N S - Periyodu Olmayan Periyodik Dergi


ÜÇ KÖRLÜK VE HAFIZA HİKAYESİ



Cennetmekân Kanuni Sultan Süleyman Han hattatlara daha çok kıymet verdiği için, zamanın bahtsız nakkaşları, şu anlatacağım hikayeyi nakşın hattan daha önemli olduğuna misal olsun diye söylerlermiş, ama dikkatle her dinleyenin farkedeceği gibi, bu kıssa körlük ve hafıza üzerinedir.Cihan hakimi Timur’un ölümünden sonra birbirlerine düşen ve aralarında acımasızca savaşan oğullarının ve torunlarının, birbirlerinin şehirlerini fethettiklerinde yaptıkları ilk iş, kendi adlarına para bastırıp, camide hutbe okutmak ise, ikinci işleri birbirlerinden ele geçirdikleri kitapları parçalayıp, başına kendilerini “cihan hakimi” diye öven yeni bir ithaf ve yeni bir ketebe koyup, yeniden ciltlemeleriydi ki, görenler bu hükümdarın kitabına bakıp cihan hakimi olduğuna inana.Bunlardan Timur’un torunu Uluğ Bey’in oğlu Abdüllatif, Herat’ı ele geçirince babası adına hemen bir kitap yapılsın diye nakkaşlarını, hattatlarını ve ciltçilerini öyle bir hızla seferber edip, öyle acele ettirmiş ki onları, parçalanan ciltlerden çıkan resimler, yazılı sayfalar yırtılıp yakılırken birbirine karışmış.Hangi kitabın, hangi hikayenin parçası olduğuna aldırmadan resimleri gelişigüzel ciltletip murakkalar yapmak, nakışsever Uluğ Bey’e yakışmayacağı için, oğlu, Herat’ın bütün nakkaşlarını toplayıp resimleri bir sıraya dizebilmek için hikayelerini söylemelerini istemiş.Ama her kafadan başka bir hikaye çıkmış ve resimler daha da birbirine karışmış.O zaman, son elli dört yılda Herat’ta hüküm sürmüş bütün şahların, şehzadelerin kitaplarına göz nuru döktükten sonra unutulmuş son ihtiyar nakkaş aranıp bulunmuş.Resimlere bakan eski üstadın kör olduğu anlaşılınca bir telaş olmuş, hatta gülenler çıkmış, ama ihtiyar üstat yedi yaşına varmamış, akıllı ama okuma yazması olmayan bir çocuk istemiş.Hemen bulup getirmişler.Çocuğun önüne bir resim koymuş, gördüğünü anlat demiş, ihtiyar nakkaş.Çocuk resimde gördüklerini anlatırken, ihtiyar nakkaş da görmez gözlerini gökyüzüne dikip dikkatle dinlemiş ve sonra şöyle deyivermiş: “Firdevsi’nin Şehname’sinden İskender’in ölen Dara’yı kucaklaması…Sadi’nin Gülistan’ından güzel öğrencisine aşık olan hocanın hikayesi…Nizami’nin Mahzen-i Esrar’ından hekimlerin yarışması…”İhtiyar ve kör nakkaşa öfkelenen öteki nakkaşlar, “Bunları biz de söylerdik, “demişler. “En meşhur hikayelerin en bilinen meclisleri bunlar.” İhtiyar ve kör nakkaş, çocuğun önüne bu sefer en zor resimleri koydurmuş ve yine dikkatle dinlemiş onu. “Firdevsi’nin Şehnamesi’inden Hürrem’in hattatları tek tek zehirleyerek öldürmesi,” demiş yine göğe bakarak. “Mevlana’nın Mesnevi’sinden, karısını ve karısının aşığını armut ağacının tepesinde yakalayan kocanın kötü hikayesi ve ucuz resmi,” demiş ve böyle böyle göremediği bütün resimleri çocuğun tarifinden tanıyıp, kitapların ciltlenmesini sağlamış.Uluğ Bey Herat’a ordusuyla girdiğinde, ihtiyar nakkaşa, usta nakkaşların, görmekle anlayamadıkları hikayeleri, kendisinin hiç görmeden çıkarabilmesinin sırrını sormuş. “Sanıldığı gibi kör olduğum için hafızamın kuvvetli olması değil bunun nedeni,” demiş ihtiyar nakkaş. “Ben yalnızca hikayelerin hayallerle değil, kelimelerle hatırlandığını unutmuyorum hiç.” Uluğ Bey o kelimeleri ve hikayeleri kendi nakkaşlarının da bildiklerini ama resimleri sıraya dizemediklerini söylemiş. “Çünkü” demiş ihtiyar nakkaş “Onlar kendi hüner ve sanatları olan nakşı çok iyi düşünüyorlar ama eski üstatların bu resimleri Allah’ın hatıralarından yaptıklarını bilmiyorlar.” Uluğ Bey bir çocuğun bunları nasıl bilebildiğini sormuş. “Çocuk bilmiyor,” demiş ihtiyar nakkaş, “Yalnızca kör ve ihtiyar bir nakkaş olarak ben, Allah’ın alemi yedi yaşındaki akıllı bir çocuğun görmek isteyeceği gibi yarattığını biliyorum.Çünkü Allah alemi önce görülsün diye yarattı.Sonra da gördüğümüzü birbirimizle paylaşalım, konuşalım diye kelimeleri verdi bize, ama biz kelimelerden hikayeler yaptık da nakşı bu hikayeler için yapılır sandık.Oysa nakış doğrudan Allah’ın hatıralarını aramak, alemi olduğu gibi görmek demektir.”





Orhan PAMUK, Benim Adım Kırmızı