N S - Periyodu Olmayan Periyodik Dergi


DİRLİKLİ BİR DÜNYA



Karanlık bir anda yazıyorum bu satırları (Temmuz 1961), insan soyunun yazdıklarımın yayınlandığını görüp göremeyeceğini, yayımlansa bile okuyup okumayacağını kestirmek çok güç. Gene de umut kesilmez, umudun olduğu yerde de korku ödleklere yaraşır.

Şimdi dünyanın önündeki en önemli sorun şudur: Varılmak istenen bir şey savaş yoluyla elde edilebilir mi? Kennedy ile Kuruşçev’e göre evet; sağduyu taşıyan kimselere göre hayır. Bu en önemli sorunda Kennedy ve Kuruşçev’in düşüncesi aynıdır. İkisinin de olasılıkları ölçülü biçili bir yoldan kestirmeye yeterli olduğunu bilsek, İnsanın yeryüzünden silinmesi zamanının geldiği konusunda görüş birliğinde olduklarına hepimizin inanması gerekir. Oysa bu ikisinin düşüncesidir. Gurur, dikkafalılık, gözden düşme korkusu, körükörüne ülkücülük, onlardaki yargı gücünü karartmıştır. Körlükleri, güçlü baskı kümelerinin körlüğü ile; gerek kendi propagandalarının gerekse arkadaşlarının, çevrelerindekilerin propagandaları ile yaratılmış çılgınlıkları ile desteklenmektedir.

Bu koşullar altında, güçlü adamların ipe sapa gelmez çılgınlıklarına karşı koymak için ne yapılabilir?

Kötümser bir kimse: İnsan soyunu koruyacağız da ne olacak sanki? Şimdiye değin insan yaşamını karartagelen bu işkence, kin, korku curcunasının sona ermesine sevinmemiz gerekmez mi? Gezegenimizin uzun süreli bir acı, bir korku karabasanından sonra sessizce uykuya dalacağını, en sonunda erince kavuşacağını kıvançla düşünmemiz gerekmez mi? diyebilir.

Şimdiye kadar insan yaşamının büyük kesimini dolduran çılgınlıkların, zorbalıkların, acının öyküsüne göz atan her tarih öğrencisi, üzüntülü anlarında böyle sorunları düşünden geçirebilir. Belki de şimdiye değin yaşamımızın özeti, kendi kendine sevinç yaratmaya bunca yetersiz bir canlı türünün, ne denli acıklı ne denli ölümcül olursa olsun, bir sonu hakettiğini düşündürebilir bize.

Ama kötümserler gerçeğin ancak bir yüzünü, bence daha az önemli olan bir yüzünü görürler. İnsanda zorbalık, acı çekme yetilerinden başka şimdiye değin kendisini pek seğrek göstermiş olmakla birlikte, daha özgür, daha mutlu bir dünyada nasıl bir yaşamın sağlanabileceğini gösteren, yücelik, parlaklık yetileri de vardır. İnsan, varabileceği boyutları bir görürse, kurabileceği bir yaşam şimdi düşümüze bile sığmayacak niteliktedir. Yoksulluk, hastalık, yalnızlık, çok seğrek görünen mutsuzluklar durumuna gelebilir. Mutluluğun güvenle beklemesi şimdi birçoklarının yollarını yitirmiş olarak dolaştıkları korkulu geceyi sona erdirebilir. Evrim gelişmesiyle de, şimdi ancak bir kaç kişide ışımakta olan deha, birçoklarının ortak niteliği durumuna yükselebilir. Ortak amacımız olması gereken olgunluğa erişmeye kalmadan kendi kendimizi delicesine, körükörüne yoketmezsek, önümüzde uzanan binlerce yüzyıl içinde bütün saydıklarımız tek tek gerçekleşebilir. Hayır, kötümserlere kulak vermeyelim, verirsek İnsan’ın geleceği konusunda alçaklık işlemiş oluruz.

Bu çok uzak umutları bir yana bırakarak, kendi çağımızda neler yapılması gerektiğini düşünelim şimdi.

İlkin savaşı ortadan kaldırmalıyız. Şimdiki durumda soğuk savaş içindeki uluslar, öldürüm hazırlıklarına yılda üç yüz milyar sterlin, dakikada beş yüz yetmiş bin sterlin harcamaktadırlar. İnsanın esenliğine harcansa, bu paranın neler sağlayabileceğini düşünün bir yol. Dünya nüfusunun yarısından çoğu beslenme sıkıntısı çekmektedir, böyle olması gerektiği için değil, daha zengin ulusların daha yüksek bir yaşam düzeyine ulaşmalarına yardım etmekten daha önemli tutmaları yüzünden. Bizde şimdiki kafa oldukça zengin uluslar yoksullara ancak soğuk savaşta kendi yanlarını tutma umuduyla yardım edeceklerdir. Zenginliğimizi güvenli bir barışın desteklenmesinde kullansak daha iyi olmaz mı?

Silah endüstrisinde gerek işveren gerekse işçi olarak çalışanların büyüttükleri, silahsızlanmanın korkunç ekonomik sıkıntı getireceği yolunda bir korku vardır. Bu korku, bu konuda en yeterli kimselerce paylaşılmaktadır. Okurlara, biri 1959 Ekim sayılı The Nation’s Business’deki (A.B.D. Ticaret Odası Organı), öteki de Senatör Hubert Humprey’in (A.B.D. Senatosu Silahsızlanma Yardımcı Kurulu Başkanı) 1960 sayılı Think’deki iki yetkili, dikkatli incelemeye göz atmalarını salık veririm. Bu sağlam yetkililerin ikisi de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki türlü denemelere dayanarak savaş ekonomisinden barış ekonomisine apaçık kesinlikteki, uygulamaya bütünüyle elverişli belli yollarla rahatça geçilebileceği görüşünde birleşmektedirler. Bundan dolayı, ancak birbirimizi öldürmeye hazırlanmakla sağ kalabileceğimizi söyleyen çelişik kuramı bir yana atabileceğimizi sanıyorum.

Bir Dünya Hükümeti’nin, aksamadan çalışabilmesi için bir takım ekonomik koşulların yerine getirilmesi gerekir. Bu koşullardan geniş önem kazanmaya başlayan biri, şimdiki geri kalmış ülkelerdeki yaşam düzeyinin Batı’nın en zengin toplumların yaşam düzeyine yükseltilmesidir. Dünyanın değişik bölgeleri arasında belli bir ekonomik eşitlik sağlanmadıkça, yoksul uluslar zenginleri kıskanacak, zenginler de yoksullardan gelecek zorlu bir tepkinin korkusu içinde yaşayacaklardır.

Ama gereken koşulların en çetini bu değildir. Endüstri için türlü türlü ham gereçler gereklidir. Şimdilik bunlardan en önemlisi petroldür. Belki o zaman artık savaş hazırlıkları için gerekmeyecek uranyum da, nükleer enerjiden endüstride yararlanmakla kullanılacaktır. Bunlara benzer temel ham gereçlerin özel ellerde bulunması gereksizdir – bence, bireylerle özel ortakların değil ayrı ayrı devletlerin de elinde bulunmamalıdır. Endüstri için kaçınılmaz olan ham gereçler Uluslararası Yetki Örgütü’nün elinde olması, ayrı ayrı uluslar haklarına düşen ölçüde, kullanma yeteneklerine göre paylaştırılmalıdır. Kullanma yeteneğinden yoksun ulusların, bu yeterliliği kazanmalarına yardım edilmelidir.

Düşünü kurduğumuz türden dirlikli bir dünyada, birçok bakımlardan şimdikinden daha geniş bir özgürlük olacaktır. Bununla birlikte, Dünya Hükümeti’ne gerekli bağlılığın sağlanması, tek tek ulusların ya da ulus topluluklarının savaş kışkırtmalarının önlenmesi için bu özgürlükte bir takım kısıtlamalar yapılacaktır. Bu kısıtlamaların yanısıra basın özgürlüğü, söz özgürlüğü, yolculuk özgürlüğü olacaktır. Eğitimde de köklü bir değişiklik gerekmektedir. Gençlere kendi ülkelerinin değerlerini abartmaları, yabancıları öldürmekte başarı sağlamış yurttaşlarından övünç duymaları artık öğretilmeli, ya da Mr. Podsnap’ın: “Siz budalaca atıp tutarken, üzülerek söyleyeyim ki, yabancı uluslar iş başarıyorlar” sözü benimsetilmelidir. Tarih uluslararası bir açıdan, savaş başarılarına daha az, bilgi sanat, araştırma, serüven alanlarındaki barışçı başarılara ise daha çok önem verilerek öğretilmelidir. Belli bir ülkedeki eğitim yetkililerinin çığırtkan ulusçu duyguları kışkırtmalarına ya da Uluslararası Hükümete karşı silahlı bir ayaklanmayı körüklemelerine göz yumulmamalıdır. Bu kısıtlamaların yanısıra, eğitimde şimdikinden daha geniş bir özgürlük tanınmalıdır. Hoşa gitmeyen düşünceler, bir savaş sakıncası doğuracak türden olmadıkları sürece, öğretmence hoşgörülmelidir. Bütün tarih öğretiminde, toplumsal bilimler öğretiminde, ayrı ayrı uluslar ya da ulus kümeleri üzerinde değil, İnsan üzerinde durulmalıdır.

Bireylerde olsun toplulularda olsun birbirine karşık iki itilim vardır: Biri elbirliği, öteki ise yarılma. Bilimsel tekniğin her gelişmesi elbirliğine duyulan isteği arttırmakta, yarışma isteğini de azaltmaktadır. Yarışmanın bütünüyle ortadan kalkmasını istiyor değilim, ama başkalarının haklarını çiğneyecek kılıklara, özellikle savaş kılığına girmemelidir. Gençlere dünya çapında elbirliğinin sağlayacağı olanakları göstermek insanlığın yararını bir bütün olarak görme alışkanlığını yaratmak, eğitimin amaçlarından biri olmalıdır. Böyle bir öğretimin sonunda, arkadaşça duygularda bir gelişme, şimdiye değin bir çok ülkelerde devlet eğitiminin bir yönü olagelmiş kinci propaganda da bir azalma sağlanmalıdır.

Bir de savaşsız dünyanın çekilmez olacağını düşünenler vardır. Şimdiki dünyada birçok kimsenin her türlü ilgiden uzak, sınırlı bir yaşam sürdüğünü, aralarından kimilerinin hiç olmazsa çıkacak bir savaşta önemli bir iş yapmayı, uzak ülkelere giderek kendi sürdüklerinden daha başka türlü yaşam yolları görmekle can sıkıntısından, tekdüzelikten kurtulabilmeyi umdukları, görmeden geçemeyeceğimiz bir gerçektir. Serüvene susamış böyle gençler için serüven olanakları, gerekirse sakıncalı olanaklar hazırlanmalıdır. Tabii elbirlikçi olacak bu serüvenlerde, bugünkü savaş hayranlığının temelinde yatan, sıkı bir düzen, işbirliği, kurallara saygı ilkelerinden yararlanılarak sağlam bir dayanışma kurulacaktır. Bu gençlere, Güney Kutbu’na, Kuzey Kutbu’na, Himalayalar’a, And Dağları’na yapılacak bilimsel araştırma gezilerine katılma olanakları verilmelidir. Daha da çok serüven isteyenler, gerçekleşmek üzere olan uzay yolculuğuna gönderilmelidir. Silahlar için yapılan harcamaların yükü bir kalktı mı, bütün öfkeli gençlerin özelliklerini, şimdiki gibi üzüntülerle sonuçlanmayacak, İnsan varlığını sakıncaya atmayacak bir yoldan karşılamak için gerekli para rahatça bulunabilecektir.

Savaş sakıncası ortadan kalkarsa, kavgalarla dolu geçmiş yılların insan düşüncesinde, duygusunda gene ağır bastığı bir geçiş dönemi olacaktır. Bu geçiş dönemi sırasında, savaşın ortadan kalkışının yararları bütünüyle gerçekleşmeyecektir. Yarışma duygusu gene kendini gösterecek, hiç olmazsa eski kuşak, daha yaratılma süresi içindeki yeni dünyaya hemen ayak uyduramayacaktır. Bu uyumu sağlayacak çalışmalar ilerlerken, bir yandan da yeni düzeni yerleştirmek için belli bir takım özgürlük kısıtlamalarına da başvuracak bir çaba gerekecektir.

Bu düzeni benimsetmenin gerçekten uzak bir iş olduğunu da sanmıyorum. İnsan yaradılışının en az onda dokuzu yetişmeye, onda biri de soya çekime bağlıdır. Yetişmeyle ilgili yön, eğitimle işlenebilir. Belki zamanla, soyaçeken yön de bilimi uysallıkla benimseyecektir. Bu geçiş döneminin başarıyla atlatıldığını düşünerek, bütün bu çabalar sonucunda ne gibi bir dünyanın doğabileceğini soralım kendimize.

Sanat, edebiyat, bilim nasıl bir yönde ilerler böyle bir dünyada? Bence, üstünden büyük bir korku yükü kalkan, hem özel ekonomik korkulardan hem de genel savaş korkusundan kurtulan insan ruhu, şimdiye değin düşümüzden bile geçirmediğimiz yüceliklere erişebilir. İnsanları şimdiye değin, umutlarında, özlemlerinde, düşgüçlerinde, olanakların darlığı hep engellemiştir. Acıdan, üzüntüden kurtuluşun yolunu yaşam-sonrası bir Cennet umudunda aramışlardır. Zenci türküsünün dediği gibi, “Bütün acılarımı bir bir sayacağım Tanrı’ya, yanına vardığımda.” Ama Cennet’e varmayı beklemenin gereği yok. Neden yeryüzündeki yaşam da mutluluklarla dolu olmasın? Neden insanların düşgücü böyle efsanelerle oyalansın? İnsanların şimdi isterlerse gerçekleştirecekleri bir dünyada, yeryüzündeki varlığımız çerçevesinde düşgücü, özgürlük için yaratmadan yaratmaya koşabilir. Son zamanlarda bilgi öylesine hızla gelişmiştir ki, elde edilmesi küçük bir uzmanlar azınlığının tekeline kalmıştır, bunların arasından birkaçı bu yeni bilgiyi şiirsel duygularla, evrensel içgörüyle kaynaştıracak enerjiyi ya da yetiyi göstermiştir. Gökbilimin Ptolemaios sistemi en güzel şiirsel anlatımını Dante’de bulmuş, bunun için de bin beş yüz yıl beklemek zorunda kalmıştı. Biz sindirilmemiş bilgiden acı çekiyoruz. Ama daha serüvenli eğitimi olan bir dünyada, bu sindirilmemiş kitle iyice özümlenecek, şiirimizle sanatımız yeni destanlarda dile gelecek yepyeni dünyaları kucaklayacaktır. İnsan ruhunun özgürleşmesinin, geçmişin azgın, sıkıntılı dünyasında tadılmamış yeni parıltılara, yeni yüceliklere, yeni güzelliklere yol açması da beklenebilir. Şimdiki güçlüklerimizin üstesinden gelinebilirse, İnsan’ı, geçmişinden kat kat daha uzun yeni bir bakış genişliğiyle, hep sürekli başarılarla beslenen sürekli bir umutla esinlenmiş bir gelecek bekleyebilir. İnsan çocukluk süresince şaşırtıcı bir gelişme göstermiştir – çünkü biyolojik bakımdan, canlı türlerinin sonuncusu olan insan daha çocuktur. Gelecekteki başarıları için hiçbir sınır düşünülemez. Düşüncenin alabildiğine dal budak saldığı, umudun hiçbir zaman gölgelenmediği, soylu davranışın şu ya da bu paçavra amaç uğruna alçaklık diye cezalandırılmadığı, ışıl ışıl bir sevinç dünyası kafamda canlanıyor. İstersek bütün bunların gerçekleşmesi elimizdedir. Bu gerçekleşebilecek düş ile çılgınlıktan doğacak toptan yokoluş arasında bir seçme yapmak görevi, bizim kuşağa düşmektedir.



Bertrand Russell - İnsanlığın Yarını