DANSÖZ KIVIRMALARI / Bahattin YILDIZ

1.SAYFA
2.SAYFA
3.SAYFA
4.SAYFA
5.SAYFA
6.SAYFA
7.SAYFA
8.SAYFA
9.SAYFA
10.SAYFA
11.SAYFA
12.SAYFA
13.SAYFA
14.SAYFA
15.SAYFA
16.SAYFA
17.SAYFA
18.SAYFA
19.SAYFA

Dansöz Kıvırmaları

 

                                     1

 

 

            Ber, kendisinde ağır uyuşukluk ve yorgunluk hissediyordu. Aslında buna neden olabilecek çok fazla iş de yapmamıştı. "Eeee... Büro kurmak kolay değil,"diye düşündü.

Büyük Kentte Hukuk Fakültesi eğitimi, Mer Kentinde avukatlık stajı, askerlik görevinin bitimi ve iki aylık dinlenme sonrası, babasının; "Evi, Ad kentine taşıyacağız.... Orada mesleğine başlamanı istiyorum,” direktifi üzerine Ad kentinde büro kurmayı uygun bulmuştu Ber.

Bir yetmiş boylarında, siyah düz saçlı, ela gözlü, beyaz tenli olan Ber; fiziksel görünümüyle, pek yakışıklı sayılmasa da sempatik görüntü ve tavırlarıyla, duygusal yoğunluklu ses tonuyla, derin ve sevecen bakışlarıyla aradaki farkı kapatıyordu.

Bugün önemli bir gündü. Geçmişinde yaşadığı ekonomik sıkıntılarının acısını kat kat çıkaracağı yaşam dönemine ilk adımı bugün atıyordu. Umutla doluydu. Bir süre sonra; filtresiz sigara içmeyecek, sahandaki tek yumurtayı bir  buçuk somun ekmekle yemek zorunda kalmayacak, çorbaya; sadece ızgara öncesi ‘merhaba’ diyecek, lastiği gevşemiş külotları bekletmeksizin çöpe atıp, yenilerini giyecekti. Gözlük çerçevesi bir şekilde kırıldığında tamir ettirme gereği duymayacaktı...

Temizlikçi kadınının "Çamaşır suyu yine bitti kardeş!"

demesi üzerine düşüncelerinin  devamını getiremedi Ber.

Kadına yüzünü dönmeden "Tamam, şimdi alırım. Ama, sen de biraz idareli kullansan!..." serzenişinde bulundu.

Büro beşinci kattaydı. Bina asansörü bozuktu. Bugün dik ve dar merdivenlerden birçok kez inip çıkmak zorunda kalmıştı. ‘Kadın bilek gücünden çok deterjanla büroyu temizlemeye çalışıyor,’ diye homurdandı.

Otuz beş  yaşlarında, çirkin denemeyecek kadar güzel, siyah renkte kabarık permalı saçlara sahip, hafif şişman, esmer tenli ve işin niteliğine aykırı kot pantolon blucinden oluşan kıyafetiyle, gevezelikte hamarat; işinde tembel, ‘Yel’ isimli bu bayanı tavsiye eden kişiye de, kızdı için için. Bula bula; bunumu bulmuştu...

Yerli filmlerde geçen; genelde varlıklı evlerde temizlik yaparken bacakları ve göğüsleri her nedense açılan, çapkın ev sakini erkeğin ilgisini çeken, iştahını kabartan çalışkan temizlikçi bayan görüntüsü gözlerinin önüne geldi. Bıyık altından güldü. Görüntü öyle yoğunlaştı ki, ‘Keşke...’ diyesi geldi. Utandı... Yakıştıramamıştı kendisine... Beyninden sildi, attı. Ama bastırmaya çalıştığı tercih; genelin arzuladığındandı.

                Ber, çamaşır suyu dışında yiyecek bir şeyler de almıştı. Ofise geri döndüğünde, sert betondan oluşan yere yığılırcasına oturdu. Havanın yüksek sıcaklığı ve nemi, merdivenlerin biçimsiz olması ve günün heyecanı onu bunaltmıştı.

Yel, yapmakta olduğu temizliğe ara vererek:

"Valla, kardeş! Bu büro çok kirli. Leş gibi bırakmışlar. Verdiğin paraya da değmez. Ne büron ne iş hanı beş kuruş etmez. Daha güzel bir yer bulamadın mı?" diye sordu.

Yel’in yapısına uygun bir isim konulması gerekseydi ‘moral bozucu,’ isminden uygunu bulunamazdı... Ama yinede Bayana hak verdi. Tek salon sayılabilecek; ortasından mobilya perdesiyle ayrılarak bir sekreter girişi ve makam odası suni olarak yaratılmış, yer yer duvarlarda sıvası dökülmüş büronun, birde ufak mutfağı dışında başka bölümü yoktu. Katın koridorunda bulunan tek tuvalet, komşularla ortak kullanılmaktaydı. Dört ay taksitle kira ödemesini kabul ettirebileceği daha ucuz başka bir yer bulamamıştı. Kısmetse bir sene sonra daha güzel bir yere; belki mülkiyetini alarak geçerim, umuduyla kendisini rahatlattı.

                Ber, iki ayrı pakette bulunan kıyma kebap ve yeşillikten oluşan yiyecekleri; yere serdiği gazete parçalarının üzerine dizdi.

Yel’i "Yemekten sonra devam edersin," diyerek davet etti.

Yel’in iki elini kullanarak kavga edercesine yeme şekli; Ber’in iştahını daha da artırdı. Yedikçe açlığını daha çok fark ediyordu. Oluşan sessizliği bozma amacıyla soru yönlendirecekken Yel buna fırsat tanıma-dı.

Ailesel, bireysel her türlü sıkıntılarını, çalışmak zorunda kaldığını, evdeki çocuklara kendisinin baktığını, ayrıntılarıyla anlattı... Hayatı, onun meslektaşlarının çoğunluğuyla örtüşüyordu...

"Müşterilerim işimden çok memnun kalıyorlar. Bana abone oluyorlar. Bu nedenle epey çevre yaptım,” Bu arada Ber’i süzüyordu. "Yeni başladığına göre hem işe hem de paraya ihtiyacın vardır. Çevreme reklamını yapabilirim."

"Yel’in “ukalalığının sınırı yok, kendisini ne sanıyor?..." diye düşünmesine rağmen "Teşekkür ederim," dedi mırıldanarak.

Yel’in noktasız, virgülsüz sorularını birkaç kelimelik yanıtlarla karşıladı.

Yel, samimi bir atmosfer yaratma isteğiyle "Çevremde tanıdığım bekar kız çok!... Evlenmek istersen tanıştırabilirim. Seni sevdim. Buranın yabancısısın. Harcanmanı istemem," dedi. 

Ber, başını eğerek,  "Evliliği düşünmüyorum," dedi.

Yel, yanıttan hoşnut kalmıştı. Ağzını, aralarında yemek artıkları olan dişlerini gösterecek kadar yayarak, gülümsedi.

"Beyimiz, evleninceye kadar diğer açlığını nasıl giderecek?...”

Ber, bu soruyu yanıtsız bırakmıştı. Yanıtını kendisi de bilmiyordu. Ama mutlaka bir arkadaş edinecekti...

Her ikisinin önünde yiyecekten eser kalmamıştı. Yağlardan, artıklardan kirlenmiş gazete parçalarını  birbiri içine koyup, katlayarak siyah poşetin içine koydu Yel.

"Kadın galiba bir tanıdığını önerecek," diye düşündü.

Bu arada kendisine iyice yakınlaşarak, "Yaşamış uluların kendilerinden yaşça geçkin veya küçük kadınlarla evlenmiş olduklarını... Evlilikte yaşın çok önemli olmadığını... Kendisinin dul olmasına rağmen çocukları nedeniyle birçok evlilik teklifini reddettiğini," bağlantısız geçişlerle ve hiçbir alçakgönüllülük gösterisinde bulunmadan nice reklamcılara taş çıkartırcasına, bir çırpıda anlattı.

Bireyin psikolojik,  biyolojik ve birçok eksik yönlerinin ancak karşı cinsle tamamlanabileceğini, anlam kazanabileceğini Ber biliyor ama bu gereksinimleri için de mutlaka evlenmesi gerektiği koşulunu kabul etmiyordu.

Yel’in gözlerindeki iştahlı bakışları görebiliyordu. Karnı aç birinin iştahlı bakışlarına benzemiyordu. Kaldı ki önündeki yiyecekleri silip süpürmüştü.

Ani ve beklenmedik bir hareketle  Ber’in sağ elini avuçlarına aldı. Okşamaya başladı.  "Ellerin narin ve güzel... Okumuş erkeklerin elleri nedense hep ilgimi çekmiştir"

                Ber, nasıl bir tepki göstermesi gerektiğine karar veremedi. Sessiz duruşlardaydı.

Bu duruşu Yel’e cesaret vermiş olmalı ki bu kez elini Ber’in bacaklarının üzerine koydu. Elini pantolondaki tozları usulca alırmışçasına bir kaç kez götürüp getirdi.

Son davranışı Ber’in ürpermesine neden olmuştu. Terleyen eli özgür bırakıldığında rahat nefes aldı.

Kocaman eller, bu kez cinsel organına okşamalı baskılarda bulunmaya başladı. Yüzünde oluşturduğu halden anlarım  mimiğiyle, "Askerden geleli kısa bir süre olduğuna göre bayağı dolusundur," dedi.

                Ber, hala bir karara varamamıştı. Oturma pozisyonunda hareketsiz kalakalmıştı. Kararsız kaldığı bu tür durumlarda, olayı akışına bırakma gibi bir kolaycılığı vardı. Belki bu da  tipik bir karar ve davranış biçimiydi onun için ...

                Yaklaşık on aydır ilk kez bir kadınla bu kadar yakın temastaydı. Ayrıca senaryo düzenlemesine ve uygulamasına da gerek yoktu. Hatta olumlu tepki verme gibi bir aktivitede bulunmadan ‘Bekle, gör!’ hallerindeydi.

Zorunlu askerlik görevi sürecinde özelde cinsel açlıktan kaynaklanan sıkıntı ve bunalımlarından kurtulmak için tüm yönleriyle mükemmel olan hayali bir kadın yaratmıştı beyni.

Hayalindeki tiplemeyle, karşısındaki kadın arasında aşırı aykırılık olduğunu düşündü. Onla birliktelik askerlik süresince boş anlarında düşlediği hayali dişiye ihanet etmek anlamına geliyordu. Buna rağmen biyolojik salgıları, bunları  dinleyecek gibi görünmüyordu. Hormonsal motivasyonlu düşüncesi; ‘Sadece şimdilik... Bir kezden bir şey çıkmaz... Neyi bekliyorsun?...’ gibi dayatmalarla benliğini baskı altına almaya çabalıyordu.

Yel’in elini kavradı. "Lütfen!..." diyerek organında dolaşan eli kendisinden uzaklaştırdı. Yapmacık olduğu açık, zorlamalı erotik bir sesle,"Bana nağme yapma!" dedi Yel. "Sen de istiyorsun... Titremelerini hissediyorum... Organın, pantolonu patlatacak kadar irileşti. Hala Kız gibi, nazlanıyorsun."

Yel, önceki hareketleri yineledi.

Ber, eli organından ayırmak için tekrar kavradı. Ama bu kez eli kendinden uzaklaştıramadı. Kavradığı eli bıraktı. Yenilmişti... Bu yenilgi Yel’e değil arzularınaydı. Benliğini sıcak arzular esir almıştı. Bu arada Yel, Ber’in fermuarını açtı. Kemerini çözdü. Pantolon düğmesini kopardı... Sırasıyla üzerindeki her şeyi aldı. Ber, şimdi çırılçıplaktı. Yel, onu çıplaklıkta yalnız bırakmadı. Zemine serili gazeteler üzerine uzattığı Ber’in çıplak vücuduna kocaman bedeniyle abandı. 

Ber, konsantrasyonunu Yel’in ellerini dolaştırdığı bedenindeki kısımların sinir uçlarına bıraktı.

 

 

                                                                              ***

 

 

                Başlamak; bitirmektir. Bir süre sonra işledikleri suçun kanıtlarını yok etme telaş ve stresiyle hareket eden iki kişi gibi kıyafetlerini çabucak giyindiler.

Üstünde verilen bedensel uğraşlar neticesinde küçük parçalara bölünmüş ve bir kısmı ilişki sonrası organ temizliğinde kullanılmaktan yamyaş olmuş, üzerinde büyük puntolarla “Ekonomi Düze Çıkıyor!” yazılı gazete parçalarını çöp kutusuna atmak üzere siyah poşete koydular.

Cinsel arzuları benliğini serbest bırakmıştı. Ama bu kez suçluluk psikozlu olumsuz duyguların benliğini sardığını hissetti. Bu duyguyu tam olarak kavrayamıyordu. Biraz pişmanlık duygusuna benziyordu. Ber’in yabancısı olmadığı duyumsamalardı. Bu tür duyumsamalarla her yüzleşmesinde kaynağını oluşturan  eylemlerinin ‘hatalı’ olmadığı yönün-de kendisine telkinlerde bulunur, genelde geçici başarılar elde ederdi. Fakat koşullar uygun olduğunda, aynı duygular tekrar karşısına çıkıyordu..

Oluşan bu olumsuz duygusal yoğunluğu ‘pişmanlık’ kavramıyla açıklamak da yeterli değildi. Hatta yokluk, hiçlik, boşluk gibi soyutlamalardan daha üst kavramlar kullanması gerekiyordu. Bu ve benzeri olumsuz duyguları ortaya çıktığında yok edilmesi zorunluydu. İçsel birikim genelde süratli bir şekilde fizyolojisine atlama yapıyor; beyninin ağrıması, bacaklarının sertleşmesi, yutkunmada solumada, konuşmada güçlük ve halsizlik,  gibi fiziksel yansımalar ortaya çıkarıyor-du. Çözümlemek için tanımlanması gerekiyordu ve Ber yıllardır tanımlama safhasını atlayamamıştı.

"Yel’den uzaklaşmak için bürodan hemen kaçma," isteği içini kapladı. Bu İsteğe;"Saçmalama!” dedi içselinde.

                "Yel! Bürodaki temizlik yeterli... Sen de her türlü çok yoruldun," diyerek farklı bir yol denedi. 

"Nasıl istersen... Patron sensin!..." dedi Yel.

Ondan beklemediği, rahatlatıcı bir yanıt almıştı. Temizlik konusunda anlaştıkları bedelin üzerinde  Yel’e ödeme yaparken, bir an içinden geçen-leri Yel’in anladığı utancına kapıldı...

Yel, ayrılmadan önce Ber’in yanaklarına tükmüklü bir öpücük kondurdu. "Arada yine ziyaretine gelirim,” dedi, göz kırparak.

Yel’in bürodan çıkarken çarptığı kapının tam olarak kapanıp kapanmadığını kontrol etti. Geri kalan temizlik işleri için kolları sıvadı...

 

 

                                                                              ***

 

 

 

                                                                     2                                                                  

 

 

                Ber, avukatlık mesleğine başlangıç yaptığı günden itibaren yaklaşık dört aylık bir süre geçmesine rağmen doğru dürüst bir iş alamamıştı. Yakın akrabalarıyla ve onların gönderdiği sadece danışıp bir daha dönmeyen birkaç kişi dışında pek ziyaretçisi de olmamıştı.

Babasının çok önceden bir başka iş için vermiş olduğu vekaletname-ye dayanarak ondan izinsiz, habersiz bankadaki hesabından çekmiş olduğu az miktarda para bu süre içinde yeme, içme gereksinimleri, büro kirası ile büro mobilyalarının iki  taksiti ile erimişti. Ber şimdi ve bir haftadır peş parasızdı...

Ekonomik yönden güç şartlarda yaşayan, gündelik işlerde çalışan amcasının evinde daha ne kadar süre kalabilecekti?... Onlara yük olmanın derin sancılarını sürekli içinde taşıyordu. Yengesinin, borca yaptığı alışverişlerle düzdüğü akşam sofrasından aldığı her  lokma boğazında düğümleniyordu sanki. Üstelik bir haftadır her gün dolmuş parasını da onlardan almaktaydı. Her gün olumlu bir sürprizle karşılaşacağı umuduyla vardığı bürodan yine parasız eve dönmek onu kahrediyordu.

Bu düşüncelerde yoğunlaşarak büroya vardığında vakit öğlendi. Kapıyı yeğeni Mus açtı. Mus, Ber’in koltuğa kurulmasından sonra  saygıyla karışık alaycı bir ses tonu ile arayanları sıraladı."Baban... Büro sahibi... Mobilyacı... telefonla aradı. Bir de Yel abla geldi. Biraz oturdu, sen gelmeyince gitti. Aramanı bekliyor."

                Ber, listede geçen isimlerin kendisini neden aradıklarını gayet iyi biliyordu. Mobilyacı ile büro sahibi iki aya yakındır sürekli ertelettiği taksitleri... Babası ise durumu düzeltmişse para göndermesini anımsata-caktı. Babasının istemi hem yardım, hem de bankadan almış olduğu paranın iadesi içerikliydi. Babası, kendisine vermiş olduğu sözü tutmamış evi Ad kentine taşımamıştı. Neden olarak ekonomik yetersizliğini belirtmişti. Şayet kendisine iyi bir iş bulabilirse ancak gelebileceğini de eklemişti.

El kentinde müteahhitlik yaparken bölgenin en zengini olan babasının iflas etmesi nedeniyle köyüne taşınmak zorunda kalmasına,  düştüğü konuma hem kendi adına, hem de ailesi adına üzülüyordu. Ama şimdilik yapabileceği bir şey yoktu. Kendi parasal sorunlarını dahi çözememişti.

                Mus,"Evden yemek getirmiştim, Servis yapayım mı?" diye seslendiğinde düşüncelerinden sıyrıldı.

"Sen bilirsin," dedi  mahcup ve istekli duruşla Ber.

                Mus, kuru fasulye ve bulgur pilavından oluşan yemeği hazırlamaya giderken  Ber, Yel’i aradı. Telefonun karşısındaki ses Yel’e aitti. Ber’in  ‘alo,’sunun devamını beklemeden sözü aldı. "Avukat bey, nerelerdeydin? Sabah geldim, seni bulamadım..."

Ber, sarma tütün sigarasından çekmiş olduğu bolca dumanı dışarı salıvermeden konuşmak isteyince tıkandı. Öksürüklerini engelleyemedi.

Bu öksürük sesleri Yel için  şefkat ve ilgi gösterisinde bulunabilme bahanesi yaratmıştı. "Canım, hasta mısın?"

Bir taraftan kesik kesik öksürürken "Sigara dumanından," diyebildi Ber.

"Sana kaç kez sigarayı bırak! Ciğerlerine yazık! demiştim. Ama dinleyen kim?...

"Hayırdır? bir problem mi var? ‘Beni acilen arasın,’ diye not bırakmışsın..."

                Ber, bir taraftan da Yel’in cinsel birleşme için randevu istemesi halinde bu kez ne tür bahaneler uydurabileceğini düşünüyordu. Onla birliktelik bir kabusu yaşamak gibiydi. Onla olmaktansa güvenlikte işkence çekmeye, kırbaçlanmaya, vücudunun lime lime doğranmasına razıydı. Tekliflerine hayır demesine rağmen bir şekilde yine etkiliyordu kendisini. Birkaç kez yinelenen sert ve zamansız ilişkiler sonrası çektiği psikolojik ve bedensel acıları yine anımsadı. Onun dişleyerek kanattığı yerler yine kabuk bağlamıştı. Kalın solumaları kulaklarından hala silinmemişti... Son birlikteliklerinden sonra bu kez onla ilişkiye girmemeye tüm sevdikleri adına yemin etmişti.

                Yel, niçin arandığına dair Ber’in sorusuna yanıt vermek yerine "Canım, işler nasıl?..."diye sordu.

"Bombok!"

                "Artık o dediğinden olmayacak..." dedi Yel. Kendisinin de çevresinin de birçok işi olan biriyle tanıştıracağım... Durumunu, güvenilir biri olduğunu anlattım ona... Senle görüşmek istiyor... Kim, biliyor musun?" Yanıtsız kalacağını bile bile bekleyen Yel, konuşma hızını düşürdü, alçak bir sesle: "Kentimizin patronu, babası; ‘Maf’. İki yıldır her hafta sonu Ofisinin genel temizliğine giderim... Beni sever, sayar. ‘senin güvendiğine ben de güven duyarım,’ dedi. Ayrıca  Avukatlarından  pek memnun değillermiş.

                Ber için bu çok güzel bir haberdi. Bir şeyler olacağına, önünün açılacağına dair sönmek üzere olan umutları yeniden canlandı.

                Yel,  sözünü ettiği ‘Maf,’dan randevu alabilmesi için telefon numarası verdi. "Bu kıyağımı da unutma!... İşlerden elde ettiğin paralardan bana da bişeyler ayırırsın herhalde... Yakında görüşürüz. Bu kez bahane istemiyorum!"  diye ekledi.

                Ber, müjdeli habere çok keyiflenmişti. Telefonu kapadıktan sonra; yeniliğini ve bildik kokusunu halen kaybetmemiş koltuğa sırtını iyice yasladı. Haberi iyice duyumsamalı ve özümsemeliydi.

Aniden içinin bir kıyısında nedensiz bir  kuşku dalgasını algıladı. Hiç istemediği halde çoğu zaman  içinde yaşadığı olgulardan biri de buydu; sevinçli durumlarda bile sıkıntı ve kederi birlikte algılamak.. Zıtlıkları yaşamak, duyumsamak... Sürekli yinelenen bu duruma çokta takıntılı değildi. Bu durumundan daha kötüsü olamazdı. Kaybedeceği bir şey yoktu.

Mus‘un yemek çağrısı üzerine sigarasını büyük küllükte söndürüp doğruldu. Sehpanın kenarındaki ufak tabureye ilişti. Yemeğin kokusu ve rengi ‘Özenilerek yapıldım,’ diyordu sanki. Yemeğin kokusu ve görüntüsünden kalitesini anlamak Ber’in yıllarca ailesinden uzakta yaşayıp yiyeceğini bizzat kendisinin yapmasından kaynaklanan yetiydi.

Atıştırırken bir taraftan da  Mus’u düşünüyordu...

Yirmi yaşlarında, lise öğrenimini iki yıldır bitirmiş, üniversite sınavında şansını son kez deneyecek olan bu şahıs, babasının halasının oğlunun oğluydu. Kısa boylu, yüzü çilli, hoş ve tatlı bir çehreye sahipti. Töre gereği kendisine ‘dayı’ diye hitap etmekteydi.

Mus’un babası yanına daktilo öğretmesi, ufak tefek harçlığını vermesi, arada ders çalıştırması, ortam görüp gözünün açılması için gönderiyordu... Buna karşılık büroda yapılması gereken çay, ufak temizlik işleri, telefonlara bakma, not alma gibi işleri yapması konusunda aralarında sanki gizli bir sözleşme yapılmıştı... Sonuçta bu durum Ber’e de uygundu... Mus fazlasıyla ve istekli çalışıyor olmasına rağmen Ber kendi üzerine düşen bazı sorumlulukları ekonomik yetersizliği nedeniyle yerine getirememenin içsel baskısını yaşıyordu.  Harçlık veremediği gibi Mus’un evinden getirdiği yemeklerden, tütünden faydalanmaya başlamıştı. Hatta bazen geri dönüş dolmuş parasını dahi “Sonra fazlasıyla öderim,” yinelemeleriyle alır olmuştu. Ber, “Bunlar; geçici durumlar, ileride açığı kapatırım,” diye kendisini ve Mus’u teselli edip telkinde bulunsa da; çok geçmeden telkinlerin etkisiz kalacağını biliyordu.

Bu kentte doğup, büyüyen Mus’a; Yel’in sözünü ettiği Maf’ı sordu. Mus; Maf hakkında tahmininden fazla duyum ve bilgi sahibiydi. Arada yutkunarak ve geniş gözlerini daha açarak heyecan dolu bir sesle anlattı... "Onun el attığı insan her yönüyle yükselir." diyerek, "Yinede dikkatli olmasını; onun risk taşıyan biri olduğunu," ekleyerek sonlandırdı.

 

 

                                                                              ***

 

                                                                                 3

 

 

                Ad kentinin, Eski Ad kenti olarak da nitelendirilen "Ölüm sessizliği mahallesinde" ki daracık çıkmaz sokağın sonunda bulunan ‘Eski Eserleri Koruma Yönetimince’ koruma kapsamına alınmış olan ve görenlere ‘yıkıldı, yıkılacak’ endişesi veren üç katlı, pencereleri; cam yerine tahtalarla kapatılmış ahşap bina...

Çevre sakinleri, birilerinin oturduğunu yıllardır görmemiş olmalarına rağmen sanki  birilerinin bu binayı kullandığı konusunda yaygın bir kanı taşıyorlardı...

                Bu binada oturmak veya buna sahiplenmek isteyenler, bir şekilde amaçlarını gerçekleştirememişlerdi. Bu binayla ilgili birçok efsaneler üretilmişti.

Bu ilgi çekici anlatılardan biri de iki tinerci genci konu alıyordu. Gece soğuktan ve yağmurdan korunma amacıyla  olsa gerek eve giren bu iki gencin cesetleri sabahleyin binanın önünde bulunmuştu. Normalin çok üzerinde açık olan gözlerinden ve kulaklarından akmış olan kanlar ve yeşile dönüşmüş ten rengiyle bu iki cesedin korkunç görüntüsü yıllarca kentte konuşulmuştu. Güvenlik araştırmalarında, Yargı denetiminde yapılan doktor  otopsisinde ölüm nedeni tespit edilememişti. Olayın cinayet olup olmadığı netleşmediğinden şüpheli de aranmamıştı.

Eski Ad da bulunan çoğu eski binalar, taşınmaz mafyasınca bir şekilde geceleyin sessizce yıktırılmış, daha sonra yeniden aslına uygun  yapacağız vaadiyle  Kent Yerel İdaresinden (bir takım ilişkilerle) izin alınarak kullanım amaçlarına uygun şekilde yapılmıştı. Bu bina ise aynı kaderi paylaşmamıştı. Belki de aynı sona uğramayı kabul etmemişti.

İşçiler saatlerce kazma, balyoz sallamalarına rağmen on santimlik kadar bile yıkıntı oluşturamadıkları gibi, getirttirilen birkaç değişik iş makineleri ise amacı gerçekleştiremeden sürekli arıza yapmışlardı.

Mahalle sakinlerinin duyumsamaları gerçekten uzak değildi. Fakat aralarında sessiz iletişim sağlayan varlıkları fark edememeleri normaldi. Çünkü sessizlik ve gizlilik onların temel ilkeleriydi.

Yerel Düzenleyiciler, İzleyiciler ve Uygulayıcılar Grubundan bir kısmının barındığı bu binada yaşanan iletimsel diyaloglar yine tüm hızıyla ve sessizce sürmekteydi.

 

İz.01.Ber.3,  İz.01.Ber.2’ye "Bu son olay Düzenleme Raporuna uymuyor, iletisinde bulundu."

                İz.01.Ber.2;"Biraz önce Düzenleyici Grubuna bunu sordum. ‘Çok önemli olmadığını, Düzenleyici Raporlarında çok ender görülen ayrık sapmalardan biri olabileceğini’  ilettiler," diyerek yanıtladı.

İz.01.Ber.4; "Düzenleyiciler bu basit insana neden bu kadar değer veriyorlar?... Kent de bulunan insanlar için düzenlenmiş rapor kitapçıklarında bazılarının ‘Risk Taşıyıcısı,’ işaretli olmasının mantığı var. Ama bu çocuğun halen ne türden bir risk taşıdığını algılayabilmiş değilim," dedi.

                İz.01.Ber.1 ; "Gelmiş raporlara ve izlenimlere göre bu yargıya varıyorsun. Gelecek raporlarda bunun nedenlerini  anlayabileceğimizi sanıyorum," dedi.

                İzleyiciler Grubu Üyeleri, aralarındaki iletişimlerde bazen kendi kendilerine düşündükleri kanısına kapılırlardı. Astlık üstlük sıralamasında aşırı fark göstermeyen İzleyiciler arasındaki diyalog, bilineni karşısında-kine bildirimden öteye geçmese de anımsatıcı oluyordu. Tıpkı bir insanın hafızasında yer alan bir bilginin ortaya çıkması, parçaların birleştirilmesi, kurgusu, sentezi gibi bir şeydi aralarındaki iletişimin yararı... İzleyiciler, diyalogu bırakıp yeni gelen raporlar ile almakta oldukları izlenimleri karşılaştırmaya kaldıkları yerden devam ettirmeye başladılar.

 

 

                                                                              ***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

4

 

 

                Ber, evinin yakınında bulunan durakta dolmuştan indi. Biran önce evine varmak istiyordu. Bugün çok çalışmış ve çok yorulmuştu. Ilık suyla alacağı duştan sonra yumuşak kanepesine uzanacak, ayaklarını yukarı kaldırıp televizyon seyredecekti. En verimli dinlenme şekli buydu onun için.

Birden marketten alışveriş yapması gerektiğini anımsadı. Son iki aydır haftada en az üç kez alışveriş yaptığı Dur-Al isimli markete girdi.

Sürekli alışverişlerinden dolayı Market elemanları kendisini tanıyorlardı. Öyle ki; "Beyefendi! Bu sana yaramaz!... Şunu al!... Yarın tazesi gelecek!..." şeklindeki diyaloglara kadar varmıştı samimiyetleri.

Ama yine de büyük marketlerde yapılan alışverişler kadar rahat değildi. Reyonları gezerken yardımcı olma, ilgi gösterme anlamında yanında gölge gibi dolaşılması Ber’in pek hoşuna gitmiyordu.

Bu marketten alışveriş yapmasının oturduğu yere yakın olması dışında, bir başka nedeni daha vardı. O da market çalışanlarından ‘Markız,’ isimli kızdı. Markız; enfes bir fiziğe, sempatik görüntüye, derinlik ve huzur veren iç gıdıklayıcı bakışlara, devamlı gülümseyen harika bir yüze sahipti. Reyon düzenleme işi yapıyordu. Ber, kısa sürse de onu görmekten, ona yakın olmaktan sanki enerji alıyordu. Onunla göz temasını uzatmak için her alışverişte ürünlerle ilgili gereksiz birçok  soru yönlendiriyordu ona...

Bu kez uzun süren alışverişine rağmen markette görememişti onu. Diğer elemanlara sormasının uygun olmayacağını düşündü. Bu arada bir çok gerekli olmayan ürünlerde almıştı. Market çıkışında bundan dolayı kendisine sinirlendi.

Marketçilikte yeni teknikler, çekici sergilemeler, reyon düzenlemelerin etkisiyle, müşteriler gerekli gereksiz şeyleri alırlar, çıktıklarında ise genelde büyü bozulur ve pişmanlık duyarlardı. Fakat Ber’in gereksiz ürün almasının en önemli nedeni Markız’ı görme umuduyla zaman geçirmesinden kaynaklıydı. Aksi halde boşa beklemek dikkat çekici olacaktı.

Ağırlığından, poşetleri taşımakta zorlanıyordu.

Yolun karşısına geçmek üzereydi ki "Beyefendi!" seslenişini duydu. Ani bir refleksle sesin geldiği yöne doğru başını çevirdi. Sesin sahibi

yabancısı olmadığı biriydi. "Tanrım! Bu O!..."

Ses sahibi yanına iyice yaklaşmıştı.

Ber, yanıtı  heceleyerek, yutkunarak çıkarabildi."E... fen.. dim!” 

"Gideceğiniz yere kadar yardımcı olayım," dedi sesin sahibi kadın. Hafiften gülümsedi. "Poşetler sizi bayağı yormuşa benziyor."

Ber’in ağzından "Ya sorun değil, alışkınım..." sözcükleri dökülecek-ken, içinden "aptallaşma!" diyerek kendisini frenledi ve "Size zahmet olmasın?..." sözlerini tercih ederek, elindeki poşetlerden birini Markız’ın alması için uzattı.

Havadan sudan konuşarak eve vardılar. Ber, belki de ilk kez bir mesafenin bu kadar çabuk sonlanmasına içerliyordu. Bacaklarının titremesini engelleyemiyordu. Market kızıyla bir bağlantı kurabilme, yakınlaşabilme anlamında bundan iyi bir fırsat daha yakalayabileceğine ihtimal veremiyordu. Değerlendirmeliydi... Aksi halde; arada mırıldandığı "Kaçan fırsat elden uçmuş..."şarkısını daha bir anlamlı söylemek zorunda kalacaktı.

Bu arada oturduğu apartman dairesinin bulunduğu üçüncü kata; asansörde birbirlerini süzerek varmışlardı. 

Anahtarını çıkarırken bir taraftan da elinde bulundurduğu poşeti bırakıp hemen geri dönmemesi için Markız’ı lafa tutuyordu...

                "İmkanı yok!... Size en azından bir kahve ikram ederek teşekkür etmek istiyorum... Rica ederim...Lütfen!...  Hatta ısrar ediyorum," kısa ve kesik cümleleri serisel akışlarla sunuyordu.

Markız, ısrarlı davete kibar bir üslupla  ret yanıtlarında bulunuyordu. "Marketten bir saatliğine izin almıştım... İzin saatim bitti.... Belki başka zamana..."

Ber’in "Sadece on dakika kaybınız olacak," şeklindeki tekrarlı ısrarlarına en sonunda dayanamayarak davete uydu.

Ber, Yel kanalı ile tanışmış olduğu Maf’ın ve onun referansıyla çevresinden bazılarının verdiği işler karşılığı elde ettiği avukatlık komisyonlarıyla, maddi durumunu kısmen de olsa düzeltebilmişti. Aylardır evlerinde kaldığı amcasını ve ailesini daha fazla rahatsız etmemek, bunun yanında kendisini daha özgür hissedebilmek için lüks denebilecek bu daireyi iki ayı aşkın süre önce kiralamış, gerekli  standart ev eşyalarını da almıştı.

                Kahveleri Ber hazırladı. Markız, acele çıkması gerektiğini her haliyle anlatıyordu. Ber, sayılı dakikalar içinde kısaca kendisini anlattı. Markız ise ayrıntıya girmeden kendi evlerine yakın olan markette altı aydır çalışmakta olduğunu, lise öğrenimini iki yıl önce bitirdiğini, maddi imkansızlıklar nedeniyle kazandığı Büyük Kent Üniversitesi Hukuk bölümüne okumak için gidemediğini, belirtti.

                Markız, kahvesinde kalan son yudumu içtikten sonra fincanı ters çevirdi. Gözlerini Ber’in gözlerine dikerek gülümsedi. "Kahve yapmayı iyi becerebildiğinize göre kahve falıyla da aranız iyi olmalı..." dedi. "Falıma bakarsanız sevinirim... Ben çıkmak zorundayım. Sonra anlatırsınız bana, olur mu?..."

Markız’ın bu sözleri üzerine "Tekrar görüşebilir miyiz?" teklifinden vazgeçti. Ev ve Büro telefonlarının yazılı olduğu pusulayı Markız’a verdi. "Falınızı öğrenmek için bu numaraları arayabilirsiniz," dedi göz kırparak. Kısa süren muhabbet olumlu ve umut vericiydi.

                Markız’ı asansöre kadar uğurladı.

                Kapıyı kapadıktan sonra günlük kıyafetlerini çıkardı. Üzerine rahat bir şeyler giymeliydi. Sonra vazgeçti. "Hava çok sıcaktı ve evde kimse yoktu..." Çıplak haliyle kaldı. Tek başına kaldığı anlarda çıplak kalmayı tercih ederdi. Kendisini daha doğal buluyordu. Bedeni nefesleniyordu. Duş alma, tuvalete gitme gibi durumlarda avantajları  dahi oluyordu...           

                Kaliteli sigara paketlerinden birini açtı. Sigarasını yaktıktan sonra kanepeye uzanıp Markız’ı düşünmeye başladı. Düşü bile heyecanlandırıyordu Ber’i.

                Bir süre sonra mutfağa yöneldi. barbunya pilaki içeren  konserveyi açtı. Vakumlu yoğurtla birlikte iştahla yedi.

 

 

                                                                              ***

 

 

                Dibi görünmeyen, derin ve karanlık bir kuyunun geniş ağzından bakıyordu. Elleriyle sımsıkı taşlara tutunmuştu. Buna rağmen düşme korkusu esir almıştı sanki kendisini.

Başı dolandı. Karanlık; kendisine çekiyordu...

İçinden kayan bir şeylerin... Benliğinin, ruhunun karanlığa düştüğü-nü, hissetti. Bedeni hala kuyunun ağzından dip karanlığı gözlüyordu. Aniden bedeni de takip etmeye başladı kendisini... Ruh ve beden yarış halindeydi sanki.

.Sürekli aşağı düşüyorlardı. Düşüş bir süre sürdü Yavaşlayan ruh hızlanan beden bir noktada birbirlerini sarmalayıp yoğunlaştılar.

Ber’in beden ve ruhtan oluşan varlığı düşme esnasında tutunacak bir şeyler bulabilme amacıyla her iki elini açıp kapatıyordu... Bir türlü dibe varamıyordu. İçinde, bir taşıtın tümsekten inişe geçişi anında bir yolcu kalbinin hoş olması türünden duygular oluşuyordu. Karanlık; arada değişik görüntüler sunuyordu. Korkularıyla yüzleşiyordu. Ve korkuyor-du...

Ber, gözünü açtığında yataktan yere doğru düşmek üzere olduğunu fark etti. Kendisini geri çekti.

                Bu rüyayı küçüklüğünden beri sürekli görüyordu.  Buna rağmen ilk kezmişçesine korkutuyordu kendisini. Terden sırılsıklam olmuştu.

                Uykusu kaçmıştı. Bir sigara yaktı. Sırtüstü uzandı. İçine çektiği dumanı kesik kesik tavana doğru üfledi. İçeriğini hatırlamadığı rüyalar, hatırladıklarından daha çoktu... Hatırladıkları rüyaların içeriği de genelde pek iç açıcı değildi. Gördüğü rüyanın içeriğinin olumlu olup olmaması günsel psikolojisini o doğrultuda etkiliyordu Ber’in.

Rüyalar hakkında yeteri kadar bilimsel araştırma yapılmamış olması bilim adına utanç vericiydi. Ölüme benzeyen uyuma ile dirilişe benzeyen uyanış arasında oluşan rüyaların şifresi, kaynağı çözülmeliydi. Elde edilecek bulguların yaşam ile ölümün sırrını anlamaya yararı olabileceğine inanıyordu. .

                "Ölüm" düşüncesi kendisini irkti. Gece yarısı düşünecek başka bir konu yokmuş gibi...  Kendisini eleştirdi.

Buna rağmen düşüncelerinin devamını  engelleyemedi...

                "Ölüm" olayının benim içinde gerçekleşeceği kesin. Buna rağmen ölebileceğime inanamıyorum. Ölüm korkusu nedeniyle bu düşünce bende oluşmuş olabilir. Ölüm benim için, belki de herkes için bir israf, mirasyedi harcaması, olmaması gereken bir olgu. Tıpkı güzel bir binayı özene bezene inşa edip yıkma gibi. Ölüm, başka olumsuzluklar dışında en önemlisi emeğin, emeklerin israfıydı... Ölen kişinin anne babasının "Ne emeklerle büyütmüştük," deyişi bunun toplumda da yerleşik bir kanı olduğunun örneğiydi. Kendisine anne ve babası başta olmak üzere pek kimsenin  emek vermediğini anımsayarak "Kendi ölümüm, benim emeğimin öncelikle ve çoğunlukla  harcanması, boşa atılması..." diye düşündü.

Bu yönüyle kendi gelişimiyle ilgili birçok projelerden vazgeçmişti. Ama bir yönüyle "Hayatı anlamlı kılmak ölümü öldürmekten geçer." özdeyişi vardı. Bu özdeyişi ise kendisine hala özümsetememişti.

Ölümden aşırı korku ölümü çağırmaktı... Tıpkı bir suçlunun her an yakalanabileceği endişesiyle sonunda dayanamayıp güvenlik güçlerine teslim olması gibi...

Hayata aşırı sevgi taşıyan birey yaşamdan istediğini bulamadığında ölümünü çağırır, bazen intihar ederdi.

"Mutlaka düşünmem gerekiyorsa başkaca güzel şeyler düşünmeliyim" diyerek silkindi Ber.

Markız’ı düşünmek en güzel şeydi. Markız’la ilişkiyi geliştirdiğini, hatta onu yanında hayal etmeye başladı. Çabuk noktalanmayan uzatmalı sevişme sahnelerini kafasında canlandırdı. Bu hoşuna gitmişti. Uyku rehaveti çöktü...

 

Zil sesi duydu. Bakmaya niyeti yoktu. İnadına ısrarla çalıyordu.

Ber, gözlerini açtı. Karanlıkta bir çift göz görüyordu. Işık parlaklı-ğında iki göz. İki mavi göz. İrkildi, titredi.  Tüyleri diken diken oldu. Vücudunu kabarık ürpertiler sardı. Gözlerini kırpıştırdı. İki eliyle iki gözünü ovuşturdu. Görüntü kaybolmuştu. "Galiba halüsinasyon gördüm," diye düşündü. Fakat o kadar gerçek gibiydi. Bakışlar içine kadar inmişti sanki.... Sakinleşmek için bir sigara yaktı.

Telefon hala çalıyordu. Usulca kalktı. Ahizeyi hışımla aldı. Telefonda ki bayan sesi tanıdık gelmedi.

"Kiminle görüşüyorum?" sorusuna;

"Siz kiminle görüşmek istiyorsunuz?" yanıtını verdi.

"Avukat Ber beyle görüşmek istiyorum."

"Buyurun benim! Siz kiminiz?"

"Size kendimi bir anda anlatamam!"

Ber, telefonu sinirle kapadı.

Kısa bir an sonra telefon yeniden çaldı.

                "Lütfen kapatmayın... Sizinle konuşmam gerekiyor,"

dedi, önceki bayan sesi.

                "Kendisini tanıtmayan biriyle görüşmek istemiyorum!..." dedi Ber. "Yoksa telefonla erkek tavlama turlarında mısın?"

                "Lütfen... Ber! Bu ağızlar sana hiç yakışmıyor!"

                "Ortama yakışan sözler kullandım, sanıyorum!"

                Telefondaki kadın sesi bir an kesildi.

                "Telefon numaramı nasıl buldunuz?" diye sordu merakını gidermek için.

                "Bilinmeyen numaralar servisinden."

                "Ama telefon benim adıma kayıtlı değil..."

                Karşıdan yanıt gelmeyince Ber, sözlerine devam etti. "Çok yakın tanıdıklarım dışında hiç kimse bu numaranın bana ait olduğunu bilmiyor," dedi Ber. Sesini yükselterek "Gerçeği söylemezsen telefonu kapatmak zorunda kalacağım."

                "Her ne ise... Gerçek olan şu an konuşmakta olduğumuz..." dedi yumuşak ses tonuyla. "Benim adım Med. Senin hayranınım. Bu yeterli değil mi?"

                Ber, sinirli bir tonuyla, "Tanımadığım insanlarla gevezelik yapmaya ayıracak zamanım yok! " dedi. "Kapatmak zorundayım. İyi akşamlar!"

                Kadının sesi önceki az önceki soğukkanlılığını kaybetmişti.. Aceleci, panik ve titrek sese dönüşmüştü. "Ber!... Ber!... Lütfen telefonu kapama! Sen!... Sen!... Şu an çırılçıplaksın. Sol tarafında televizyon bulunuyor, Sig marka sigaran sehpa üzerindeki mavi küllük içinde yanar vaziyette duruyor. Bu akşam bir bayanla karşılıklı kahve içtiniz!..."

                Ber, vücudunun ürperdiğini, saç ve beden kıllarının dikleştiğini hissetti. Şaşkınlık, korku, şüphe, utanç ve merak duygularının karması içselinde oluştu.  Sağ eliyle cinsel organını kapattı. Perdelere baktı. Hepsi çekiliydi.

“Sen!... Sen!... Kimsin?... Evime kamera mı yerleştirdin?..." dedi. Alnından soğuk terler boşalıyordu.

Kadın merak çekerek diyalogdaki hakimiyeti eline almanın vermiş olduğu rahatlıkla, "Seni şaşırtmak istemezdim," dedi. "Ama, ilgini bir şekilde çekmek zorundaydım..."

Ber, soğukkanlı olmaya çalışıyordu. Buna rağmen endişe ve heyecandan kaynaklı sıklıkla soluk alıp vermelerini gizleyemiyordu. Telefon ahizesi, bu soluk alışverişlerini karşıdaki kadının kulaklarına ulaştırıyordu olanca netliğiyle. "Beni aramanızın nedenini söyler misin?" Alnında biriken teri sildi. "Amacın benim ve dairenin görünümünü bana aktarmak değildi sanırım?"

"İyi bildin... Ama bu sorunuzu bir çırpıda yanıtlamam olanaksız.".

                Ber, bu gizemli kadınla ilgili oluşan merakını giderme fırsatı da yakalamak için; "O halde yarın ofisime buyurun!" dedi. "Yüz yüze konuşur  tanışmış olurduk," teklifini getirdi.

                Kadın, kısa bir duraksamadan sonra, "Belki bir gün...  O gün geldiğinde..." dedi. "Ancak..." dedikten sonra devamını  getirmedi.

"Evet! Ancak?...”

"Benden ima yoluyla da olsa bir başkasına söz edersen bir daha sizi aramayacağımı da bilmiş olun!"

                Ber, için için güldü. "Tamam! Öyle olsun." dedi. " Hiç olmazsa adınızı ve telefon numaranızı rica edeyim." 

"Bana Med diyebilirsin!... Telefon numarasını ise vermeme gerek yok... Seni sürekli ben arayacağım. Neyse... Bugünlük bu kadar... Tekrar görüşmek üzere!"

Ber’in "dur kapatma!" ısrarına rağmen telefonu kapattı.   Bir tuhaf olmuştu. Vücudu hala titriyor ve beyni zonkluyor, komediyi ve gerilimi birlikte harmanlıyordu.

Kendisine iyi gelebileceği kanısıyla duş almak için banyoya girdi.

 

 

                                                                              ***

 

BU SITE;DANSÖZ KIVIRMALARI SITESININ UZANTISIDIR.