tarifsiz
duygular
terminali
"siz"inle ilk karşılaştığımda, nedense dikkate almamıştım "sen"i; bir buzdan duvar dikkate alınmaz, sadece dikkat edilir. sen, ilk gülümsemen, silmişti çoktan o buzdan duvarı; sonra, sonrası geldi birden. bir kıvılcımın gel-gitler içindeki son dansı. gülerken gözlerinin içi gülen insanlar yakalamışlardır beni çoktan; işte sen de öyle yakaladın, öyle yakaladın beni tam, ama tam şuramdan! bilmelisin, bilmelisin ki gözler benim en zayıf yanımdırlar; gözlerin gibi... o yüzdendir ki hiç, ama hiç istemedim medeniyetin arkasına gizlenmeni; o yüzdendir ki gözlerini tüm çıplaklığıyla gözlerimin önüne serişin, benim için kirpiklerime asılıkalan bir an'dı; bilir misin hafızam, orta yeri otuz-iki kısım tekmilli bir sinemaydı. yüzler, yüzlerde gözler, hiç ummadık denizlerde yüzerler; bildik gözler bilmedik yüzlerde gezerler. sen ve o içten gözlüksüz gülüşün: o gözlerden, çıplak çırılçıplak gözlerden gülüşün; sarılırcasına kollarını açtığında, hazırdı dost sıcaklığını hissetmeye çıplak gözlerimdeki gülüşüm. kokun sindi şiirime şiirim şiirin oldu gülen gözlerindeki buğu kirpiklerimden süzüldü yaş oldu. şiirinden şiir gözlerinden anlam. bilir misin şair oyuncağıdır gözlerinden mısra çıkartmam... bir son nokta: tarifsiz duygular terminalinden binlerce selâm. reha yunluel güldeste
deniz nazlı nazlı salınıyordu dalgalarıyla köpükleri dalgalarının altında pür-neşeydi deniz, güneşin o balsarısı kollarıyla mavinin tonlamaları duyuluyordu çalan bir piyanonun tuşlarında sanki önce açık mavi sonra lacivert sonra koyu mavi martılar kanatlarında o puslu havayı taşıyorlardı o pür-neşe denizin sinesinde kendilerini bıraktıklarında denizin o sıcak köpüklü koynuna bir o yana bir bu yana sallıyordu deniz onları özel bir gayret dahi sarfetmeksizin kendi halinde ne var ki o minik beyaz köpükler kıskanıyorlardı o beyaz martıları anneleri denizden ne var ki gene, kıskançlık kötü şey bu yüzden çekiniyordu o minik beyaz köpükler bendenizden boğaz'ın karşı yamaçları; martıların kanatlarında taşıdıkları o pustan, ufak diyoptrili gözlüksüz bir miyobun bakışlarındaki kadar netti tertemiz bir resim defterinin arasındaki o ince pelür altından görünüyordu üsküdar-beylerbeyi arası ortaköy'den; ama gene de bendeniz sabretti bir vapur düdüğüydü dağıtan zaman zaman puslu havasını kafamın bir minik kır menekşesiydi kızkulesi'nden el sallayan o vapur düdüğüne, dağıttığı için pusunu kafamın kızkulesi ki şiiristanıdır şairlerin bir minik kır menekşesi ki ilham perisidir şiiristanlı şair bendenizin selâm olsun sana minik kır menekşesi okuttuğunuz için bu şiirini güldestenizin bir son not: bu şiir yazılmıştır bir ilham perisinin çıplak gözlerinden gözlerinizden o ilham perisine çokçok selâm olsun bende'sinden bende'nizden... reha yunluel küsküs çiçekleri zaman aralıklarında büyütülmüş sevgiler küsküs çiçekleri açardı akşamları mis gibi kokularıyla geceleri açar gündüzleri kapanırlardı samanlıkların seyran olma bahisleri hep o zaman aralıklarında geçerdi o zaman aralıklarına saklanırdı naftalinlenip, büyük bir özenle, bastırılmış duygular o zaman aralıklarında geçirilirdi ömrün en güzel dakikaları o zaman aralıklarında havalandırılırdı köhnemiş duygular her şey o zaman aralıklarında başlar her şey o zaman aralıklarında biterdi tüm zamansızlıkların ötesinde her zaman kolayca bulunan o zaman aralıklarında sevişilirdi sevgiliyle zaman aralıklarında büyütülmüş sevgiler küsküs çiçekleri açardı akşamları mis gibi kokularıyla gündüzleri küser geceleri açarlardı. reha yunluel izmit körfezi'ndeki kayık ılık bir haziran sabahında izmit körfezi'nin dalgasız ve berrak sularında bir kayık duruyordu zamandan ırak köhnemiş duygularımca yüklü köhnemiş duygularımca sıcak muzip bir güneş dansediyordu kompartmanın masalarında tünel tünel sen vardın içimde vagonlarca ismin yüklüydü ismimce muzip bir güneş dansediyordu kompartmanın masalarında zaman bir tespih çekiyordu yavaştan her bir an'ın ağırlığınca ve izmit körfezindeki kayık tam ortasında yüzüyordu yüzümün isminin tüm sıcaklığınca muzip bir güneş dansediyordu kompartmanın masalarında muzip bir isim dansediyordu izmit körfezi'nin dalgasız, berrak mavi sularında. reha yunluel size bir şey söyleyeyim mi dostlarım bir kalp nasıl taşır ki bunca yükü maviliklerin ötesindeki renklerden bunalmadan bu kalp nasıl bekler ki bu teni bıkmadan, usanmadan, çatlamadan; size bir şey söyleyeyim mi dostlarım! bu kalp bu tene katlanıyor bunca bir tek, sev -da -sın -dan.... reha yunluel
|
sana gelen bir gemideydim iskelesinde martılar olan bir yere yanaşmış kıçlarını kaldıramayacak kadar şişko ve dilenci ve yavru martılar vardı aynı yerde tespih gibi dizilmiş kıçlarını kaldıramayacak kadar şişko ve dilenci olmaya aday bir hafif müzik vardı kulakları okşayan kar yağıyordu dışarıda gün aydınlanalı bir iki saat olmuştu herhalde gece, sefih bir şekilde sızmıştı ufuk lacivert bir çizgi ile çizilmişti denizle göğün arası sanki dünyadaki deniz ufuktaki bir yamaçtan aşağı akıyordu bir şelale gibi ve ben ve gemim o şelaleyle beraber düşecektik aşağıya senin kollarına birer kar tanesi olup reha yunluel
susmak ağlamanın kokusudur aslında -sanılanın aksine-, sevişmekse susmanın; suskunluk, bağrında büyütür o minik kır menekşesini gözlerinin içine baka baka ki , yeşile çalan bir mavi midir yoksa maviye çalan bir yeşil mi hâle hâle olmuş gözlerinden dökülüverir bir küçük yağmur tanesi ve dudaklarımdan, dudaklarımdan yeniden doğuverir ıslak bir kır menekşesi... reha yunluel
|