiriyor ve en ufak bir ilgi gösterisine tüm yaşamımı
toptan bastıracak kadar; iç benliğimi, dizginsiz atılımların tuzaklarına hazırlıyordu.
Başlangıçta anneme düşkünlüğümün uğradığı acı kırıklık, yan bilincimde
kadınların beni sevmeyeceği inancına doğru bir tümörleşmeye yöneliyordu.
Evdekiler ne yazılarım, ne şiirlerimle ilgilenecek ve ruhsal çırpıntılarımda, nasıl
bir beğeni özlemi arandığımı görecek düzeyde değillerdi.
Onlara sessiz sedasız açmaya çalıştığım ufacık tefecik çiçeklerimi göstermeye
uğraştıkça ve özellikle aşk şiirlerimi okudukça:
“Sen onları bırak da önce derslerine çalış, mektepleri bitirir bitirmez bütün kızlar
senin” gibi düzayak şeyler söylerlerdi.
Bilgilenmenin yaşamaya yeterli olduğunu sanacak kadar, çarpık bir koşullanmadan
geliyorlardı…
Görgülenmenin yaşamdaki rolünden habersizdiler.
Okullar da bittikten sonra, ruhsal susuzluklar yüzünden ya dengesiz bir evliliğin boşluklarında
parçalanıp gidersen ne olacaktı?
Böyle bir sorun kimsenin aklına gelmiyordu.
Okullar bitti mi, herşey tamam…Üstlerinden bir yük kalkmış oluyordu.
Oysa çocuğun buluğ çağı, yaşamındaki en keskin birkaç dönemeçten biriydi…
“Ders çalışacağına kız peşinde koşuyor” yargısı yerine; çocuğa kız peşinde
koşmasına gerek kalmayacak, toplumsal ortamı gelişmiş sağlıklı bir çevre
yaratmak, kendine olan güvenini kırmamak ve yapacağı seçimler için manevi terazisini
güçlendirmek gerekiyordu.
Gençlikleri baskı altında geçmiş olan anneler ise, tam tersine kendi hayal kırıklıklarını
çocuklarına yansıtmanın cinnetine düşüyor ve onların bulmaya çalıtıkları hava
deliklerini hemen tıkaçlıyorlardı.
Böylece çocuklar, sakat evliliklere sürüklenmenin çaresizliğine itiliyorlardı.
Sadece bilgilenme diye tutturup, görgülenmeyi boşladın mı, çocuğun bir koluyla bir
bacağını kendi elinle koparmış olursun…
Köylü kökenli kadınsız Müslüman toplumların, kolu kanadı kırık gizli sakatlarla
dolu olmasının bir nedeni de budur.
(…)
ÇETİN ALTAN - Kavakyelleri ve Kasırgalar
_____________________________________________________
Yayına Hazırlayan : Engin ENÜSTÜN