"Ne gören var, ne de duyan
Kimligi bilinmeyenler!"
Ozanin yukaridaki dizeleri, nasil da uygun düsüyor su biz Dersimlilere. Kendimize
özgü bir tarihimiz, dilimiz ve kültürümüz olmasina ragmen, bir halk olarak ne olup
olmadigimizi, acaba kimler ve de kaç kisi sorgulamaktadir?(?) Bu çok mu önemlidir diyen
olabilir. Kuskusuz önemlidir. Kendi kimligine sahip çikamayan, beli kirik yasamda olup
olmadigi önemsenmeyen zavalli birinin durumuna mi gelmek istiyoruz! Eger cevabimiz hayir
ise, o zaman Dersimli olmanin ne anlama geldigi bilince çikarilmak zorundadir. Durup
dururken bu da nerden çikti diyenler olabilir. Dersimli olmayan; resmi görüs
tutsaklari için bu dogal karsilanabilir belki. Fakat Dersimli bir insanin bunu sormasi
garip olur dogrusu. Yasadigimiz ülke zaten garipliklerle dolu. Dolayisiyia böylesi bir
ülkede, dejenere olmus, "kimliksiz" garip kisilere rastlamak artik siradan bir
hal aldi. Yasamin anlamini ve ciddiyetini anlamamaktan; halklarin yasam hakkina saygili
olmayan, hatta kendi kisiligine ve dolayisiyla kimiligine sahip çikmayan bir insan yigini
durumuna gelmemizden veya getirilmisligimizden kaynaklaniyor bu. Bu pespaye ve
onursuz yasamin cenderesine sikismisliktan kurtulmak, kendi kimligimizi ve haklarimizi
sorgulamak artik vazgeçilmez bir hal almistir.
Olanca karmasikligina ragmen, demokrasi ve insan haklari çerçevesinde; sahip olunan
kimliklerin, bir anlam ifade etmesinin geregi ve dogalligi benimsenerek soruna yaklasmak
gerekmektedir. Hemsire diplomasini alan bir bayani çiflikte inek dogurtmaya
gönderemezsiniz. Ya da tersine inek dogurtma uzmani belgesiz, diplomasiz bir bayani, bir
hastahaneye uzman hemsire olarak tayin edemezsiniz. Türkiye'de bunlar
ölçülü-ölçüsüz olmaktadir! Ama Türkiye'nin geldigi nokta, yuvarlandigi çukurdaki
debeler hali içler acisi!.. Öyleyse bir an evvel, savunuyorsak demokrasiyi, demokrasinin
kurallarini; savunuyorsak insan haklarini, insan haklarinin bir dizi evrensel bildirge ve
sözlesmelerdeki tarifine uygun yapilanma yaratalim. Laikligi savunuyorsak, laikligin
olmazsa olmaz kosulu olan dinler ve mezhepler karsisinda devletin tarafsizligini hayata
geçirmek durumundayiz.
Savunulan ile pratikte yasanilanin ayrilmaz bir bütünlügü olmalidir. Yani lafta
söylenenlerin pratikte yansimasi olmazsa, söylenen bütün hummali söylemlerin pek de
kiymeti harbiyesi yoktur. Türkiye'de bir bütün olarak sisli bir havada kulaç
attigimizi söylemek pek de haksizlik olmasa gerek. Sagcisindan, solcusundan; kisacasi her
kesimden bir seyler gevelenmekte. "Demokrasi", "insan haklari",
"farkli halk ve kültürlerinin zenginligi"nin sözde de olsa kabul gördügü
bir durum söz konusudur. Sol için söylenmese de, bunlarin sag için belli zorunluklarin
sonucu oldugunu kabul etmek gerekir. Fakat sonuçta bir degisim yok. Aramizdaki
belirsizlikileri ortadan kaldirmak istiyorsak bu kavramlarin altini iyice doldurmamiz
gerekir. Sözde, yani teoride bir seyler söyleniyorsa bunlarin pratik yasama yansiyan
birer ifadeleri de olmalidir. Söylemlerin, fikirlerin dogrulugu veya yanlisligini
bir kenara birakip burada bilinçli davranmak durumundayiz. Yoksa, gerçekden sosyalist,
devrimci veya karsi devrimci olmaktan dem vurmak yeterli olmaz.
Türk ne demektir diye sorarsak, yanit gayet açiktir: Belli bir tarihsel geçmisi olan,
kendine özgü yasam biçimleri ve kültürleri olan; konusup anlasabildigi ortak bir dile
sahip, halk toplulugudur. Uluslasma sürecini tamamlamis ulusal bir varliktir. Cevap bu
kadar net olunca, Türk insaninin kendi dilini konusmasinin, kendi kültürünü
yasamasinin gerekliligi; egitimin ana dilinde, yani Türkçe olarak okullarda verilmesinin
dogal oldugu kadar, tartismasiz insani bir hak oldugu da, kabul görür. Bir Türk'e ana
dili disinda baska ne dayatilabilir.
Ayni durum Türkiye'de yasayan diger azinliklar ve halklar için de geçerli olmalidir. Bu
olmazsa demokrasiden, insan haklarindan bahsedilemez. ‚çünkü devlet bu diger halklara
mensup vatandaslarin verdigi vergilerle ayaktadir. Verilen bu vergilerin bir kismi tekrar
hizmet olarak geri dönerken, insani normlarin çerçevesi içinde olmalidir. Örnegin
egitim için okullari ele alalim. sayet okullarda sadece ve sadece Türkçe okutulup diger
dillerde de egitim yapilmazsa bu tek yanli kör topal bir egitim olur. Okula giden çocuk,
anne-babasindan bir baska dil ögrenmistir. Belki de Ilkokula gittigi ilk gün henüz
Türkçe'nin T harfini bile bilmemektedir. O okuldaki egitim, o çocugun ana dilinde
olmazsa bu çocuk egitim esitliginden nasil faydalanabilir? Örnegin Isviçre'de
Italyancanin konusuldugu bir sehirde ülkede konusulan bir baska dil (Fransizca,
Almanca-Raeto-Roman) ikinci dil olarak okutulur. Dolayisiyla burada bir demokrasiden veya
insan hakklarindan bahsetmek mümkündür. Türkiye benzeri bir ülkede bu olmazsa
demokrasi ve insan hakkindan bahsetmek mümkün degildir. O zaman ya Türkiye demokratik
bir ülkedir, ya da Isviçre. Hangisinin bu konuda fark attigi ortadadir. Demagojik ve
inkar politikasiyla bu sorunun üstü örtülemez. Bu ülkede yasayan herkes Türk'tür
gibi bir söylem, Türkiye'nin kültürel zenginligini hesaba katmayan irkçi ve inkarci
bir söylemdir. Sebep ne? Neden herkes Türk olsun? Türk olmayan biri neden illa
"ben Türküm" desin. Bir an bir Türkün "ben Türk degil, Rum'um"
demesine, ya da buna zorlandigi bir ortami düsünelim!.. Kim hangi kimliki ile kendisini
kabul ediyorsa o kimliki ile yasamaya hakki olmalidir. Ögretmenlik diplomasi olan bir
sahsa, hayir sen ögretmen degil, doktorsun demekte israr etmenin kime faydasi olabilir?
Bir an bu israr ve zorlanmaya boyun egen bir ögretmenin doktorluk yapmaya kalkismasini
düsünelim. Ürkütücü bir durum olmaz mi?
Demek ki, kimlikler hiç bir nedenle yok sayilamazlar, sayilmamalidir. Yoksa gerçekten
sonuç ürkütücü ve korkunç olur. Türkiye'de de barisi ve gerçek anlamda bir
demokrasiyi tesis etmek gerekiyorsa bu yolda farkli ulusal kimliklere sahip olmamiz engel
olarak görülmemelidir. Tersine, bu zenginligi birlikte paylasmak; dostluk ve kardeslik
baglarini pekistirmek gerekiyor.
Hem Kürt, Laz, Zaza vs. diye bir etnik kimlikten bahsedeceksin, hem de bu etnik
kimliklerin kendi kimliklerini yüksek sesle söylemelerinden korkacaksin!. Tanrim, bu ne
paranoya! Bundan dogal ne olabilir. Gerçegi oldugu gibi kabullenemezsek, vatan, millet
sevgisi adina bu tür korkularin sonu gelmez. Tersine, bugün yasamaya itildigimiz pis ve
kirli bir iç savasin yüreklerimizi daglar hali devam eder durur. Bunun kime ve neye
faydasi var bir düsünelim.
Bütün batili ülkelerde, özellikle yaygin göçlerin sonucu ortaya çikan filli
durumlarin sonucu olarak Ana Dilde Egitim oldukça aktüel bir hal almistir. Egitim
Bakanliklari, konunun uzmanlari yillardir bu sorun üzerinde arastirma yapiyor,
incelemelerinin sonuçlarini kamuoyuna sunuyorlar. Bu arastirma ve incelemeler, hatta
getirilen çözümler karsisinda Türkiye ayda yasiyor misali sagir sultan kesilmistir
adeta. 8 yillik egitim yaygarasi ayyuka çikmistir. Oysa Batili ülkelerde 8 yillik Egitim
zaten fiili olarak uygulanmaktadir. Bu ülkelerde ortaya çikan olumlu sonuçlara ragmen,
bu sorunu siddetle çözmek Tükiyeye yakisiyor dogrusu!
Sekiz yıllık eğitim tartışması, çoktan bitmesi gereken veya halledilmesi gereken
bir tartışma olmalıydı. Bu tartışmadan çok, ana dilde eğitim sorunu Türkiye'de
gündeme gelmeliydi. Ne var ki Türkiye tam bir kamlumbağa misali yol almaktadır.
Yaratılan demokrasi havarisi pozlar da, tam bir cahilin cesaretine ve havasına
benzemektedir. Ana dilde eğitim sorunu Türkiye'de hala tabu bir konudur. Buna nedense el
atılmamaktadır.
İsviçre'de kimi okullarda, beş öğrenci bulabilen her dil grubu o dilde eğitim
görme şansına sahipken, Türkiye'de nüfusu milyonları bulan dil grupları göz
önüne bile getirilememek varlıkları bile tanınmamaktadır.
Yine İsviçre'de 36.000 civarında insan tarafından konuşulan Raeto-Roman dili ülkenin
4. resmi dilidir. Bu dili konuşan nüfus, okullarda kendi dilinde eğitim yapmasının
yanısıra televizyon ve gazetelerine de sahiptir.
İngiltere'de hükümet Galler bölgesinde 500 bin kişinin konuştuğu Galce'nin
geliştirilmesi için yüksek miktarda para yardımı yapıyor. Örneğin, Gal dilinde
yayın yapan Gaelic TV'ye yılda 163 trilyon lira ödenek ayrılmıştır.
Bu durum, bu ülkelerde nedense bölünme sayılmayıp, tersine bölünmenin karşıtı
önlemler; barış ve kardeşlik için, insan hakları için önemli önlemler olarak
görülüyor. Türkiye'de ise yaratılan imaj ve paranoyalardan kimse etrafını
göremiyor. Azınlıklar sorununu tartışma gündeme getirilmekten bile
kaçınılıyor! Ama neden diye sorulduğunda, ülke bölünüyor denilip kestiriliyor.
Kim bölüyor, nasıl bölünüyor?.. Sonra, ülkenin bölünmesi sorgulama yapılmıyor.
Köy boşaltmakla, yakmakla; insanları yerinden yurdundan zorla kovmakla bölücülük
yapılmıyor da, her insanın en doğal hakkı olan, ana dilinde müzik dinlemek, gazete
okumak, TV seyretmek ve eğitim yapmak bölücülük oluyyor? Tam, bilinmeyenli
matematiksel bir denklem. Bu denklemi çözen Allahın bir kulu var mı,
bilemiyorum!
Demokratik ve özgür toplumlar, sıhhatli ve sağlıklı kafa yapılarına sahip
bireylerin olması ile yaratılır. Bu da, düşünmenin ve yazmanın serbest olmasıyla
olur ancak. Düşünceye zincir vurulduğu zaman, yazılan şeyler resmi görüşe uymuyor
diye yasaklandığı vakit, özgür birey değil, köle oluşur. Böylesi bireylerin
üzerinde yükselen toplumlar da teokratik, diktacı ve baskıcı olurlar. Yaman bir
devletçilik olur böylesi yerlerde. Devlet bireyin önüne dikilir her an. Bireysel
kabiliyet ve beceriler törpülenir, köreltilir. İnsan kişiliği gelişemez.
Dolayısıyla buralarda manevi ve ahlaki çürümeler alır başını gider. şiddet,
çözümün belki de tek ilacı olarak görülüyor. Gel gör ki, yeryüzünde bu tip
ülkeler kendi kendilerini yiyip bitirdiler. Bu tip toplumların geleceği olamaz.
İnsanlığın uzun yürüyüşünde böylesi toplumlar yol alamazlar.
"Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul, zurna az!"...
|