Kasap iki kişilik dana eti doğruyor.
İnce, bulutsu dilimler bıçağı üstüne devriliyor.
Ayrılırken dokular yüzü ekşiyor
Ve rahatlayıp gözlerini kaldırıyor, teraziye koyarken
eti.
Öküz gibi beyaz kirpikli pembebeyaz
Bir delikanlı. Hiç bekletmez beni.
Sanırım nasıl yaşadığımı biliyor. Soğuk havalarda
Evde yemeği yeğlediğimizi. Yabancı aksanlı birinin
Yalnızca dana eti pişirebildiğini.
Yağ geçirmez paketin üzerine ücreti yazıp
Kibarca uzatıyor. Tebessümü
Evliliğim üzerinde resmi devlet mührü.
Terlik yerine ayakkabılar indi merdivenden aşağıya,
Koştu elbiseleriyle dışarıya kadın,
Ön kapı çarptı ve gördüm onu
Yampiri yampiri yürürken, çıplakmış gibi, bir arabaya
doğru.
Her zaman onunla olmuyordu yukarıda,
Birliktelikleri bozulmaz görünüyordu yine de, bizim
gibi,
Sevgilerimiz duygudaş. Gidişi
Ürpertti, korkuttu bizi. Açıldı gözümüz
Ve telaş içinde konuşuyoruz kendimizle ilgili konuklar
gibi.
İlerliyor akşam, sonra yine geri çekiliyor
Adalar gibi döşeme üzerinde açıkta bırakarak kadehlerimizi,
kitaplarımızı.
Sürükleniyoruz senle ben,
Elimizden henüz bıraktığımız şu iki romanın genç
kahramanları kadar
Uzak düşüyoruz birbirmizden
Çünkü mutluluk bu: Dolaşmak bir başına
Aynı ayla çevrili, gelgitleri bize kendimizi,
Uzaklığımızı ve geride bıraktıklarımızı anımsatan.
Açık bırakılan lamba, ışıği içeri sızdıran perdeler.
Verdiğimiz sözlerdi bunlar. Kuşkusuz yine geri
döneceğiz onlara.
Eşyalarımızı kuma yayıyoruz
Otelin önünde
Ve saatlerce oturup duruyoruz
Pazarcılar gibi şemsiyeler altında
Düşüncelerimiz körfezden geçen
Gemileri izliyor konvoy halinde
Bu arada uzaklardan
Tatillerimiz dönüp bize bakıyor şaşkınlıkla
Balıkçı teknelerinden, panayırlardan
Ya da yosun şapkalarıyla
Nereye gidiyorlarsa oradan.
Tüm bir zincirin
Parçası olmalı raslantı
Halkalarını bilmediğim
Çevremde duyumsuyorum onları
Nereye gidersem gideyim: Kuyruklarda,
Trenlerde, köprü altlarında,
İnsanlar, raslantılar ya da,
Benim yüzümden kurulamayan
Mantıksal ilişkinin ögeleri, çünkü
Tek başına geçip gidiyoruz sokaklardan,
Hayvanat bahçelerinin tabanını arşınlayan
Kimi hüzünlü türlerin son temsilcileri,
Şansımız hep dönüyor
Başka bir zamanın kıyısına
Otlar arasından gerisin geri.
Dernek onun için ağlıyorsun ve düsüyor sayfaya şiir
Başından beri biliyormuş gibi kendimizi neye benzetiyorsak
Bunu birbirimizin yüreğinden alarak yaptığımızı;
bağırıp yırtınarak
Yakışıksız bir biçimde üst katta, kapalı kapılar
ardında
Dünyadan ödünç aldıklarımızın faiz borcuyla doğduğumuzu
öğrenene değin
Bir
Serserinin İtirafları
Tu
Mu'nun (M.S. 803-852) ardından
Koku satıyordum uydu kentlerde.
Meyhanelerde ünlüydüm.
Meslekten kadınlar yatardı karavanımda
Kalbimi kırardı tezgahtar genç kızlar. On yıl
Hiç uğramadım Merkez Büro'nun yakınına bile.
O dükkan bu dükkan
Sonra kapı kapı dolaştım
Yavaş yavaş daralan bir sihir çemberi içinde
Yanımda 'Doğu Çiçeği', 'Soir de Paris'iyle.
Tüm şansımı tükettim
Kullanıp tanıtım şişelerini
Barlarda 'İngiliz Gülü' ve 'Afro-Dizziac'la ıslatarak
Yaşı küçük kızların bileklerini
O kız bu kız
Sonra bar bar dolaştım
Yavaş yavaş genişleyen sıvısal bir takviye
Çemberi içinde.
Park ederdim karavanımı bir kapı önüne
Çıkınca bulabileyim diye,
Geceleyin gerine gerine, bir kahraman gibi,
Kendimce.
Vuruyorlar penceremi bu sabah, satıcı cennetinden
Çok geç uyanıyorum,
Bacağımda kurumuş sperm
Kalmamış hiç bir şeyim uydu kent serserisi adından
başka
Çeviren: Nezih Onur