N S - Periyodu Olmayan Periyodik Dergi


Dostların Kendi Kültürleriyle Hesaplaşması ve İtiraf Günü



"Ben bir medium patates daha alacağım.." deyip ayağa kalktı dostlardan birisi. Bu Tarcan'dı... O, "Medium patatesini" almaya giderken Tacettin belirgin bir hoşnutsuzlukla arkasından baktı... "Bu ülkeye Mc Donald's gelmemiş olsaydı Medium patates diye bir tamlama söyleniyor olacak mıydı acaba?." dedi... Berkay, "ben orta patates derim" diye kendini temize çıkartma kaygısıyla atıldı...

Sibel diet Cola'sından son bir yudum alarak onu istemsiz bir refleksle biraz uzağa koydu... "aslında Tevfik'e hak veriyorum bazen" dedi... Tevfik aramızda yoktu ama adı geçince dostlar arasında şöyle bir ürpertinin dolaştığını hissettim... Evet, dedi Bekir, "Şimdi burada olsaydı derdi ki, kültürümüzde ne Mc Donald's, ne de Cola var... Yürüyün dostlar, birer dürüm ve bir de keçi alıp kıra gidelim ve keçiyi kesip tereyağında çevirelim... Ve de keçiden koparttığımız parçaları dürümün arasına koyup yerken yüzümüzü Batı kültürüne doğru dönüp haykıralım... Yenilmeyeceğiz size be heeey!.. Yenilmeyeceğiiiz bee hee... öö.. Rrhh!." Bekir aşka gelmiş, bu söylediklerinin sonunda bağırmaya başlamıştı... Ama ağzında cheeseburger lokması varken konuştuğu için tıkanıp öksürmeye başlamıştı... Onun sırtına vurup olayı kapatırken Tarcan da yeni aldığı "medium patatesiyle" masaya döndü...

Kullandığı "medium patates" lafı yüzünden, kültür yozlaşmasını sorgulamaya başladığımızı bilmediği için dostlarının kendisine bir yavşağa bakar gibi bakmasına bir anlam veremedi... "Tüh, ketçap almayı unuttum" dedi ve "medium patatesini" masaya bırakıp tekrar gitti... Taygun onun arkasından "yavşak" diye fısıldadı... Tüm dostlar ajite olmuştuk ve masanın üzerindeki bir tas kızarmış "medium patatese" emperyalist bir pislikmişçesine nefretle baktık... Böylece benim de gidip bir "medium patates" alma niyetim suya düşmüş oldu...

Ve sanıyorum diğer dostların da... Masada ağır bir düşünce ortamı oluşmuştu... Yaşadığımız toplumun neresinde olduğumuzu sorgulamaya ve kendi kendimizle küçük bir hesaplaşmaya giriştik... Şermin birdenbire dedi ki "Yaa ben şalgam suyunu seviyorum aslında ama, baharatlı olduğu için allerji yapıyor.." Eh, bu da gösteriyordu ki Şermin kendi kültürüyle barışık olduğu bir yer bulmuştu... Şimdi sıra diğerlerindeydi... Tacettin çekinerek, "ben" dedi, "bazen şu espriyi yapmaktan hoşlanırım... Biriyle tokalaşırım ve özellikle eli soğuksa ona derim ki; elin buz gibi, g.tün karpuz gibi..." Herkes birkaç saniye düşündü ve Taygun dedi ki, "kabul etmeliyiz ki bu ifade, halkımızın yarattığı çok boktan bir espridir... Zaten şimdi televizyon kanallarında da bu esprinin uzantısını komedi dizileri şeklinde görebiliyoruz... Tacettin dostumuzun arada bir bu espriyi kullanması, onun içinde, kendi kültürümüzü yaşattığının bir göstergesidir..." Hepimiz onaylarken Tacettin rahatlamıştı... Gururla bir soluk alarak arkasına daha bir güvenle yaslandı... Bu esnada "medium patatesçi" yavşak Tarcan tekrar masaya döndü ve abuk bir neşeyle "iki tane ketçap aldım arkadaşlar... İsteyen varsa veririm..." Sonra tam masaya oturacakken tekrar fırladı... "Yaa, bi tane de elmalı pie alacaktım unuttum... Gidip alayım bari, isteyen var mı?.." Hiç kimseden ses çıkmadı... Tarcan masadaki elektrik yüklü havayı ve dostların, başka tarafa bakarak "sen al da o elmalı bilmemneyi, kıçına sok!." gibisinden tavırlarını algılayamadan birkaç saniye cevap bekledi ve gitti.. Bu kez arkasından fısıldayan Berkay olmuştu... "Elmalı pay'mış... Dürttüğümün dallaması..." Dürttüğümün dallaması, Tevfik'in çok kullandığı bir laftı ve onun burada olup da Tarcan'a sıkı bir ders vermesini diledik... "Evet biz devam edelim arkadaşlar" dedi Bekir... "Az önceki, elin buz gibi, g.tün karpuz gibi söyleminden yola çıkarsak.. Benim de benzer bir olayım var... Mesela ben birine birşey sorduğumda o bana, sana ne derse, ben de hemen ona, saman ye, daha doymazsan beni ye derim..." Bu itiraf masada takdirlerle karşılandı ve Bekir ekledi..."hatta bu kişi beni iyice kızdırmışsa son olarak, ben kusayım da sen ye!. cümlesini eklerim..!" Böylece Bekir de kendi kültürüne yabancı olmadığını kanıtlayarak aklanmıştı... "Şu karşı masada saçları atkuyruklu ve çenesinde sakalları olan bir tip var..." diye söze girdi Orkun..."A, evet." dedi Sibel... "Ben Antonio Banderas'a benzettim..." Erkekler bozulur gibi oldular... Tarcan, Berkay ve Taygun'un Sibel'e ilgisi olduğunu biliyordum...Tarcan "elmalı pie" peşinde olduğu için masada yoktu ama Berkay ve Taygun kırgınlıkla başlarını öne eğdiler... Sibel sanki bunu hissetmişti ve "Ama ben Danyal Topatan'ı, Ahmet Tarık Tekçe'yi ve Sami Hazinses'i de bilirim... Emel Sayın'ın Gülizar ve Hülya Koçyiğit'in Kezban Roma'da ve Kezban Paris'de filmlerini severek izlerim... Başka yerlere gitseydi kuşkusuz onları da izlerdim..." Kendi kültürümüze yatkın olma adına bu olumlu bir puandı ama Orkun hafif asabileşerek devam etti... "Antonio Banderas manderas herneyse işte... Herif az önce görülmediğini zannederek burnunu karıştırdı ve masanın altına sürdü..." Nahide suratını ekşitti fakat Orkun'un nereye varacağını anlamıştı... "Yoksa sen..." dedi... Orkun güçlükle ve kelimeleri özenle seçmeye gayret ederek, "ben... Birşey yaşamıştım, onu anlatmak istiyorum... Ee.. Ben.. Bir defa bir iş görüşmesine gitmiştim... Beni.. Bir odaya aldılar ve bir masa başına.. oturttular... Şeye... Ben beklerken.. Ee, burnumu karıştırdım arkadaşlar..." Onun bu güç itirafını saygıyla dinliyor ve herhangi bir tepki göstermeyip durumunu daha da zorlaştırmak istemiyorduk... "Ee, ben.. Ve her seferinde... Onları... Eee!" "Elmalı pie yoktu, vişneli aldıııım!.." Bu sinir bozucu ses hepimizi yerlerimizde hoplatmıştı.. Orkun'un itirafının en heyecanlı yerinde gelen Tarcan bütün büyüyü bozmuştu.. Daha sonra çok hayret ettiğimiz şu olay gerçekleşti.. Herkes aynı anda nefretle Tarcan'a dönmüş ve "...ktir git ordan yavşak!.." diye bağırmıştı... Üstelik bu koroya, eşşek bile diyemeyen Nahide de katılmıştı... Tarcan neye uğradığını şaşırdı...Dudakları titreyerek "ben.. Ben gidip bir de milk shake alayım bari.." dedi ve gitti... Hepimiz Orkun'a döndük...Aynı duygusal ambians sağlanamadı belki ama Orkun itirafını tamamladı... "ve ben.. Onları masanın altına sürdüm... Ve!.." Sanki birşey daha söyleyecekti ama vazgeçti... "evet herneyse.. İşte bu kadar.. Ne diyorsunuz arkadaşlar?.." Ne diyebilirdik ki... Biz, sokaklarda her yirmi santimde bir temizlenmiş burunlara basmamaya çalışan bir toplumduk...

Orkun'un özünde bu kültüre ait olduğunu gösteren daha çarpıcı bir örnek olabilir miydi?.. Hayır... Nahide dedi ki, "Ben bazen Kral TV'de şarkı dinliyorum dostlarım..." Bu itirafı olgunlukla karşıladık ama yetersiz kaldığını düşündük... Çünkü aynı şeyi hepimiz yapıyorduk... Bize daha kesin bir kanıt gerekiyordu... Nahide bunu anladı ve "Sadece bu değil tabi.. Geçen gün dinlediğim bir şarkıyı...Ee, buna inanamıyorum ama sevdim... Şarkının adı Ben Maçoyum'du ve erkek şarkıcı klipteki sevgilisine arabesk tınılarla şöyle diyordu.. Huyumu bilmezsin maçoyum ben / Hem severim hem de döverim ben / Gün gelir sen de tanırsın beni / Dışarıda gözlerim görmesin seni... Ve nakarat...Yeter sevgilim yeter / Göbeğini sallandırma / Söylediklerini ballandırma / Anneme gideceğim diye sevinip de / Yanaklarını pullandırma... Evet, bu kadar.." Bir süre kendimizi toparlayamadan dehşetle baktık... Sanal boyutta bile olmaması gereken bu şarkı bizim ülkemizde gerçek olmuş, çalınıyordu... Söylenecek ne vardi ki... Nahide'nin tedavi gerektirecek kadar öz kültürümüzü sindirmiş bir insan olduğunu anladık. Daha sonra ben, taş fırınların yanından geçerken nasıl duygularımın havalanıp kanımın coştuğunu...Adrenalin baskısıyla içeri girip üç lahmacun bir ayran yediğimi anlattım ve toplumumuza ne kadar endekslenmiş olduğum sınavını başarıyla verdim...Taygun'sa folklörümüzden, Ozanlardan, türkülerden, koçaklama ve teke zortlatmasından dem vurdu... Fakat iki kültürü birbirine yaklaştırmak için bazı sentez çalışmaları yaptığından sözetti... Doğrusu onun bu araştırmacı özelliğini bilmiyorduk... Örneğin bir Teke Zortlatması formunu Batı kültürüyle yoğurarak teke'nin yerine Labrador cinsi ev köpeğini öneriyordu... Sonuç; Labrador zortlatması...Doğrusu göz kamaştırıcı bir sentezdi... Hatta belki bir kısım yozlaşmış ve dejenere olmuş çevreye de (örneğin; şifreli züppe kanalını seyredenlere) öz kültürümüzü özümsetmek için bu formatı, Kaniş Zortlatması biçimine de getirebileceğini anlattı... Şermin bu fikirleri oldukça tutmuştu... Fakat zortlatma kelimesini biraz sert bulmuş ve yerine pırtlatmayı önermişti... Sonunda Teke Zortlatması, Labrador Pırtlatması haline gelerek kabul gördü ve etkili bir sentez yakalandığı konusunda birleşildi... Ama bana sorarsanız iyi niyetli fakat saçma bir çalışmaydı... Öz kültürümüzle ve toplumla ne kadar barışık olduğumuzu kanıtlayıp, rahatlamış bir durumda dışarı çıktık...

Yürürken, az ileride kime rastladık dersiniz?.. Tevfik'e...Sarıldık, öpüştük... "Size bir sürprizim var... İlerde minibüs bekliyor, gidelim.." dedi ve Tarcan'ı sordu... Mc Donald's da olduğunu, "medium patates, ketçap, vişneli pie ve milk shake" yediğini söyledik... "Vay dürttüğümün dallaması!... Vay Amerikan gıda sektörünün yalakasııı!.."diyerek gitti ve Tarcan'ı döve döve dışarı çıkardı... Sonra Tevfik, hepimizi minibüsle kıra götürdü... Bagajda, lavaş ekmeği, dürüm, rakılar ve bir de keçi vardı... Kırda hepimizin gözlerini bağlayıp keçiyi kesti ve yüzdükten sonra tereyağ sürüp çevirmeye başladı... Gerçi hepimiz Mc Donald's da çok yediğimiz için toktuk ama gene de keçiden yeyip rakı içmek zorunda kaldık... Tevfik yüzünü Batı kültürüne doğru dönüp "Yenilmedik ulan size!.. Yenilmedik be heeey!.." diye bağırdı... Tarcan gün boyunca bir çalı dibinde çömelmiş durumda titreyerek hıçkırdı... Ve ben, Orkun'un burnunu karıştırıp masanın altına sürmesinden sonra söyleyemediği şeyi öğrendim.. Az sonra iş görüşmesi yapacağı insanlar yanına gelmiş ve masanın çevresine oturmuşlardı... Ve Tarcan o anda farkettiği bir şeyle dehşete düşmüştü.. Masa cammış!..






Köyün Delisi / Can BARSLAN Öküz / Nisan 1997