DERSIM   Dergisi,      sayi 7        sayfa 9
 
 

|Main||media||Language||Research||Kultur/Zagon| |Email

 
 
                                        KIMLIGI BILINMEYENLER
Hüseyin SEVIN‚
 

"Ne gören var, ne de duyan Kimligi bilinmeyenler!"

Ozanin yukaridaki dizeleri, nasil da uygun düsüyor su biz Dersimlilere. Kendimize özgü bir tarihimiz, dilimiz ve kültürümüz olmasina ragmen, bir halk olarak ne olup olmadigimizi, acaba kimler ve de kaç kisi sorgulamaktadir?(?) Bu çok mu önemlidir diyen olabilir. Kuskusuz önemlidir. Kendi kimligine sahip çikamayan, beli kirik yasamda olup olmadigi önemsenmeyen zavalli birinin durumuna mi gelmek istiyoruz! Eger cevabimiz hayir ise, o zaman Dersimli olmanin ne anlama geldigi bilince çikarilmak zorundadir. Durup dururken bu da nerden çikti diyenler olabilir. Dersimli olmayan; resmi görüs  tutsaklari için bu dogal karsilanabilir belki. Fakat Dersimli bir insanin bunu sormasi garip olur dogrusu. Yasadigimiz ülke zaten garipliklerle dolu. Dolayisiyia böylesi bir ülkede, dejenere olmus, "kimliksiz" garip kisilere rastlamak artik siradan bir hal aldi. Yasamin anlamini ve ciddiyetini anlamamaktan; halklarin yasam hakkina saygili olmayan, hatta kendi kisiligine ve dolayisiyla kimiligine sahip çikmayan bir insan yigini durumuna gelmemizden veya getirilmisligimizden kaynaklaniyor bu.  Bu pespaye ve onursuz yasamin cenderesine sikismisliktan kurtulmak, kendi kimligimizi ve haklarimizi sorgulamak artik vazgeçilmez bir hal almistir.
Olanca karmasikligina ragmen, demokrasi ve insan haklari çerçevesinde; sahip olunan kimliklerin, bir anlam ifade etmesinin geregi ve dogalligi benimsenerek soruna yaklasmak gerekmektedir. Hemsire diplomasini alan bir bayani çiflikte inek dogurtmaya gönderemezsiniz. Ya da tersine inek dogurtma uzmani belgesiz, diplomasiz bir bayani, bir hastahaneye uzman hemsire olarak tayin edemezsiniz. Türkiye'de bunlar ölçülü-ölçüsüz olmaktadir! Ama Türkiye'nin geldigi nokta, yuvarlandigi çukurdaki debeler hali içler acisi!.. Öyleyse bir an evvel, savunuyorsak demokrasiyi, demokrasinin kurallarini; savunuyorsak insan haklarini, insan haklarinin bir dizi evrensel bildirge ve sözlesmelerdeki tarifine uygun yapilanma yaratalim. Laikligi savunuyorsak, laikligin olmazsa olmaz kosulu olan dinler ve mezhepler karsisinda devletin tarafsizligini hayata geçirmek durumundayiz.
Savunulan ile pratikte yasanilanin ayrilmaz bir bütünlügü olmalidir. Yani lafta söylenenlerin pratikte yansimasi olmazsa, söylenen bütün hummali söylemlerin pek de kiymeti harbiyesi yoktur. Türkiye'de bir bütün olarak sisli bir havada kulaç attigimizi söylemek pek de haksizlik olmasa gerek. Sagcisindan, solcusundan; kisacasi her kesimden bir seyler gevelenmekte. "Demokrasi", "insan haklari", "farkli halk ve kültürlerinin zenginligi"nin sözde de olsa kabul gördügü bir durum söz konusudur. Sol için söylenmese de, bunlarin sag için belli zorunluklarin sonucu oldugunu kabul etmek gerekir. Fakat sonuçta bir degisim yok. Aramizdaki belirsizlikileri ortadan kaldirmak istiyorsak bu kavramlarin altini iyice doldurmamiz gerekir. Sözde, yani teoride bir seyler söyleniyorsa bunlarin pratik yasama yansiyan birer ifadeleri  de olmalidir. Söylemlerin, fikirlerin dogrulugu veya yanlisligini bir kenara birakip burada bilinçli davranmak durumundayiz. Yoksa, gerçekden sosyalist, devrimci veya karsi devrimci olmaktan dem vurmak yeterli olmaz.
Türk ne demektir diye sorarsak, yanit gayet açiktir: Belli bir tarihsel geçmisi olan, kendine özgü yasam biçimleri ve kültürleri olan; konusup anlasabildigi ortak bir dile sahip, halk toplulugudur. Uluslasma sürecini tamamlamis ulusal bir varliktir. Cevap bu kadar net olunca, Türk insaninin kendi dilini konusmasinin, kendi kültürünü yasamasinin gerekliligi; egitimin ana dilinde, yani Türkçe olarak okullarda verilmesinin dogal oldugu kadar, tartismasiz insani bir hak oldugu da, kabul görür. Bir Türk'e ana dili disinda baska ne dayatilabilir.
Ayni durum Türkiye'de yasayan diger azinliklar ve halklar için de geçerli olmalidir. Bu olmazsa demokrasiden, insan haklarindan bahsedilemez. ‚çünkü devlet bu diger halklara mensup vatandaslarin verdigi vergilerle ayaktadir. Verilen bu vergilerin bir kismi tekrar hizmet olarak geri dönerken, insani normlarin çerçevesi içinde olmalidir. Örnegin egitim için okullari ele alalim. sayet okullarda sadece ve sadece Türkçe okutulup diger dillerde de egitim yapilmazsa bu tek yanli kör topal bir egitim olur. Okula giden çocuk, anne-babasindan bir baska dil ögrenmistir. Belki de Ilkokula gittigi ilk gün henüz Türkçe'nin T harfini bile bilmemektedir. O okuldaki egitim, o çocugun ana dilinde olmazsa bu çocuk egitim esitliginden nasil faydalanabilir? Örnegin Isviçre'de Italyancanin konusuldugu bir sehirde ülkede konusulan bir baska dil (Fransizca, Almanca-Raeto-Roman) ikinci dil olarak okutulur. Dolayisiyla burada bir demokrasiden veya insan hakklarindan bahsetmek mümkündür. Türkiye benzeri bir ülkede bu olmazsa demokrasi ve insan hakkindan bahsetmek mümkün degildir. O zaman ya Türkiye demokratik bir ülkedir, ya da Isviçre. Hangisinin bu konuda fark attigi ortadadir. Demagojik ve inkar politikasiyla bu sorunun üstü örtülemez. Bu ülkede yasayan herkes Türk'tür gibi bir söylem, Türkiye'nin kültürel zenginligini hesaba katmayan irkçi ve inkarci bir söylemdir. Sebep ne? Neden herkes Türk olsun? Türk olmayan biri neden illa "ben Türküm" desin. Bir an bir Türkün "ben Türk degil, Rum'um" demesine, ya da buna zorlandigi bir ortami düsünelim!.. Kim hangi kimliki ile kendisini kabul ediyorsa o kimliki ile yasamaya hakki olmalidir. Ögretmenlik diplomasi olan bir sahsa, hayir sen ögretmen degil, doktorsun demekte israr etmenin kime faydasi olabilir? Bir an bu israr ve zorlanmaya boyun egen bir ögretmenin doktorluk yapmaya kalkismasini düsünelim. Ürkütücü bir durum olmaz mi?
Demek ki, kimlikler hiç bir nedenle yok sayilamazlar, sayilmamalidir. Yoksa gerçekten sonuç ürkütücü ve korkunç olur. Türkiye'de de barisi ve gerçek anlamda bir demokrasiyi tesis etmek gerekiyorsa bu yolda farkli ulusal kimliklere sahip olmamiz engel olarak görülmemelidir. Tersine, bu zenginligi birlikte paylasmak; dostluk ve kardeslik baglarini pekistirmek gerekiyor.
Hem Kürt, Laz, Zaza vs. diye bir etnik kimlikten bahsedeceksin, hem de bu etnik kimliklerin kendi kimliklerini yüksek sesle söylemelerinden korkacaksin!. Tanrim, bu ne paranoya! Bundan dogal ne olabilir. Gerçegi oldugu gibi kabullenemezsek, vatan, millet sevgisi adina bu tür korkularin sonu gelmez. Tersine, bugün yasamaya itildigimiz pis ve kirli bir iç savasin yüreklerimizi daglar hali devam eder durur. Bunun kime ve neye faydasi var bir düsünelim.
Bütün batili ülkelerde, özellikle yaygin göçlerin sonucu ortaya çikan filli durumlarin sonucu olarak Ana Dilde Egitim oldukça aktüel bir hal almistir. Egitim Bakanliklari, konunun uzmanlari yillardir bu sorun üzerinde arastirma yapiyor, incelemelerinin sonuçlarini kamuoyuna sunuyorlar. Bu arastirma ve incelemeler, hatta getirilen çözümler karsisinda Türkiye ayda yasiyor misali sagir sultan kesilmistir adeta. 8 yillik egitim yaygarasi ayyuka çikmistir. Oysa Batili ülkelerde 8 yillik Egitim zaten fiili olarak uygulanmaktadir. Bu ülkelerde ortaya çikan olumlu sonuçlara ragmen, bu sorunu siddetle çözmek Tükiyeye yakisiyor dogrusu!

Sekiz yıllık eğitim tartışması, çoktan bitmesi gereken veya halledilmesi gereken bir tartışma olmalıydı. Bu tartışmadan çok, ana dilde eğitim sorunu Türkiye'de gündeme gelmeliydi. Ne var ki Türkiye tam bir kamlumbağa misali yol almaktadır. Yaratılan demokrasi havarisi pozlar da, tam bir cahilin cesaretine ve havasına benzemektedir. Ana dilde eğitim sorunu Türkiye'de hala tabu bir konudur. Buna nedense el atılmamaktadır.

İsviçre'de kimi okullarda, beş öğrenci bulabilen her dil grubu o dilde eğitim görme şansına  sahipken, Türkiye'de nüfusu milyonları bulan dil grupları göz önüne bile getirilememek varlıkları bile tanınmamaktadır.
Yine İsviçre'de 36.000 civarında insan tarafından konuşulan Raeto-Roman dili ülkenin 4. resmi dilidir. Bu dili konuşan nüfus, okullarda kendi dilinde eğitim yapmasının yanısıra televizyon ve gazetelerine de sahiptir.
İngiltere'de hükümet Galler bölgesinde 500 bin kişinin konuştuğu Galce'nin geliştirilmesi için yüksek miktarda para yardımı yapıyor. Örneğin, Gal dilinde yayın yapan Gaelic TV'ye yılda 163 trilyon lira ödenek ayrılmıştır.
Bu durum, bu ülkelerde nedense bölünme sayılmayıp, tersine bölünmenin karşıtı önlemler; barış ve kardeşlik için, insan hakları için önemli önlemler olarak görülüyor. Türkiye'de ise yaratılan imaj ve paranoyalardan kimse etrafını göremiyor. Azınlıklar sorununu tartışma gündeme  getirilmekten bile kaçınılıyor! Ama neden diye sorulduğunda, ülke bölünüyor denilip kestiriliyor. Kim bölüyor, nasıl bölünüyor?.. Sonra, ülkenin bölünmesi sorgulama yapılmıyor. Köy boşaltmakla, yakmakla; insanları yerinden yurdundan zorla kovmakla bölücülük yapılmıyor da, her insanın en doğal hakkı olan, ana dilinde müzik dinlemek, gazete okumak, TV seyretmek ve eğitim yapmak bölücülük oluyyor? Tam, bilinmeyenli matematiksel bir denklem. Bu denklemi çözen  Allahın bir kulu var mı, bilemiyorum!
Demokratik ve özgür toplumlar, sıhhatli ve sağlıklı kafa yapılarına sahip bireylerin olması ile yaratılır. Bu da, düşünmenin ve yazmanın serbest olmasıyla olur ancak. Düşünceye zincir vurulduğu zaman, yazılan şeyler resmi görüşe uymuyor diye yasaklandığı vakit, özgür birey değil, köle  oluşur. Böylesi bireylerin üzerinde yükselen toplumlar da teokratik, diktacı ve baskıcı olurlar. Yaman bir devletçilik olur böylesi yerlerde. Devlet bireyin önüne dikilir her an. Bireysel kabiliyet ve beceriler törpülenir, köreltilir. İnsan kişiliği gelişemez. Dolayısıyla buralarda manevi ve ahlaki çürümeler alır başını gider. şiddet, çözümün belki de tek ilacı olarak görülüyor. Gel gör ki, yeryüzünde bu tip ülkeler kendi kendilerini yiyip bitirdiler. Bu tip toplumların geleceği olamaz. İnsanlığın uzun yürüyüşünde böylesi toplumlar yol alamazlar.
"Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul, zurna az!"...


 

|Main||media||Language||Research||Kultur/Zagon| |Email