manhaym'a
yağmur
yağıyordu...
manhaym'a yağmur yağıyordu ve ben, bilirsin yağmursuz yaşayamıyordum bir mavi yağmur dokunuyordu bana ve sen ispanyol kırması sevgilini birbuçuk ay önce terketmiştin manhaym'a yağmur yağıyordu bir irlanda müziği vardı tam ortada ben sırılsıklamdım sende sende uğuldayan o güzelim müzik de ve ben şarabı hâlâ içmek için içiyordum tadmak için değil sense farklıydın tadmak için bekliyordum seni kumarda kaybedilmiştim zarlarım kırıktı şah çekilmişti şahıma manhaym'a yağmur yağıyordu bana sen sana o irlanda müziği ne derlerse desinler ıslaktım ıpıslak kâğıtlarımsa hiç sorma! yeşil çuhalı bir masada bir don bir gömlektim dünyanın tüm biralarını deniyordum sırayla sarhoştum ama devrilmiş değildim gökte ışıklardan bir top oluşmuştu gecede sarhoştum kapitalistin allahı komünistin peygamberiydim çelişki annemdi sırığın teki işgal etmişti görüntümüzü sırık da sırıktı hani eşşekoğlueşşeği zıplayarak geçtik kıyısından sırık öfkeliydi manhaym bende kaybolmuştu ben manhaym'da kaybolmuştum sırıksa iki arada bir derede kaybolmuştu anasını satmıştım sırığın işte gökyüzünde pamuk tarlaları vardı toplanmamış ben topladım! canım sıkkındı sarhoştum içim acıyordu manhaym'a yağmur yağıyordu şarkı söylüyordum bir korna çaldı kornaya, kornayı çalana, kornayı icad edene, kornayı kullanana, sevene, hürmet edene, kornanın ebesine allahına kadar sövdüm korna şarkımı kırmıştı manhaym'a yağmur yağıyordu bir uçağın pencere kenarındaydım kanadında "kanadında yürünmemesi rica olunur" yazılıydı trenlerdeki "pencereden sarkılmaması rica olunur" cinsinden âdet yerini bulsun diye belki de bilmem kaçbin fiit yükseklikte uçağımın kanadında yürüdüm ardımdan açtığım pencereyi kapattı bir hostes alaylı bir gülümsemeyle manhaym'a yağmur yağıyordu sahnede bir irlanda müziği ağlıyordu ben münasip bir yerde atladım uçaktan gözlerimi manhaym'a dökmüştüm manhaym'a yağmur çökmüştü ben manhaym'da çökmüştüm manhaym'a yağmur yağıyordu reha yunluel itiraf!
elleri yanıyor avuçlarında büyüttüğü sıcaklıktan bir cücenin elleri kadar küçülttüğü elleri saklamıyor korktuğunu evcilleştirmiyor kelimeleri artık fiiller beklemediği zamanlarda hesap soruyorlar ondan sıfatlara birtürlü anlatamıyor derdini arkasından küfrediyor bildiği tüm noktalama işaretleri ayak başparmaklarına kelepçeliyor ayak başparmaklarından, gölgesini esrarengiz bir cinayetin gözlerine hapsolmuş apansız faili: suç delillerini bir bir yok eden sabıkasında on parmağında on cinayet ve "gölgesinin katilidir" yazan ELLERİ! gölgesini gölgesizler mezarlığında bizzat ben toprağa veriyorum öfkemin büyüsünü içerken kristal bir paşabahçe bardağından faili malûm bir cinayeti kaptanı meçhul bir gemiye işte böyle yüklüyorum aklıma geliyor bir zamanlar kıpkırmızı pamuk tarlalarının rençberi olduğu kıpkırmızı pamuk tarlaları: kırmızılığı güneşten bulaşmış kıp'ı ellerinden bekleme odalarında büyümüş gaz odalarından kaçmış, tırnaklarına açlık bulaşmış BEN! üçüncü tekil şahsın işbu şiirde birinci geldiğini BEYAN, KABUL VE İTİRAF EDİYORUM! reha yunluel
|
bir cumartesi pazarının arkasında evlendin bugün şahitlerinin ikisi de geç kalmıştı üstelik ve kapısında nikah dairesinin, polisler pusu kurmuştu yakalamak için bir sonraki nikahtaki "kâğıtsız"ı mutluydun, çok mutlu yağmur yağmıyordu hava da o kadar soğuk sayılmazdı müstakbel kocanın şahidi aleksi arabasıyla gelmişti zaten aleksi sri lankalıydı aleksi tamil gerillasıydı senin şahidin de bendim her ne kadar silah zoruyla şahitlik etmişsem de her ne kadar yalancı bir şahitsem de senin şahidin de bendim müstakbel kocanın elinde bir demet frezya vardı portakal renginde ve muhteşem kokulu sen de frezya kokuyordun nedense sen de muhteşemdin damlardaki kediler en yakın dostun olsalar da sabahları çatıların üzerinde konaklamış leyleklerle ahbaplık etsen de gemilerin kamara pencerelerinden kendini serin sulara bırakmaya çalışsan da kafan iyice kıyakken sabahın üçünde evinin karşısındaki bin yaşındaki antika lisenin kafasında senin başını döndüren şarapların şişelerini bir bir kırsan da muhteşemdin aslında bu yüzden muhteşemdin bir cumartesi pazarının arkasında evlendin bugün şahitlerinin ikisi de geç kalmıştı üstelik belediye reisiyle beraber kapının önünde sokaktan iki şahit bulmaya çalışıyordun iki sokak şahidi yüzün endişe dolu gözlerin doludoluydu belediye reisine evet derken sesin titriyordu kocan büyük bir sevinç ve heyecanla cevabını bekliyordu gözlerinden görebilirdim seni seni ve titrek sesini sense o kadar uzaktın ki bir gün "kâğıtsız" olmamak için evleniyordun belki de bir gün polislerin sana da pusu kurmaması için bir cumartesi pazarının arkasında evlendin apar topar babana telefon ettiğinde baban çok sevindi biliyorum kocanla ikinci konuşuşuydu aleksinin de dediği gibi üçüncüsünde de dede olduğunu öğrenecekti belki de bir cumartesi pazarının arkasında evlendin bugün ama sessizliğini ne kocan ne de evlilik cüzdanın saklıyabiliyordu şarkılar sözsüz sözler müziksizdi gümüşi bir kalemle işlenmiş gergef misaliydi sessizliğin mutluluğun gölgeliydi ve sen bir cumartesi pazarının arkasında ardında yanan mavi bir mum bırakaraktan ayrıldın tüten ve tükenen mavi bir mum tırnakları birbir yenmiş elleri küflü ıslak bir masal bırakaraktan reha yunluel
piyanosunu parmakları titreye titreye çalan bir piyanistim tuşlarım tuş olmuş nihavent makamında amcam kemancıymış zamanında hep birşeyler isteyen yaramaz bir çocuğun mutsuzluğu kadar mutsuzluğum beklemelerim bir çocuğun beklemeleri kadar bugün oranjeri parkında bu kentin bir şarlatanını daha astılar korkuyorum bir gün benim de cebimden yarısı hiç çekilmemiş yarısı yanmış bir film çıkaracaklar ayakkabılarımı ters giymişim çoraplarımdan birinin rengi farklı herşeye rağmen suretimin fotoğrafları işbu kentin sokaklarında yakılmalı bu kentte hepimiz bu kente dairiz ben biraz daha dair v.s., v.s., vesair... reha yunluel
Yırtık Yapraklar
|