Yeşil Kod Mahmut YILDIRIM, 22 Ocak 1995 gecesi, Ankara Emniyet
Müdürlüğüne bağlı ekiplerce, Ankara, Ulus’taki bir gece klübünden çıkarken
gözaltına alındı. "22 Ocak 1995 Pazar akşamı yemeğe gitmek üzere Dikmen Polis
Evi'nden .....'i ve ...... Belediye Başkanını, ayrıca .... otelinde kalan .......'ni
aldım.
Yemekten sonra
misafirlerimi aldığım yerlere bıraktım. En son .....'ni otele bırakıp dışarı
çıktığımda, polise ait olduğunu tahmin ettiğim 3 arabanın otelin alt tarafında
beklediğini gördüm. Beni beklediklerini anladım ve otelin hemen yanında bulunan
CANBERK Gazinosuna girdim. Gazinonun içinden aynı isimli otele çıkış olduğunu
bildiğim için o tarafa yöneldim ve otele çıktım. Yanımda bulunan çantada bir
sürü evrak vardı. Polis şimdi bunları görürse bir sürü sual sorar diye
düşündüm ve çantayı oteldeki tanıdığım görevliye emanet ettim. Bilahare otelden
çıkmayı denedim. Ancak otelin kapısı çoktan tutulmuştu. Beni aldılar ve Emniyete
götürdüler. Üzerimde ne varsa hepsini alıp tek tek incelemeye başladılar.
Yanımdaki 16'lı Cz tabanca ruhsatsızdı, onu da aldılar. Benim kimliğimde 14'lü bir
tabancanın numarası olduğundan dolayı bu silahı nereden, kimden ve ne amaçla
aldığımı sordular. Üzerimde unuttuğum ve bir süre önce bir örgüt üyesinden
aldığım eski Amed eyalet şemasıdan dolayı beni PKK masasına götürdüler, ifademi
aldılar ve bir örgüt üyesi gibi fişlediler. Arkasından sorgu başladı.
İstihbarat'dan
bir amir geldi ve odadakilere üzerimden çıkan telefon rehberindeki tüm isimleri ve
telefon numaralarını liste halinde çıkarmalarını, kim var, kim yoksa hepsini
kendisine bildirmelerini istedi. Sorgulamayı iki ayrı ekip yürütüyordu. Birinci ekip
2 kişiydi. Onlar beni YESİL olarak sorguluyorlar, kesinlikle işkence yapmıyorlardı.
İkinci ekip ise Hasan TANRIKULU olarak sorguluyor ve her türlü işkenceyi de
yapıyorlardı. Su içmem ve yemek yemem yasaklanmıştı. Sorgulamaya Orhan TAŞANLAR da
giriyordu. Benden devamlı olarak bir isim istediler, herhangi bir isim, ilişkide
olduğum, bilgi verdiğim veya görüştüğüm birinin ismi. Bu isim, K.K.K.'den,
Jandarma'dan, Özel Kuvvetlerden, Jitem'den veya MİT'ten olabilirdi. Çünkü onlar için
önemli olan polis teşkilatının üstünlüğünü kanıtlamak veya benim onları
gözümde büyütmemi sağlamaktı. Bunu kendileri de devamlı olarak ifade ediyorlardı.
Sorguya giren her memur, polisin üstünlüğünden bahsediyor ve Türkiye'de hiçbir
şeyin polisten gizli tutulamayacağını övünerek söylüyordu. Bana MİT'le ilişkimi
bildiklerini, MİT'e bilgi verdiğimden haberdar olduklarını söylediler ve ilişki
kurduğum, bilgi verdiğim kişileri sordular. Ben de bir tarihte Ankara'ya gelişimde
MİT'e gittiğimi, görüştüğümü, ancak bunun sadece bir ziyaret olduğunu, bilgi
vermek veya devamlı ilişkide olmak gibi varsayımların doğru olmadığıni anlatmaya
çalıştım. Fakat bu onlara yetmedi. Sordukları sorular karşısında ne
düşündüğümü daha iyi anlatabilmek için "ben neredeyim" diye sordum.
Gayet sakin bir şekilde "Emniyet'te" olduğumu söylediler. Ben "yani
burası Türk Emniyet Teşkilatı mı?" diye sorumu yineledim. Sorduğum soruda ki
inceliği anlamadan "doğru" diye cevapladılar. Bunun üzerine, "imkanı
yok, çünkü siz PKK ile ilişkimi soracağınıza, diğer devlet kuruluıları ile
ilişkimi soruyorsunuz, kendimi KGB'de sorgulanıyorum gibi hissettim" dedim.
Bir keresinde
Orhan TAŞANLAR'la beraber gelen bir şahıs, telefon rehberimde bir sürü isim
olduğunu, kendilerine mutlaka bir isim vermem gerektiğini, aksi taktirde benim için iyi
olmayacağını söyledi. Ben de rehberimdeki isimlerin çoğunun polis teşkilatından
olduğunu söyledim. Orhan TAŞANLAR rehberde Mehmet ÇAĞLAR'ın ismini görünce nereden
tanıdığımı sordu, televizyondan tanıdığımı, kendisini takdir ettiğimi ve
beğendiğimi, bu yüzden telefon numarasını aldığımı söyledim.
Polislerden biri,
"seni basına vereceğiz, rezil olacaksın" dedi. Elinde fotoğraf makinesiyle
bir başka şahıs geldi. Konuşmalarından onun da polis olduğunu anladım. Bana basın
mensubu gibi sorular sormaya başladı. Ona "yapacağın habere -Kral Polis- diye
başlık atarsın dedim. Nedenini sordu, "şimdiye kadar beni örgüt dahi bu hale
sokamadı ama polis bunu başardı, bunun için de bu başlığı haketti" dedim.
Asayiş Şube
Müdürü Deniz Bey, tabancamı yanındakilere vererek,"2 şarjör boşaltın, boş
kovanlarıyla birlikte getirin" dedi. Boş kovanlar geldikten sonra bana "bundan
sonra elimizdesin, bize yardım etmezsen bundan sonra ki bütün faili meçhul
cinayetlerde bu boş kovanları kullanır, seni zan altında bırakırız, herkese rezil
ederiz" dedi. Silahımı da geri vermediler. Bir seferinde 15-20 kişi getirdiler ve
beni onlara gösterdiler. Hepsi adi olaylarla ilgili zannediyorum. Yalnız bir tanesinden
korktum. Çünkü o kişiye 3 defa gösterdiler. Herhalde birkaç adi olayı benim
üzerime atmak istiyorlardı.
Beni PKK'lı
olmakla da suçladılar. PKK ile nasıl ilişki kurduğumu sordular. Ben "bundan
sonra PKK ile işim bitmiştir" dedim.
Orhan
TAŞANLAR'ı beni öldürmeleri için çok tahrik ettim. Çünkü oradan sağ çıkmak
istemiyordum. Ne var ki yapılan işkence neticesinde beni hastahaneye kaldırmak zorunda
kaldılar, daha sonra herhangi kanuni bir işlem yapmadan beni bıraktılar. Şu anda
silahım, boş kovanlarım, telefon rehberim ve parmak izlerim emniyetin elinde.
Serbest
bırakıldığım 25 Ocak 1995 Çarşamba akşamına kadar, hayatımda yaşadığım veya
yaşayacağım en kötü, en berbat günleri yaşadım. Şimdiye kadar Ankara'ya
geldiğime hiç bu kadar üzülmemiş, pişman olmamıştım. Keşke hiç Ankara'ya
gelmeseydim. Ben saf bir köylü çocuğuydum, Vatanını, milletini seven, uğrunda
canını verecek bir vatandaştım. Ama bir vatan haini gibi sorgulandım, işkence
gördüm. Buna herkes katlanamaz, dayanamaz. Nitekim ben de dayanamıyorum. Ve ben bittim,
tükendim artık. Ben bu insanlara karşı savaşamam, beni bu gibi insanlar bitirdi.
Etrafımda ki bütün adamları dağıttım, hepsini gönderdim. Bende evden dışarı
çıkmıyorum. Zaten sağlık durumum da buna müsaade etmiyor. Artık kendi kendime
sormaya başladım. "PKK niye devlete karşı savaşıyor", gerek yok ki,
onlardan önce bu devleti yok etmeye, çökertmeye, parçalamaya çalışan o kadar çok
insan var ki, PKK'nın yaptığı bunların yanında bir hiç kalır.
Sonradan
öğrendiğime göre, üst düzeydeki bazı kişiler, Ankara Terörle Mücadele Şubesinde
görevli Cihangir'e ve Baskomiser Hüseyin'e Bahçelievler'de bir kahvehane olduğunu,
buradakilerin Avrupa ile ilişkileri olduğunu ve bu işin halledilmesi gerektiğini
emretmişler. Şube Müdürü "ben bu işe girmem" diyerek faaliyete karşı
çıkmış. Daha sonra görev Asayiş Şubesine verilmiş.
Gerek
adamlarımın, gerekse benim tutuklanmam, planlı bir faaliyet zincirinin birer parçası
gibi gözüküyor. Farkında olmadan birilerinin menfaatine dokunduğumu
hissediyorum." Ankara Emniyet Müdürlüğünde 3 gün sorguya tabi tutulan ve
uygulanan sorgu sırasında kaburgaları kırılan Yeşil'e, özellikle MİT ile olan
bağlantısının kiminle ve ne şekilde olduğu sorulmuştur. 25 Ocak 1995 tarihinde
zabıt tutulmadan serbest bırakılan Yeşil'e, derhal Ankara'yı terketmesi tembih
edilmiş, aksi taktirde bunu hayatıyla ödeyeceği söylenmiştir. Garip olan, Yeşil'e,
kaçırılan iki İranlı uyuşturucu kaçakçısı ve havale edilen paralarla ilgili hiç
bir sorunun sorulmamasıdır. Yeşil'in alındığı 22 Ocak 1995 gecesi, sabaha doğru,
saat 03.00 sularında MİT Özel İstihbarat Daire Başkanı Mehmet Eymür’ün ev
telefonu çalar.
Arayan Ankara
Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar’dır.
Taşanlar
doğrudan konuya girer.
"Bizim
asayiş ekipleri, aşırı sarhoş vaziyette, pavyonda olay çıkaran Hasan Tanrıkulu
isimli bir şahsı gözaltına almışlar. Şahsın üzerindeki telefonlardan sizinle
ilişkili olduğu anlaşılıyor. Bir ekip yollarsanız şahsı size teslim edelim."
"Hasan
Tanrıkulu mu? Orhan, ben bu isimde bir kimseyi tanımıyorum. Ancak bir de ilgili
arkadaşlara sorup seni arayayım".
Eymür ilgili
personelden araştırır.
"Hasan
Tanrikulu isimli bir irtibatımız varmı? Sarhoşken olay çıkarmış, Ankara Emniyeti
almış. Tanımıyor muyuz? Yok tarifini almadım, alıp tekrar ararım."
"Orhan
merhaba, bu isimde bir kimseyi arkadaşlar da tanımıyor. Şahsın tarifi nasıl? 1.80
boylarında, sakallı, vs. Peki ben seni tekrar ararım"
"Şahıs,
1.80 boylarında, sakallı, vs, vs imiş. Kim? Tarife göre Yeşil Kod mu? Allah, allah.
Peki bunlar aldıkları adamı bilmiyorlar mı?"
Eymür, Orhan
Taşanlar'ın oyununu anlamıştır.
Gazetelere el
altından, iki İranlı'nın kaçırılması olayınla ilgili olarak Yeşil Kod'un ve
Tarık Ümit'in isimleri sızdırılmıştır. Olayda bir de para trafiği vardır.
Eymür, Yeşil Kod'a sahip çıkıp Ankara Emniyetinden aldırdığı taktirde,
müdüriyet onu muhakkak bir zabıtla teslim edecektir.
Gerisi bellidir.
MİT'in ve özellikle Mehmet Eymür'ün ismi hem kaçırma olayına, hemde para işine
karıştırılacaktır. Belgeli, zabıtlı bir şekilde.
"Orhan, siz,
bu aldığınız adamın Yeşil Kod olduğunu bilmiyor musunuz? Daha 10-15 gün önce
senin ekipler, bunun gittiği kahveyi basıp bir kaç arkadaşını almış, Yeşil'i de
aradıklarını söylemişler. Sonra bunun defterinde bizden çok sizin ve Jandarma'nın
ismi vardır. Bizimle bağlantılı olduğuna nasıl kanaat getirdiniz. Bizimle bir
ilişkisi yok, ne suç işlediyse cezasını görsün."
Taşanlar,
mantıklı bir cevap veremez, "üzerinde sizin telefonları görünce fazla
araştırmadık, size haber verdik, zaten adam aşırı alkollü" diye konuyu geçiştirmeye
çalışır. Neticede konuşma son bulur.
Ertesi günü bu
defa Korkut Eken, Mehmet Eymür'ü makamından arar. Aynı konuyu tekrarlayarak şahsı
Emniyet'den aldırmalarını ister.
Eymür, meslek
hayatında polisin bu kadar istekli bir şekilde adam teslim etme çabasına hiç
rastlamamıştır. Korkut Eken'e "Korkut, sizin birbirinizden haberiniz yok mu? Daha
dün gece Orhan aynı konuyu iletti ve kendisine bizimle alakası olmadığını
söyledim. Siz o adamın Yeşil olduğunu bilmiyor musunuz? Adamı bizzat sen
arattırıyordun. Bırakın bu basit taktikleri. Bizimle alakası yok kardeşim, ne
yaparsanız yapın" der.
Oyun
bozulmuştur.
Devam
Edecek
[Uyuşturucudan Susurluğa 1]
[Uyuşturucudan Susurluğa 2]
[Uyuşturucudan Susurluğa 3]
[Uyuşturucudan Susurluğa 4]
[Uyuşturucudan Susurluğa 5] |