DERSIM Dergisi, sayi 7 sayfa 22
BÜKLÜ AİLESİ BÜK'DE
CEMEVİ YAPIYOR
M. HAYALOĞLU
Büklü ailesi, Pülümür'e bağlı Pintıge (Doganpınar) köyünün Bük
(Buk) mezrasında, kendi aile ocaklarının bulunduğu yere Cemevi yapıyor. Büklü
ailesi (Çé Bavaı Buki), Dersim'in en yaygın ve köklü aşiretlerinden biri olan
Kureyşanlar'a (K'uresu) mensuptur. Kureyşanlar, ermiö bir evliya olarak kabul edilen
Kureyş'in (K'ureş) evlatlarıdır. Kureyş'in, evlad-ü Resul, yani Peygamber evlatları olan Ehlibeyt soyundan geldiği kabul edilir. Kureyşanlar, zamanla çoğalarak Kureyş adına atfen Kureyşan aşiretini oluşturmuşlar. Kureyşan aşireti, süreç içinde farklı adlarla bilinen kabilelere ayrılmıştır. Bu kabilelerden biri de, Zazacası 'Qajiyu' olan Gaziyanlar'dır. Büklü ailesi kendilerinin, K'ureyş'in evlatlarından olan Gaziyan (Qajiyu) kabilesinin atası Seyit Gazi (Sey Qaji)'nin soyundan gelen Derviş İlyas (Dewres Eylas) evlatları olduklarına inanırlar. Anlatılanlara göre, Dewres Eylas'ın türbesi, Nazimiye'de Derı Mosku/Derı Masku olarak bilinen Maskan deresi bölgesindedir. Bavaı Buki, Dewres Eylas'ın evlatlarından biridir. Zamanla gelip bugün de 'Bük' (Buk) olarak bilinen bölgede yerleşmiştir. Asıl adı Baba Derviş'tir (Bava Dewresı Buki). Bavaı Buki evlatları, Bük mezrasına atfen bugün 'Büklü' soyadları ile bilinirler. Bük mezrası, Pülümür'ün Seteriye (Dağyolu) nahiyesine bağlı Doğanpınar köyü mıntıkası içindedir. Bük mezrasında, Jiara Buki denilen ziyaretgah vardır. Bu ziyaretgahda kutsal kabul edilen bir Evliya'nın -ya da ruhunun- bulunduğuna inanılır. Bu, Dersim İnancı'nın tipik Örneklerinden biridir. Dersim'in öteki ziyaretgahları gibi, Bük Evliyası da yöre halkı taraffından yıllar yılı ziyaret edilmiş, kurbanlar kesilip dualar okunmuş, dileklerde bulunulmuş ve bugüne gelinmiştir. Dersim İnancı, Alevilik kapsamı içinde değerlendirilse de, kendine özgü özelliklere sahiptir. Dersim İnancı'nda Evliya, ermiş ve kutsal olmanın ötesinde Tanrı veya yarı tanrı özelliklerine haizdir. En büyük evliya Xızır (Hızır)'dır. Sonra Xoli gelir ki bu Hz. Ali'ye atfen söylenir. Dersim inancı'nda Xızır ve Xoli'nin ölümsüz olduklarına inanılır ve onlar Heq'ın yani baş tanrının yeryüzündeki temsilcileri olarak gşrülür. Bunlardan sonra öteki evliyalar ve çoğu bunlara tekabül eden ziyaretgahlar gelir. Dersim İnancı'nda bu ziyaretgahlar kutsal kabul edilir ve Zaza dilinde bunlara 'kutsal yer' anlamında 'Jiare' ve 'Hews' (yatır) denir. Yalnızca doğu Dersim'de, en tanınmış ve meşhur olanlarından bir kaçı şunlardır: Duzgn Bava/Kemeré Duzgıni (Düzgün Baba), Heniyo Pil (Büyük Çeşme), Baxıre (Bağır dağı ve gölü), Jıle (Zel Dağı), Buyere (Buyer dağı ve gölü), Jiyara Kistimi (Kiştim Evliyası) .. vs. İşte, Jéira Buki yani Bük Evliyası da bu ziyaretgahlardan biridir. Kendisine özgü özellikleri olan Dersim İnancı, Yakın-doğu, Ön-Asya ya da Orta-doğu diyebileceğimiz bölgenin en eski inançlarından biridir. Bir çeşit Doğa Tanrıcılığı (Panteizm) ile çok tanrılılığın (Paganizm) karışımı ve Gizemcilik/Batinilik (Mistisizm) felsefesinin bir biçimidir. Yazılı kaynaklara ve yazılı bir dile dayanmadığı için, zamanla öteki inançlardan ve özellikle Alevilik'ten etkilenmiştir. Bu bakımdan, dış görünüşü itibarıyla Dersim İnancı, 'Dersim Aleviliği' olarak da nitelendirilebilinir. Ama nihayet bu bir inançtır ve bütün šteki inançlar gibi öylece kabul edilmelidir. Bütün düşünceler gibi, bütün inançların da kendini özgürce ifade etmesi ve örgütlenebilmesi gerekir. Ne yazık ki, yüzyıllardır düşünceye vurulan zincir, aynı şekilde farklı inançlara karşı da kullanılmıştır. Bu zulümlerden nasibini alan inançlardan biri de Alevilik ve özel olarak da Dersim İnancı'na mensup olanlardır. Son yıllarda demokrasi mücadelesinin ivme kazanarak gelişmesi neticesinde, Aleviler de inançlarını özgürce yapmak üzere örgütlenmeye başladılar. Ancak, ne yazık ki bir takım çıkarcı odaklar, Aleviliğe ve Alerilere el atmakta gecikmediler. Alevilik, üzerinde rant kavgası yapılan bir pazara dönüştürülmek isteniyor. Bir takım güçler, Aleviliğin bir 'Türk düşüncesi' ve 'şamanizm'in devamı' olduğunu vaaz etmeye başladılar. Anadolu'da bin yıldır Alevi kanı akıtanlar, bugün Aleviliği bir 'Türk düşüncesi' ilan edip, sahiplenebiliyorlar. Böylece Alevilik, Bektaşilik potasında eritilerek resmileşecek ve diyanete bağlanarak denetim altına alınmış olacaktır. Buna karşıt olarak, birileri de çıkıp Aleviliğin bir 'Kürt yaratması' ve Alevilerin de Kürt olduğunu iddia etmeye başladılar. Açıktır ki, her iki kesim de, soruna inanç bazında, inançların kendini özgürce ifade etmesi gerektiği prensibinden değil, tamamen siyasi çıkarları açısından bakıyorlar. Sorun, inançsal değil, siyasi bir düzlemde ele alındığı için de, tahrifat ve inkarcılık at başı gidebilmektedir. Alevliler, Anadolu'da Türk, Türkmen, Kürt, Zaza, Nusayri gibi farklı etnik kimliklere sahip halklara mensupturlar. Fakat, öyle görünüyor ki, esas pazar alanı Dersim ve üzerinde oyun oynanmak istenen esas kesim de Dersim İnancına sahip Zaza Alevileridir. Bunun, her iki taraf açısından farklı nedenleri vardır. Örneğin, Türk devletinin politikası, çözülme süreci devam eden Zazalar'ın daha çabuk Türkleşebilecekleri üzerine kuruludur. Devletin resmi ya da gayri-resmi 'gizli' belgelerine bakıldığında, TC'nin bu politikayı başından beri adım adım geliştirdiği ve uyguladığı görülür. Katliam ve sürgün, yakma ve yıkma, aç ve çaresiz bırakma, ambargo, kişiliksizleştirme, satın alma, vb. bütün metodlar TC. dönemi boyunca sistemli bir şekilde yürütülmektedir. TC. devleti, bir taraftan en üst yöneticileri düzeyinde Hacı Bektaş şenliklerinde gövde gösterisi yapıp, Bektaşilik 'dem'ine kepçe sallarken, diğer yandan Dersim'in kutsal mekanları olan ziyaretgahlarını bombalamakta, ziyaretlere giden insanları 'terörist' diye imha etmekte ya da 'terörist'lere yiyecek taşıyorlar gerekçesiyle bölgeye sokmamaktadır. Sopa ve havuç politikasını ustaca yürüten TC. özellikle bölge kökenli sözde aydınlar vasıtasıyla bugün, Aleviliğin şamanizm'e ne kadar 'yakın' olduğunun teorisini üretmekle meşgul. Bu nazik ortamı iyi değerlendirmek isteyen Kürt milliyetçileri de, soruna el atmakta gecikmediler. Onlar, Aleviliğin bir 'Kürt yaratması' olduğunu keşfetmekle kalmıyor, üstelik Zerdüştlüğün ve Yezidiliğin 'devamı' olduğunu da bir güzel ispatlıyorlar..! Doğrusu, onların bu harikulade ve orijinal buluşları, Türkçü şamanist teorileri daha şimdiden rafa kaldırmaya aday görünüyor! Kendine sahip çıkamayanlara başkaları sahip çıkar. Evet, sanırım bütün mesele bu noktada düğümlenmektedir. Yukarıda çerçevesini çizdiğimiz olumsuz ortamın, sadece sömürgecilerin başarısı sonucu olmadığını, bunun biraz da biz Dersimliler'in katkısıyla gerçekleştiğini kabul etmek zorundayız. Nasıl mı? Kendimize çalışacağımız yerde, başkalarına hizmet etmekte yarışarak..! Türkiye ve Kürdistan'ı kurtarmaya soyunanlar, Dersim'de köy muhtarlarını, köy ileri gelenlerini ortadan kaldırmakla işe başladılar. Sanki, Türkiye ve Kürdistan'da başka 'ileri gelen' kalmamıştı..! Bu güçlerin değirmenine su taşıyanların önemli bir kesimi Dersimli. Bugün, kendi ulusal kimliğine sahip çıkmadan Bektaşilik bayrağını sallayanların arasında da yine önemli oranda Dersimli görüyoruz. Devlet, başta köylerimiz olmak üzere yerleşim alanlarımızı, ziyaretgahlarımızı bombalayıp ülkemizi insansızlaştırırken, birileri Hacı Bektaş tekkesinin 'tuvaletleri' için kampanya yürütmekle meşgul. İnançların temel prensipleri genel anlamda, insanlara 'doğru' yolu göstermeyi öngörür. Bu anlamda inançlar arasında çok büyük farklılıklar yoktur. Yani demek istiyorum ki, madem ki hepsi de birer inançsa, neden birileri Alevilik adı altında Bektaşiliğe sığınıyor da, Anadolu'da Aleviliği beslemiş esas kaynak olan kendi öz inançlarına, Dersim İnancı'na sahip çıkmıyor. Yönünü, inanç uğruna Hacı Bektaş'a dönmüş Dersimliler, neden Duzgın Bava'ya, Heniyo Pil'e, Dergah kurmayı düşünemiyor? Öyle anlaşılıyor ki bazıları, yetmiş beş yaşında inançları uğruna darağacına çıkan Seyit Rıza'nın adını anmaksızın, Hacı bektaş tuvaletlerine su taşımayı Alevilik sanıyor. Ve yine öyle anlaşılıyor ki, bazıları ömürleri boyunca 'Saka' kalmaya mahkum. Yukarıda anlatılanlarla amacım bir karamsarlık tablosu çizmek değli. Süphesiz,
olumlu ve güzel şeyler de var ve bunlar gelişiyor. Daha da gelişeceğinin umudu her
geçen gün yeşeriyor. Yazılı hale gelen bir dilin, bundan sonra kaybolacağına
inanmak çok güç. Kültürümüz, tarihimiz artık daha sağlıklı araştırılabilir
hale geliyor. İşte, böyle bir ortamda Büklüler'in, Bük'te yani köylerinde Cemevi yapmalarını, kendi kültürüne sahip çıkmanının bir örneği olarak değerlendirmek gerekir. Onların attığı bu adımı, bir çağrı kabul ediyor ve diyoruz ki: Haydi Dersim'e sahip çıkalım. Dilimizi, kültürümüzü, inançlarımızı -düşmana inat- yaşatalım. Not: Büklülerin çağrısı: Bük Cemevi'nin açılışı, Temmuz 1998 içinde
gerçekleşecek. Büklü'ler, daha şimdiden insanlarımızı Bük'te buluşmaya
çağırıyorlar
|