N S - Periyodu Olmayan Periyodik Dergi


BOZA ÇIKMIŞ KIŞ MI GELİYOR?




Adından sözcük şiirleri hissederim; siz de hisseder misiniz? Ve bu ad beni geçmiş zaman gecelerine, geçmiş zamanın da ille kış gecelerine alıp götürür: Boza!

Görmediğim, yaşamadığım, bilmediğim, anılarımda yer etmeyen o kış geceleri, İstanbul'da bir başka zaman diliminde, bizim şimdiki zamanımızdan artık farklı, uzaya karışmış bir zamanda sanki dirilmeye koyulur...

Boza bu rüyayı, bu mucizeyi nasıl gerçekleştirir, kestiremem.Sözlükler boza sözcüğünü gayet yalın tanımlıyor:

"Arpa, darı, mısır, buğday gibi tahılların hamurunun ekşitilmesiyle yapılan koyuca, tatlı ya da mayhoş içecek."

Evet ama, bu içecek beraberinde ne çağrışımlar getirmiyor ki?! Eski kışlar. Eski kışlar daha şiddetli geçermiş. Kar lapa lapa yağar ve kar günlerce erimezmiş.Saçaklardan buzlar sarkarmış.Akşam hava kararır kararmaz, kar, mavimsi beyaz ve fosforlu bir ışık olup çıkarmış. Büyüklerimizin anlattığı İstanbul kışları daha çok böyleydi.Gözler anılara dalıp kısılınca, birden boza hatırlanırdı. Boza eğlentileri hemen hep ahşap evlerde geçerdi.Birbirine bitişik, hepsi küçük, hepsi kağşamış bu ahşap evlerin içinde çini soba sıcacık yanıyor.Alafranga möble şurasından burasından ahşap evlere sızmış ama, eski düzen büsbütün ortadan kalkmamış. Perde niyetine şu cicimler o yüzden. Hem soğuğu kırıyor, hem kabartma nakışları hayallere, belki yaz güneşlerine çekip götürüyor.

Ev Horhor'da, Aksaray'da bir yerde olmalıdır. Büyük olasılıkla Feride Hanım'ın evi. Feride Hanım, annemin babaannesidir. Horhor'da otururdu.

Kar bastırmış, annemler Kadıköyü'ne dönememişler. Şimdi bakır mangalda ısınan güğümün buğularını seyrediyorlar.Gece çok erkenden başlarmış, saatler henüz alaturka. Gün batımından sonra bir süre daha yaşanacak, sonra usul usul uyku faslı başlayacak. Yalnız o gece kardan örülü bir heyecan yaratıyor, kimsenin uykusu yok. Oda hatmi ve karanfıl kokmakta. Babaannenin canı boza çekiyor. Dedem Vefa'ya kadar gidecek...

Vefa bozası sözü, işte o ünlü Vefa Bozacısı'ndan. Ne var ki, dedem bozacı demez, bozahane, Vefa Bozahanesi derdi.
Horhor'la Vefa'nın arası ne kadar?Günümüzle ölçmeyin, dedemin gidip gelişi hayli uzun sürmüş, annem babası dönmeyecek diye korkmuş.

DEDEM KARDAN ADAMMIŞ

Dedem dönüşte kardan adammış.Kocaman bir şişeyle dönmüş. O şişeyi ben hiç görmedim, ama pek çok dinledim.
Bu sırça şişe mavimtrakmış, ağzında renkli bir kâğıt bükülüymüş, renkli kâğıt bazen fılizi, bazen çividi, bazen gülkurusuymuş. Aynı renk kâğıttan küçük külahta tarçın varmış.Sonra cepten bir kesekâğıdı çıkarmış, onda da sarı leblebi olurmuş; karlı kış gecesinin soğuğuna karşın sıcaklığını hâlâ koruyan leblebi...

Bozanın tarçın serpilerek içilişi yakın tarihin alışkanlığı. Eski zamanlarda boza mesela Kuşadası pekmeziyle karıştırılarak içiliyor, tarçınla birlikte karanfıl, zencefıl konuyor, rendelenmiş hindistancevizi serpiliyor. Bu boza merasimi, demek ki annemin çocukluğunda bile son bulmuş.Ama annem fenerle dolaşılan karanlık sokakları az buçuk hatırlardı. Dedemi de bir elinde feneri, bir elinde sırçadan boza şişesi, o sokaklarda görür gibi olurdu.

Boza çocuklara küçük bardakta veriliyor, ne de olsa alkollü.Bozanın alkollü oluşu imparatorluk zamanında kimileyin yasaklara yol açmış. IV. Murat'tan başlayarak bozanın arada bir yasaklandığını, bozahanelerin kapatıldığını belgeler saptıyor.

Gelgelelim İstanbullular boza tutkusundan vazgeçmemişler. Daha çok darıyla yapılan bu içki, kış için hep gözdeymiş. Benim bütün boza hatıram da, işte o kış içkisi olmasıyla ilgili. Ne zamandı, nereden geçiyorduk, çıkaramıyorum; annem: "Boza çıkmış, artık kış geliyor," demişti.

Bozayı ilk kez görüyordum: Kıvamlı, boz bir içecek. Sonbahar sonlarında `çıkmaya' başladığını, ilkyaz sonlarına kadar sürdüğünü o zaman öğreniyordum. Küçük bardaktaki bozanın tadından o ilk içişte hoşlanmayacaktım.

"Boza çıkmayınca burda ne satılıyor?”

"Yazın şıra satılır."

Bu sözler de çocukluğumdan.Anneme gelince, bozayla birlikte çocukluğuna ve kış mevsimine kavuşmuş gibi olurdu. Hanımlar, çoğu yaşlı hanımlar entarilerini giyerler,köşeye otururlar, birer ikişer leblebi atıştırıp yudum yudum boza içerlerdi. Bu hanımların pazen hırkaları vardı. Beylerse bozayı daha hızlı içerler, bozanın sağlığa iyi geldiğini söylerlerdi...

Boza eski yemek-içecek kültürümüzün önemli elementlerinden biri. Herşeyden önce bir mevsimi haber veriyor, simgeliyor. Ahşap mimarinin törensi gecelerine kurumlana kurumlana çıkageliyor. Sokak satıcılarının ahenkli söyleyişleriyle ses folklorumuzda bir yer edinmiş. Deyişlerde geçiyor, meyhanecinin şahidi oluyor, enselerde boza pişiriliyor...

Tarihi adamakıllı eski: Evliya Çelebi bozacılar topluluğundan söz açmış.Böylece boza Evliya Çelebi'nin öncesine kadar uzanıyor.Gelgelelim boza, daha otuzlarda özelliğini yitirmeye koyulacaktır.

REFİK HALİD'İN YAZISI


Refık Halid Karay'ın otuzlarda yazılmış bir yazısı var. "Tanıdıklarım" adlı kitabında yer alan bu yazı, otuzların sonuna doğru bir gazetede yayımlanmış ilkin. Nilgün romancısı acı acı yakınıyor:

"Ve ben bugün, o saatte (eskilerin uykuya daldığı saat) Beyoğlu'nun karamelalar ve gatolarla alafrangalaşmış bir alaturka şekerci dükkânına giriyorum; ne derece mümkünse o kadar hasis, dar, istiapsız şekle sokulmuş güdük bir bardakla, ayakta mostralık sanılan bir boza içiyorum.

"Çeyreği veriyorum; ağzımda eski lezzetin binde birini bulamayarak ve damağımdan ziyade, dimağımda bir tokluk, tramvayların, otobüslerin, otomobillerin, birbirini muştalayan halkın arasından, itile kakıla, boza kadar gevşemiş, evime dönüyorum." Altmış yıl önce neredeyse noktalanmış boza serüvenine, kıyısından köşesinden anılarla yaklaşmaya çabalıyoruz bugün.

Boza, çocukluğumda, kırk yıl öncesi, hayli küçümsenirdi. Şehrin varlıklıca, batılı yaşayışa yatkın semtlerinde kimse boza içmezdi. Boza, âdeta, şehrin yoksulca yakasının bir simgesiydi. Batılı yaşamayı, geçmişin değerlerine, özelliklerine, inceliklerine dudak bükmek sananlar,hayatlarından fırlatıp atmışlardı bozayı.

Altmışların sonunda, Beyoğlu'ndaki güzelim Kitap Sarayı birdenbire kapandı. Oraya önce bir bozacı açıldı.Boza eski damak tatları uğruna Beyoğlu'nda bir süre boy gösterdi. Fakat tutunamadı.Bozanın yeniden tutunur görünmesi, son on-on beş yılda. Geceleyin hemen hemen bütün semtlerden bozacılar geçiyor. Plastik bidoncuklarda turistik boza satıyorlar. Geçmişi kendi kendimizin turizmi olarak yaşatıyor ve bundan nostaljik (!) bir tat alıyoruz.

Bence bozanın bugünkü macerası artık hiçbir heyecan uyandıramıyor. Annemin çocukluğunda coşkularla bezeyip anlattığı anı-boza çok daha renkli. Kültürümüzün tarihsel bir süreklilik olarak alımlanmasına, günün modalarına yenik düşerek ihtiyaç duymadığımız için, bazı başka bize özgürlükler gibi boza da bizden ayrılıp gitti, hem de çoktan ayrılıp gitti. Daha otuzlarda sona ermiş bozayı belki de boş yere yaşatmaya çalışıyoruz.Bugün hangimiz: "Boza çıkmış, artık kış geliyor..." diyoruz? Desek bile, bu deyişimiz anneminki kadar içten olup, gönüle işleyecek mi?

Ben o tıpa yerine gülkurusu, çividi, fılizi kâğıt burmalı şişeyi hiç görmedim. Bu boza yazısı da bir hatırlayışın değil, giderek silinen dinleyişlerin izlenimlerinden ibaret.

Bir başka zamanda buluşmak üzere sevgili boza!



Selim İLERİ