DERSIM   Dergisi,      sayi 7        sayfa 14
 
 

|Main||media||Language||Research||Kultur/Zagon| |Email

 
 
                              ELEŞTİRİLER

Muzaffer ORUÇOĞLU

 

 Dersim romanına yönelik çeşitli eleştiriler aldım son bir yıl içinde. Eleştiriler, Dersimli devrimcilerden geldi. Elime geçen en son eleştiri, Hollanda Dersim Vakfı'ndandır. Yani Vakıf olarak eleştiriyorlar, iyi de ediyorlar. Eleştiri, yaşamın niteliğini güçlendirir. Vakıf şöyle diyor:
"Her iki romanınızda da (Dersim'le Tohum kastediliyor) cinselliği oldukça ön plana çıkarıp yaşanan gerçekleri ikinci, hatta üçüncü plana itiyorsunuz. Cinselliği işleme şekliniz ise sanki yaşanan Dersim gerçekliğinin ayrılmaz bir parçası. Dersimli kadına yaklaşım tarzınız çok çok tehlikeli. Gerek fanatik sunnilerin, gerekse TC'nin yıllardan beri Dersim'li kadın ile ilgili yaptıkları propagandaları adeta doğruluyorsunuz. Sunniler arasında söylenen "Dersimde genel ev yok. Çünkü her ev bir genel ev", devletin söylediği "Zaza kadın gün doğarken oynaş tutar. Bu çok normaldir. Ancak gün batımından sonra erkeğine geri döner. Çünkü bu saatten sonra oynaşı tutması günah sayılır" gibi propagandaları pekiştiriyorsunuz..."

Önce şunu belirteyim. Dine inanmam. Tanrısızım. Cinselliğe bakışım, din dışı bir bakıştır. Aşk ve sevişme güzel bir şeydir. Güzel şeyler anlatılmalıdır. İnsana özgü olan her şey anlatılmalıdır. Din, sevişmenin anlatılmasına karşıdır. Herkes, beden aynası önünde, çırılçıplak dikilip kendisini utanmadan seyredebiliyor. Herkes sevgilisi veya eşiyle, akıl almaz değişik tarzlarda sevişebiliyor. Ama "herkes" bunların anlatılmasına karşı çıkıyor. Neden? İnsan kendi gövdesinin bazı bölümlerini ve bu bölümlerin kahramanlıklarını anlatmayı, mülkiyetin emriyle afaroz etmiş, yasaklamıştır. Özel mülkiyetin şahı olan kutsal namusun korunması gerekmektedir. Ve namus deyince akla ilkin kadın gelir. şimdiye kadar beni eleştirenler hep, "Dersim kadını senin anlattığın gibi demişlerdir. "Dersim erkeği senin anlattığın gibi hovarda değil." diyen bir tek kişiye rastlamadım. Tohum veya Dersim romanında kötü olan, Dersim kadını için çok çok tehlikeli olan kadın hangisidir? Tehlikeli olan, kadının kendi cinselliğini, kimseyi aldatmadan, özgürce yaşaması mıdır? Bu iki romanımın en kötü, en eksik yanı, olumsuz, kötü, musibet kadına yer vermemiş olmasıdır. Dersim halkının cinselliğe yaklaşımı, bilinçli arkadaşların yaklaşımından daha ileridir. Halkın kendi arasındaki sohbetlere dikkat edin, halk türkülerini şöyle bir okuyun, ileri olup olmadığını göreceksiniz. İnsan, bastırılmış gerçek eğilimleri açığa vurmadan edemez. Sanat ise bu eğilimleri kahramanlaştırır. Halk  türkülerinde olduğu gibi. Dersim Aşk Türkülerinde Xıme diye bir tip var. Halkın gerçek yaşamda türkülerine kahraman olarak aldığı bir tip. Mesut Özcan'ın derlediği sözkonusu türkülerden bir iki aktarma yapayım isterseniz:

Xımé çıktı dam üstüne
Donun inidirdi dizine
Xımé böyle dur öpeyim
Söyledi "kalsın öğlene."

 Xımé vejiye serı boni
 Tumon kerdve serı zoni
 Xımé nata vınde léwe t-rani
 Vake: "vındero va cemé soni"

Xımé halk türkülerinin değil de benim romanımın kahramanı olsaydı, Xımé'yi köyde bir damın üstüne çıkartsaydım. Donunu dizlerine kadar indirtseydim. Tam böylesi hassas bir pozisyonda sevgilisine öptürtseydim. Ne olurdu? Yoğun eleştirilerle karşılaşırdım. "Damın üstğnde, köyde, ne bu rezalet!" diye vaveylayı koparırlardı.

Xımé indi dereye
Gençler ardına düştü
El attılar uçkuruna 
Tokmakladılar kıçını
Dedim ona "Gitme el evine
Delikanlılar azmış Xıme
Seni karanlık bir köşeye sıkıştırır
Halden hale sokarlar

 Xımé şiye derero
 Xorti şi d-rmero
 Dest kerd pısa Xıme vero
 Toqmaq da dırnero
 Xımı mı va meso çewune sari
 Xorté sari biyé hari
 Xımé tu kené qurné tari
 Tu finé halve hali,

Belli ki Xımé sevecen, kendi yüreğinin sesini dinleyen bir kadın. Delikanlıların ona karşı cesur, arsız ve azgın olmasının nedeni de bu. Tohumdaki Naciye'yi birazcık çağrıştıran bir tip, yine Dersim Aşk Türkülerinde çire'nin kendi kendine söylediği, "Dostu olmayanın yaptığı yemeğin içine edeyim," sözünü kendisine yaşam felsefesi edinen bir tip. Peki bu tipler, olumsuz, kötü tipler midir? İnsanlığın gelecekte gerçekleşecek bastırılmış asıl özlemlerini açığa vuran, bugünden yaşamaya çalışan, ama toplum tarafından afaroz edilen, recmedilen veya eleştiri recmine uğrayan tipler kötü tipler midir? Bunların olumlu tipler olduğunu kavrayabilmek için geleneğin, sistemin ve dinin atmosferinden çıkmamız, cesur ve özgürce düşünmemiz gerekiyor. Zulüm sadece halkı kırmak, köy yakmak değil ki. Naciye'leri, Xımé'leri, Cilsur'ları, Ano'ları tecrit ve teşhir çarmıhına germek de bir zulümdür.

Dersim Vakfının görüşlerine dönelim.
"Romanınızda Seyit Rıza'ya hayali ordular kurdurup cephe komutanı gibi göstererek devletin şakilik teorisini oldukça doğruluyorsunuz."

Dersim tarihine ve 38 gerçeğine uymayan teslimiyetçi bir anlayış bu. Ordusu olan ve de direnen şaki mi oluyor? Ben Dersim romanında, Seyit Rıza'yı koca bir ordusu olan bir generale benzetmiyorum. Bunu Dersim'li Nuri yapıyor. Benim romanımda Seyit Rıza, hiç bir aşirete sözünü geçiremeyen, kendi aşiretine egemen olan ve en çok da Bahtiyaranlılarla birlikte direnen bir insandır. Hıdır Göktaş'ın, "Kürtler, İsyan-Tenkil" adlı kitabında, o dönem Dersim aşiretlerinin sayısı  silah gücü veriliyor. Seyit Rıza'nın lideri olduğu yukarı Abbas Uşağı'nın nüfusu 4000, silah gücü ise 1400'dür. Tarihte olduğu gibi, 38'de de Dersim silahlıdır. Hem dış istilacılara karşı hem de iç dalaşmalarından dolayı bu böyledir. Alişer'e, "Aslanlar yurdudur tilkiler giremez" dedirten gerçeklik tam da bu gerçekliktir. Devlet, 38'de, Dersim'e mutlak egemen olmak, Dersim'i eritmek istedi. Dersim buna direndi. Devlet hem direneni, hem de masum halkı tenkile uğrattı. Devam edelim.
"Bütün bunlara ek olarak Yavanın ağzından dile getirdiğiniz medeniyet savaşı hakkındaki düşünceler adeta Naşit Uluğ başta olmak üzere diğer gazetecilerin ve de resmi görüşün kopyası."
Yavan, romanın bir kahramanı. Onun görüşünü romanın görüşü haline getirmek yanlıştır. Mürşid Mırto'nun arada sırada ziyaretler aleyhine söylediği görüşleri de romanın görüşleri haline getiriyor Vakıf. Abdullah Alpdoğan'ın görüşleri de romana maledilirse şaşmam. Vakıf Yavan'ı hiç kavrayamamış. Yavan'ın gönlü, Dersim'in direnmesinden yanadır. O, Seyit Rıza'nın da Türk Ordusu gibi disiplinli, düzenli bir ordu kurmasını özleyen ve Seyit Rıza'nın dağdan inerek Erzincan valisiyle görüşmeye gitmesine, bir nevi teslim olmasına karşı çıkan birisidir. Vakıf, romanda olmayan bir başka Yavan'dan söz ediyor ve romanın özünü hiç kavramadığını gösteriyor. Vakıf, romanı, İstanbul DGM savcısı Şerafettin Celep gibi dikkatli okusaydı kavrardı verdiği mesajı. Şöyle diyor Celep:
"Devlet güçleriyle savaşmaya devam eden ve 'Dersim' adıyla nitelenen Tunceli yöresinin dağlarına sığınan 'Kürt' halkının köylerinin, mezralarının, ormanlarının acımasızca uçak ve topçular tarafından bombalanarak yakılıp yıkıldığı, binlerce yöre halkının kadın, çocuk ve ihtiyarların öldürüldüğü, hayvanların bile kırıma uğradığı, böylelikle de 'Alevi Kürt' olarak (yazar tarafından) nitelenen yöre halkının planlı bir şekilde katliama maruz kaldığı..... Devlet güçleri tarafından... insan ve doğa katliamına..."

Evet, roman, insana ve doğaya karşı işlenen katliamı dert ediniyor kendisine. Bunu kavramak için, romanı dikkatlice okumak  da gerekmiyor. Dersim romanı yazacağım da devletle ve Dersim'in tutucu yanıyla çatışmayacağım, olacak iş değil. Dünyanın değişimine omuz veren, bu uğurda oğullarını, kızlarını ve köylerini feda eden dik kafalı, devrimci, özgür ve bilge Dersim'den bana yönelecek eleşitirilere daha çok ihtiyacım var. Bundan, gelenekçi, tutucu Dersim'lilerin eleştirilerine hiç ihtiyacımın olmadığı anlamı çıkarılmasın. Onlardan da öğrenmeye çalışıyorum. Onların Dersim Kültürü konusunda yaptıkları kazıları, çalışmaları önemsiyorum.
 

 

|Main||media||Language||Research||Kultur/Zagon| |Email