Uzun yıllar önceydi; babamla diktiğimiz kavakları tarlamıza gölgelik olsun diye
getirdiğimde bir fidanı yeşertmek için harcadığım performansla ne derece
yorulduğumu bir ben bilirim, bir de yaşayanlar bilir. Bir zaman bu fidanla beraber
büyüdük. Fidanlar olduğu yerde yeşerirken ben yürüyebiliyordum. Farklı yanım da
bu. Örneğin ben adımlarımı atarken diktiğim fidan bana melul melul bakmaktaydı.
Belki ben o gözle değerlendirmişimdir. Gerçeği de bu işte Benim bu yürüme
özelliğimden dolayıdır ki oğlak, kuzu ve danaları yayma görevi de doğal olarak
üstüme vazife kılınıyordu. Aile kararı gibi birşeydi sanki. Ne bilecektim?
Yaydığım kuzular (hayvanlar) dedemin ya da dedelerimin topluca katledildiği mezarları
çiğnediklerini (bastıklarını).
Ne bilecektim? Belediyenin köpek katliamında dedelerimizin mezarı yanına ya da
yakınına kuyular kazıp köpekleri attıklarını.
Ne bilecektim? Otuz sekizde kırdırılan Dersimlilerin toplu mezarı olduğunu.
Çocuktum. Anlayacak yaşta değildim. Bilmemişim, doğrusu ilgilimi çekmemişti.
Çocuktum. Gölbaşındaki iki toplu mezar ve gavur bağındaki sulu ağaların toplu
mezarlarına bastığımı. Sonradan öğrendim ki Dersim katliamının toplu mezar
yerleridir. Ancak büyüklerimin otuzsekiz hikayelerini anlatması ilgimi çekerdi.
Dinlerdim, hayıflanır, kaşlarımı yukarı çekip gayri ihtiyari biraz kafamı
sallayarak hıh ederdim. Ya da sorular sorardım neden, niçin gibi.
Kış akşamları gahi seyfül mülk masalları, gahi Zaloğlu Rüstem, gahi Elburuz
kalesi cengi ya da otuz sekiz gerçeği anlatılırken gece uzadıkça uzardı. Biz
çocuklar kümelenmiş, lamba ışığı altında ağzından bal akan anlatıcının
ağzına gözlerimizi dikerek, çıkan sözleri can kulağı ile dinlerdik. Kış bizde
gecelerdi.
İşsizliğin ve yoksulluğun sinsi uygulaması ile sessizce sürüleceğimizi,
memleketimizde ne bilecektim? şu anki komşularımızın çoğu kan davası içinde
memleketlerinden göçüp gelmişler, yadellere. şimdi anlıyorum ki benim, memleketimde
bunu başaramamış, işsizliği dayatmış, yoksulluğu koymuş önümüze. Usulca git
demiş bize, ne bilecektik komşumu da memleketinde birbirine kırdırtmış canavar. Onu
da öylesine terk ettirmiş öz yurdundan. Yoksulluk, işsizlik kan davası vs. ile sessiz
ve usulca kovmuşlar. Bir günde memleketimize gidip dönerken sorarlarsa;
"Ne işin var oralarda derse başkan!.."
"Yüreğime sor kurban."
Ermeni mezalimi, Dersim mezaliminden farklı değildir. Dersimde de göç ettirme, ekin
yakma, ev yıkma, köy boşaltma, katliamlar, sürgünler dünki gibi gene
uygulanmaktadır.
Derneklerimiz bu konuda elinden geleni tereddütsüzce (uygulamalar-yaptırımlar) karşı
koyarken bir kısım eksikliklerine de hemşehrilerimiz katkı sunmalıdırlar. Zira
hemşerilerimizin mutlaka ve mutlaka Dersimde hısımları akrabaları vardır. Ya da
Dersimde fidan dikmemiş olsalar bile, bir evin yapımındaki harçta emekleri vardır.
Hikayeleri vardır. Daha geride dedelerinin mezarı vardır. İşte bu bir
bağlılıktır. Sadakattır, önemlisi de inançtır. Büyüklerden dinlediğim bir
örnek anlatı şöyledir:
38'de askerler tek sıra halinde dağda yürürken, mağaranın birinden tek el silah sesi
gelir ve askerlerden biri vurulur yuvarlanır gider uçurumdan. Çevrede arama yapan
askerler mağarayı bulurlar. Bakarlar ki içeride ihtiyar uzun beyaz sakallı bir adamla,
bir kadın bir de tüfek görürler.
Komutan sorar. Senmi ateş ettin?
Evet der.
Niye ateş ettin ki bak seni kurşuna dizeceğim. Eğer sen ateş etmeseydin biz çekip
gidecektik, sen de yaşıyacaktın. Bir tane de kurşunun varmış.
Yaşlı adam der ki;
Ben o mermiyi size sıkmasaydım Seyit Rıza'nın ekmeği, suyu benim yüzüme gözüme
dikilecekti, yüz kurşunum olsa yine sıkacağım ölüm neki?
Mağaranın önünde adamı infaz ettikten sonra karısına da taşın üzerine oturtup
nişan almak üzereyken askerlerin içindeki bir Diyarbakırlı er, namlusunu komutana
çevirerek kadın, bizde vurulmaz diyerek kadını vurdurtmaz.
Dersim katliamının üzerinden tam altmış yıl geçti. Hriçyonın nehri ve Munzur
sapasağlam akmaktadır. Yine kilisemiz dediği kültür ve inancımız sapasağlam
durmaktadır. Çünki Enternayşın özelliğini, bizi bu derece netleştiren
atalarımızın terle, kanla can ve başla ortaya koyduğu değeri, yüzyıllardır
Devletler, İmparatorluklar elinden gelen bütün imkan ve fırsatları kollayıp yok
etmek için, gerektiğinde zoru, gerektiğinde türlü dalavereleri uyguladığında
birbirimize düşürmek içinde bazen ve kısmen de başarılı olmuşsa bile tüm entrika
ve zora karşın Munzur yine sapasağla akmaktadır. Bu nedenle; metropolun çirkef,
soysuz, kişiliksiz yaşam tarzına ayak uydurup, hemşieri ve insanımızdan uzaklaşmak
kendini bitirmek yanlızlığa teslim olacaktır. En büyük acı ve ihaneti koymuş
oluruz yaşamımıza.
Bilmeliyiz ki diktiğimiz fidanın meyveleri altına düşer. Dersim çok özeldir
Munzuruyla, inancıyla, kararlılığıyla. Orada atalarımızın destanı vardır. Ne
mutlu, ne mutlu bize atalarımız, dedelerimiz bizi onurlandıran, yüreklendiren miras
bırakmışlardır. Ne mutlu ki biz Dersimlilerin torunlarıyız. Öyleyse biz neslimize,
aslımıza yakışanın yol erleri olmalıyız.
Dersim'de hikayemiz var. Yüreğimiz Dersimli olmalı, Dersim'de olmalı.
Kimin sağ, kimin ölü olduğunu biz anlatmalıyız, çocuklarımıza.
Ardından
Geıti gitti koskaca dünyadan
Ağalar
Beyler
Krallar.
Onca varlıkla geçip gittiler
Yetmedi ömürleri dünyanın yaşına
Kışladılar bir çınarın dibinde
Biri ceketini asar
Diğeri süngüsünü saplar
Bir Acayip yüceliği var, Dersimin
Açmış sofrasını
Müsahiplik etmiş
Kirvelik tutmuş
Gülbeng çekmişler ulu çınarın dibinde
Hayat olur
Hayat ölür
Meçhul mezar taşla çevrilmiş
Kimbilir ne devran yaşanmış
Zahmetler çekmiş anacığım
Nicedir oğlun mapus
Nicedir güneş doğar üstüne gecenin
Canlı cansız ortasında yaşamın
Kışladılar bir çınarın altında
Onca varlıkla
Erişemediler dünyanın yaşına
Hayat olur hayat ölür
Zoru yok bunda
Gevşekliği de
Kışladılar dibinde
Dalına ceketini asıp ateş döktüler
Çınar yeşil yanar anacığım
Bir acayip yel eser kanlı Maraşta
Nesimi kokar
Yunus kokar
Pir Sultan kokar Anadolu rüzgarı
Karışır ateş sellerine
Gebe kadın deşilir
Bebeler çakılır duvara
Cehalet can yakar
Ağustos sıcağı
Zemheri soğuğuyla
Kasım ayını yaşamak
Bakar dünyanın ucundan kanlı Maraşlar
Utanır Edison
Utanır Grambel
Utan?r Anßtayn
Hele hele kendi adına
bu vahşeti
bu çağda
Ünsanlık uğruna güya
En nammussuzca
En şerefsizce kullananlar?
Nasıl yargılardı Muhammed.
Zahmetler görmüş
Eziyetler çekmiş
Anac?Û?m
Güneş gecenin üstüne doğar
Kutsiyeti beyinde doğandır
Sarar kucaklar dörtbir yanı
Çözülüp gider saltanatlar
Hayat olur
Hayat ölür
Açar döşünün iliklerini
Utandırır
Yüzü kara
Kara yüzlü yobazları
Bundandır yüceliği Dersim'in
Müsahiplikte
Kirvelikte
Gülbengde görülecektir
|