11
Solkol, "Gerçi bizim önerilerimizi emir olarak telakki ederler." dedi. Eline aldığı çay bardağından
yudum almadan altlığına tekrar koydu. "Buna rağmen yine de ilişkilerini sıcak tut. Geleceğin
sana neler göstereceğini bilemezsin. Bu büroyu, ikinci el arabayı almakla geleceğini garantilediğini sanıp
ta tembelleşme... "
Ber, onun sözünü tamamlamasına izin vermedi. "Çayını neden
içmiyorsun?"
"Biraz açık olmuş."
Giriş odasında bulunan Mus, sinyali almıştı.
Açık çayı alarak, daha demli çayı Solkol'a sunmak için salona girdi.
"Ne diyordum?" Üç parmağıyla saçlarının diplerini
kaşıdı. "Sendika başkanı ile yardımcısını kafaya aldın mı, İşin
tamam. Sabit aylığın dışında girdiğin her davadan hatırı sayılır yüzde
de alacaksın." Ber'in ağzını sulandırdığının farkındaydı. Üstüne üstüne
gidiyordu. "İstemez misin?..."
Ber'in gözleri ışıl ışıldı. Beklenen
yanıtı verdi. "Kim istemez ki?..."
"O halde dediğim gibi, nabza göre şerbet vereceksin." Demli
çaydan yudumu höpürdeterek aldı. "Kişisel düşünce ve duygularını sunma..." Ber'in para kazanma dışında
başka derdi olmadığını bilmesine rağmen son cümleyi söylemişti. Gereksiz bir söyleşi
olduğunu kendisine itiraf etti. "Gerçi sen işini bilirsin," diyerek ekledi.
Ber, "Baba Maf, nasıllar?" diyerek suyu çıkan konuyu değiştirmek
istedi. "Morali bozuk olmalı..."
"Olmaz mı?" diyerek onayladı, Ber'i. "Tüm çabalarına rağmen
üç duruşmadır, yeğeni bırakılmadı."
"Ben elimden geleni yaptım ve yapacağım da..." diyerek
bu sonuçtan kendisine pay çıkartılmaması gerektiğini ifade etti. "Suçu SahFail'in işlediğine
dair çıkartılan tanıkların da anlatımına rağmen bırakılmadı. Yargı
başkanı ile ona aşırı bağlı beş yargı üyesi yine olumsuz oy kullandı."
"8.Anti-hafif Yargı Grubu, bu başkandan sonra çok değişti.
Bir dediğimizi iki etmezdi önceki grup..." Baş parmağını, orta parmağına sürtüp şaklatarak
,"El altından iyi para teklifi de yapıldı... Rest çekmiş..." Alaycı gülümsedi. "Sodgom ülkesinin
kurtarıcısı sanıyor kendisini."
Ber, anlam akışına uyan cümle sarf etti. "Her dönemde böyle
Don Kişotlar çıkar," dedi.
" Ama Maf gurur meselesi yaptı. Gerekeni yapacak!"
Ber, irkildi. Tahmin ettiği şeyse bu çok yanlıştı,
kabullenemezdi. Nihayetinde onlarda kendi işlerini yapıyorlardı. Titrek bir sesle"Öldürtecek mi?..." diye sordu.
Solkol, kahkahalı gülüşlere geçti. Gülüşün yüzünde oluşturduğu
değişimden gözleri siyah bir çizgi gibi görünüyordu. "Sen beni güldür-dün!..." Geri kalan kahkahalarını
da boşalttıktan sonra; "Allah' da seni güldürsün," dedi.
Ber, atılan kahkahalar nedeniyle aklından geçen olasılığın
düşünülmediği sonucuna vardı. Rahatlamıştı... İçinde kalan soluğu salıverdi.
'Maf’ın yapmak istediği ne peki?..'
Solkol, Ber'in meraklı bakışlarını zevkle seyretti.
"Yargı Görevlisi vurmak, toplumda infial yaratır." dedi. "Bazı yandaşlarımız da bizi yalnız
bırakabilirler... Ayrıca yok etme çaresiz insanların işidir... Çaresiz kalındığında
başvurulacak en son yol; öldürmektir!"
Ber, bu tavırlara hep bozulurdu. Ana yanıtın bir çırpıda
söylenmemesi soluk alış veriş düzeneğini dahi bozuyordu. Ama bunu her bireye yansıtması doğru
değildi. Hele karşısındaki; Baba Maf'ın ikinci adamı olursa... "Ne tür bir girişimde bulunacak,
anlatır mısınız?..." diye sordu. "Tabi ki sizce bir sakıncası yoksa ..."
"Seni bizden biri olarak kabul ediyoruz," diyerek rahatlattı, Ber'i. "Bazı politikacı dostları
kanalı ile merkezden Denetleme Grubu üyesi gönderilmesini temin edecek. 8.Yargının tüm dosyaları incelemeye
tabi tutulacak... Olumsuz rapor tutulacak ve dolayısıyla başka
bir kente tayin edilmesi sağlanacak... Yerine de uygun olan birinin atanmasıyla sorun kökünden çözülmüş olacak.
Artık sen de birkaç kelime daha konuşma zahmetine katlanırsın sanırım..."
"8.Yargı grubunun tüm dosyalarının içeriği yasalara uygun, tertemiz çıkarsa?..."
"Bir nokta, bir virgül eksikliği her dosyada olur... Ber! Bunu sen benden daha iyi bilirsin."
"Vay be!..." diyerek sonlandırdı bu diyalogu Ber. Bölük pörçük duyduğu bazı dedikoduların
gerçekliğiyle yüzleşiyordu. Ve bu gerçeklik tüm çıplaklığıyla
karşısındaydı... Bu gücün değersiz de olsa bir ayağını kendisi oluşturuyordu.
İçindeydi... Gücü bir kez daha duyumsadı. Derin soluma ve oluşan gururla göğsü kabardı. Yanında
staj yaptığı Avukat Artsa'nın bir sözü aklına geldi;'Sodgom ülkesinde iyi avukat; hukuku iyi bilip,
yorumlayan avukat demek değildir." demişti. 'Sodgom Ülkesinde iyi avukat; her türlü ilişkiyi kullanarak sonuç
alabilen gruplardan en az biriyle bağlantıda olup, onların avukatlığını yapan kişidir.'
Gruplardan kastının ne olduğunu sorduğunda 'İsimlerin çok önemli
olmadığını," belirtmişti. "Bunu gerçekleştirebilen grubun
rengi ve sesi önemli değil," demişti. "Bu bir Politik Grup, herhangi bir adla kurulmuş bir Derneksel grup,
bir dini cemaat grubu, medya grubu, patron veya çalışan grubu, bir meslek grubu veya
herhangi bir görevli grup olabilirdi. Yeter ki, belirttiği gücü taşısın ve gerektiğinde Mafyamsı
ilkeleri kullanabilsin!"
Ber, Avukat Artsa'nın belirttiği gruplardan çoğuyla ilişki kurabilen güçle temastaydı ve kentte
o gücü temsil eden liderin biricik avukatıydı.
Solkol, "Ber! Sendika başkanı gelmeden önce senden bir istirhamda bulunmak istiyorum," dedi. "Yalınız,
bunun baba Maf'la ilgisi yok! Benim amcamın gariban komşularının işi... Yardımcı olup olmamakta
serbestsin."
"Lafımı olur!..." dedi, yapmacık kızgınlık sunumuyla Ber. "Elimden geleni yaparım."
"Parasız bir iş!" dedi, yan gözleriyle Ber'i inceleyerek. "Avukat tutacak paraları yok. Adam, işten
atılmış, ekmeğe muhtaçlar."
Ber, parasal ortam sağlayan insanlara karşı ufak davalarda paradan fedakarlık yapmasını
bilebilecek kadar meslekte deneyim edinmişti. Evet, kaz gelecek yerden tavuğu esirgememek gerekiyordu. Ber'de bu
anlayışla, "Para sorun değil," dedi. "Gerekli masrafları da cebimden yaparım... Siz olay hakkında
bilgi verebilir misiniz?"
"Ayrıntıları bilmiyorum. Amcama söyleyeyim suçluların babalarıyla gelsin, görüşürsünüz."
dedi. "Bildiğim kadarıyla; Küçük yaşlara sahip dört çocuk minibüs parası istedi diye silahlı gasp
suçundan haklarında Anti-Hafif Yargı Grubunda dava açılmış."
Ber, "Olayın daha farklı olması gerekiyor," diyerek hukuksal yorumda bulundu. "Yoksa; dilencilik suç
da olsa bunun için bir gün bile içerde tutmazlar."
"Her ne ise... Yarın geldiklerinde anlatırlar, gerekli incelemeyi yaparsın..."
Ber,
konuların birbirini takip etmesiyle bulamadığı fırsatı yakalaya-rak, sordu. "Solkol! Bir şey
sormak istiyorum ama lütfen yanlış anlama-yın!" diyerek Solkol'un sunacaklarına dikkatini vermesini sağladıktan
sonra, "Bazı ilişkilerin nasıl yürüdüğünü..." hafiften gülümseyerek,
"Biraz da sizlerin sayesinde öğrenmiş olduk... Sendikanın avukatlık işlerini almam iyice kesinleştikten
sonra; elde edeceğim paralardan bir miktar komisyon vereceğimi sendika başkanına teklif etsem mi, diye
düşünüyorum... "
Solkol,
işaret parmağını kaldırarak, "Sakın ha!.. Senin dürüstlüğünden şüphe etmeye başlar,
güven kaybedersin," dedi. "Ayrıca senin vereceğin üç beş kuruşa tenezzül etmeyecek kadar geliri elde ediyor."
Ber,
alnında biriken teri elinin sırtıyla silerek, "Belki sizden çekinir, konuyu ben açayım mı diyecektim."
dedi. " Madem öyle, böyle bir teklif de bulunmayacağım."
Solkol,
"Ya! Zaten sürekli bize işi düşüyor. Hem Bizim avukattan haraç alabilir mi? Valla gözünü oyarız."
Bu
esnada telsiz’ den yayıldığı anlaşılan gıcırtılı sesler duydular.
Solkol, "Sendika Başkanı geldi, sanırım." dedi.
Mus, içeri girdi. Beklediğiniz misafirler geldi, demesine fırsat kalmadı.
İçeri doluştular. Hava Enerjisi İşçi Sendikası Grubu Ad Kenti
İl Başkanı Soys ile 1.Yardımcısı Bağ, ülkede çok az kişide bulunan Leopar marka
makam otomobilinin sürücüsü Badi...
Badi, özel sürücü konumundan çok özel koruma görüntüsü veriyordu.
Üçü de aynı giyim tarzıyla, aynı mağazalardan alışveriş yaptıkları anlaşılıyordu. Siyah takım, siyah ayakkabı, siyah çorap,
beyaz gömlek üzeri sarı kravat... Sarı kravat renginden dolayı ön plandaydı, dikkat çekiciydi.
Solkol ve Ber'le tokalaştıktan sonra her üçü aynı anda
siyah gözlüklerini çıkardılar. Her üçü de kuaförden yeni çıkmış gibi parlak ve bakımlı
yüze sahiptiler. Tümünün gözbebekleri, her insana nasip olmayacak mavimtrak sarı rengindeydi. Lens olma olasılığı
yüksekti. Sendikacı olmasalardı onlara en uygun mesleğin sinema artistliği olacağı muhakkaktı.
Sendika Başkanı Soys, konuşurken özellikle bakımlı bembeyaz dişlerini ortaya çıkarmak
için sözcükleri ağzında yuvarlıyordu. Bu da bir özellikti. İnsan etkileme sanatında yeri olan davranışlardan
biriydi. Belirli makamlara yükselmek, yükseldikten sonra tutunabilmek için Sodgom ülkesinde görüntü çok önemliydi. İçsellik
ve beyin güzelliği bazen lazım olan kenar mahalle ürünüydü... Ancak günah çıkarmak için sözü edilebilen olgulardı.
Bu yönde somutlaşan cümlelerin en etkileyicisi; 'Koşullar öyle gerektiriyor... Aslında kalbimiz çok temiz!...'
idi ve yaygın olarak kullanılıyordu.
Ber; Soys'la ilk kez Maf'ın Restseyh'de vermiş olduğu yemekte tanışmışlardı.
İkinci kez yüz yüze geliyordu. Bu kez karşılaşmaya resmiyet sürülmesi için Ber'in ofisinde diyalog kurmayı
uygun bulmuşlardı. Ne de olsa avukatlar, 'Sodgom Yargı Vekilliği Yasası' ilgili maddesi uyarınca
kamu hizmeti yapıyorlardı. Bu anlamıyla Ber'in ofisi Kamu Hizmeti gören bir yer oluyordu, kendiside kamu hizmeti
ifa eden bir görevli. Ofise gelenlere ne denilmesi gerektiği konusunda Ber, içselinde sürekli tartışırdı.
En çok ‘müşteri’ kavramını kullanırdı. Kamu hizmeti görmesi nedeniyle hizmet sunduklarına
'Vekil Eden,' kavramının oturmadığını düşünüyordu. Sodgom Ülkesinde Kamu Hizmeti Gören
bazı kişilerin sivil halka veya sivil kişilere hitap ederken kullandığı 'Sayın... Saygıdeğer...
Sevgili... Değerli..." gibi baş sözcükler değişiklik arz etse de son sözcük '...Yurttaş!' veya çoğul
anlamda 'Yurttaşlar!...' olarak geliyordu. 'Yurttaş!' en iyi oturan kavramdı.
Devlet alacaklarını tahsil mevzuatına göre ise vergi ödeme anlamın-da 1.sınıf Sermayedar
sayılıyorlardı. Bunun anlamı ise; bu sınıftan vergi ödemek zorundaydılar. Bir fabrikatörle
eşit muamele görüyorlardı. Makbuz kesmek zorundaydılar. Bu haliyle ise, kamu hizmeti değil, ticari iş
yapıyorlardı. Ticari iş de ise hizmet sunulana 'Müşteri' sıfatı veriliyordu. Aslında 'Müşteri'
sözcüğü en uygunuydu. 'Evet'... Evet!... En uygunu galiba yine buydu...' Kendisini düşündü. geçimini temin etmek
için elinde imkan olsaydı, bu mesleği seçmeyecekti. Etkileyici bir meslekti, ama yorucuydu. birçok grupla muhatap
olmak zorundaydı. Avukatlık Meslek Grubunda ömür yaş ortalaması, diğer meslek gruplarından oldukça
düşüktü. Bu mesleğin yorucu ve yıpratıcı olmasının kanıtıydı. Ber, bu durumda
kamu hizmeti yapma amacı taşımadığını düşünerek, 'Müşteri' kavramını
kullanmaya devam etmeyi kendisine önerdi.
Düşünce bitimi, Soys'un telsiz konuşmasının bitimiyle aynı ana rast gelmişti.
Az önce Telsiz’le yaptığı görüşmeleri dayanak göstererek "Ne kadar yoğun olduğumuzu
görüyorsunuz." dedi. "İnanın bazı geceler birkaç saat ancak uyuyabiliyorum... Bu kadar çırpınmamıza
rağmen bazı işçilere hala yaranamıyoruz."
Ber, "Meyveli ağaç taşlanır," atasözünü seslendirdi.
Muhabbete giriş, güzellemeliydi. Çevredekilerin yüzlerini yumuşa-tıcıydı.
Soys, gülümseyerek kaldığı yerden devam etti. "Özellikle çağın
değiştiğini, globalleşme, yenileşme ve yeni dünya düzeni kavramlarını daha özümseyememiş
bazı eski kafa dinozor işçilerle uğraşmaktan yöneticiler olarak bıktık," dedi. "Bunların
sayısı da ancak bir elin parmakları kadar, olmasına rağmen
eski gelenekten geldiklerinden, bazı safdilleri etkileyebiliyorlar... Direniş, kanunsuz grev yollarına sapmamız
için grup oluşturup kendi çaplarında bizleri zorlamaya çalışıyorlar, artık bunun batı’da
olduğu gibi belli kuralları olduğunun farkında değiller." Bir el kaldırışı hareketi
yaparak, "Körfez kriziyle bunun üstüne gelen DevMalDen-Y.Dom Holding’in götürdüğü trilyonlardan oluşan ekonomik
kriz nedenleriyle bazı iş kollarında işverenler işçilerimizin aylıklarını geciktirince
kıyamet koptu. Kanunsuz Grev yapalım denildi. 'Ülkenin fedakarlık beklediğini söyledik," anlamadılar.
İşte körfez krizi de sona erdi. Saddam, 'Çok Uluslu Devlet' in koşullarını kabul etti. Şimdi
geçmişte ödenmeyen aylıklarda ödeniyor... Mantıklı olmak lazım."
Ber, konuşma içeriğinden Başkanın boş olmadığını anlamıştı.
Yanlış bir şeyler ağzından kaçırarak bir tartışma zemini doğurmanın yararı
yoktu. "Tabi ki yeni dünya düzenini; ‘ben tanımıyorum, içinde yer almak istemiyorum,’ demek hayalciliktir."
şeklinde soyut üslup tekniğini kullandı. Risk taşımayan bir tarzdı. Her zaman yararını
görmüştü. "Doğu Bloğu ülkeleri dahi duvarlarını yıkmışken, halen eski fanatizmi devam
ettirmek; devekuşu örneği, başı kuma sokmaktır. Değişimi yakalamak, yeni taktikler geliştirmek
için güncel yapıyı iyi takip etmek gerekiyor. Önemli olan işveren ile işçi sendikaları arasında
yapılacak toplu iş sözleşmeleri ön görüşmelerinde işçi lehine ne
haklar elde edilebilinir, kanımca bunun mücadelesini yapmak gerekiyor..."
Ber'e göre sol koltukta oturan Bağ’ın araya girmesiyle konuşması yarım kaldı,
"Başkanım! Az zamanımız kaldı, misafirlerimiz otele varmış
olmalılar..."
"S... et..." dedi, Soys sinirli bir sesle. "Biraz da onlar bizi beklesin! Hatırlarsan, geçen toplantıya
da onlar geç gelmişlerdi," dedikten sonra Ber’e tekrar dönerek, "Güzel konuştunuz... "dedi. "Aynı fikirdeyiz...
Sizinle iyi anlaşacağız."
Soys'un
açıklamaları soru içermese de konu açmakla Ber’in yapısını ve tepkilerini ölçmek istediğini
fark ettiriyordu.
Ber'in
içecek ikramında bulunma teklifini kibarca ret ettiler.
Ber, kafasına takılan ve karanlıkta kalan bir noktanın aydınlatılmasını istedi.
"Yanlış anlamayın, lütfen!.. Size bir şey soracağım," diyerek başlangıç yaptı.
"Sendikanızın işleri için Ad kenti avukatlarından bir meslektaşımın yakın zamana kadar
ilgilendiğini biliyo-rum. Onunla çalışmaktan neden vazgeçtiniz? "
Soru orada bulunanlarda buz etkisi yaratmıştı.
Soys
yerine yardımcısı Bağ yanıtladı. "O konuya hiç girmeyelim isterseniz..." dedi. "Bazı işçileri
bize karşı kışkırtmaya başlamıştı. El çektirmek zorunda kaldık. Bize sizin gibi dürüst, çalışkan harbi bir insan lazım. Gerçi Baba Maf'ın
referansı bile tek başına bizim için yeterli..."
Ber,
ortamı ısıtması gerektiğinin farkındaydı. Solkol'da bakışlarıyla bu mesajı
verdi. "Meslektaş yanlış yapmış," dedi. "Bizim görevimiz kışkırtma değil, sorumluluklarımızı
yerine getirmek olmalıdır. Bu konuda müsterih olabilirsiniz."
Soys, Solkol’a gözlerini dikerek, "Ya!... Daha önceden bu arkadaşla niye bağlantı kurmadık?"
diyerek örtülü serzenişte bulundu. "Valla niye yalan söyleyeyim kanım çok ısındı kendisine." dedikten
sonra Ber’e yeniden yönelerek, "Bir ara randevulaşalım, hep beraber yemeğe çıkalım..." dedi
çapkınsal mimikli göz kırpışıyla. "Siz bekarsınız!... Bizler de evli bekarlardanız...
Güzel piliçlerle eğleniriz? "
Bulunanlar
gerçek sevinç kahkahaları attılar.
Ber'in aklına Markız geldiyse de es geçti. İçselinde sonra tartışacağı bir konuydu;
bu... "Neden olmasın, sevinirim," diyerek teklifi olumladı.
Soys,
asıl konuyu az sözcüklerle geçiştirdi. "Solkol Bey, size söz etmiştir. Sendikanın bildik işleri oluyor,
onlarla ilgileneceksiniz. Sözleşmeli Avukat statüsünde olacaksınız. Bugünden itibaren aylık bin dolar
tarafınıza ödenecek, ayrıca her iş ve dosya başına değerinin yüzde onu tutarında para
alacaksınız. Karşı taraftan tahakkuk edebilecek avukatlık komisyon ücreti de size ait olacak. Yemekli,
yemeksiz her toplantıya katılma ücretiniz ile telefonla da olsa danışma karşılığı
ücretinizin takdirini bize bırakın... Memnun kalacağınızdan eminim. Teklife ne diyorsunuz?"
Ber,
ne diyeceğini şaşırdı. Kabul edecekti. Başka ne isteyebilirdi, 'Allah'tan belasını
isteme dışında...'
"Teşekkür
ediyorum. Teveccühünüze layık olmaya çalışacağım."
"O
halde, sorun yok. Yarın bir ara Sendika binamıza gelirseniz sevinirim. Hazırda bulunan sözleşmeyi birlikte
imzalayalım."
"Yarın
sizdeyim,"diyerek yanıtladı Ber isteği.
Bağ, toplantı saatini bir kez daha anımsattı...
Sendika görevlileri ile Solkol, Ber'le tokalaşarak ofisten ayrıldılar.
***
Ber, önceden hazırladığı soruları yöneltiyordu. "Med! Arada telefonla beni arayıp masrafa giriyorsun,"
dedi. "Ekonomik durumunu bilmiyorum, ama ben de katkı sunmak istiyorum."
"Senin parana ihtiyacım yok!"
"Hayır! Hayır!... Yanlış anladın. Telefon numaranı bana bildirirsen, arada ben de seni
arayabilirim..."
"Beni kandıramazsın!"
"Aylar oldu," dedi, Ber. "Hala sana güven aşılayamadım."
"Sana güveniyorum!"
"Sorun ne peki!"
Ber, ağzını ahizeden kısa bir an uzaklaştırarak
derinlerden gelen soluğunu salıverdi. "Yüz yüze görüşme isteğimi reddediyorsun... Hadi bundan vazgeçtik
telefon numaranı bile vermiyorsun!"
Med,"Her şeyin bir zamanı var. O an geldiğinde isteğin gerçekleşecek... Sabır; yapılacak
bir şey yoksa iyidir," dedi. "Hem telefonu sorun yapma, faturaları ödeyebilecek kadar param var... Biliyorsun, seninle
telefonsuz iletişim de bulunma yeteneğim de var..."
Ber, heyecanlandı. "Evet! Altın sarısı yazılarla
mesaj göndermiştin."
"Seni korkutunca bu tür iletişimlerden vazgeçtim."
"Korktuğumu inkar edemem," dedi. Sigarasından bir yudum daha duman çekti, bıraktı. "Hazırlıksız
yakalanmıştım... Artık, bu tür iletilerden ürkeceğimi sanmıyorum... Benim korkum..." durakladı.
"Evet!.." diyerek sözcüklerin devamını getirmesini istedi Med.
Ber, "Benim korkum; senin hakkında fazla bir bilgi birikimine sahip olamayışım," dedi. "Diyaloglarımızdan
edindiğim izlenimlerin hayalimde oluşturduğu sanal kişiliğinle, gerçek kişiliğin arasında fark olabileceği ihtimali!"
Med,"Sanal kişiliğim nasıllarmış bakalım?" diye sordu. Ses tonu alaycı makamdaydı.
Ber, bozulduğunu yansıtmamaya çalışarak, "İçsel, dışsal ve beyinsel mükemmellik!"
diyerek özetledi.
"Kimse mükemmel değildir!"
"Sanalım da oluşturduklarım sorgulanamaz." dedi, Ber. Sesi sertleş-mişti. Bam teline basılan
bir kişinin ani tepkisini sunuyordu. "Sanalım eleştirilemez, denetlenemez, suçlanamaz, ayıplanamaz!"
Ber, aslında önceden hayalinde oluşmuş dişi kişiliği
hiç görmediği Med’de somutlaştırmıştı. Kızgınlığı
bundan kaynaklanıyordu.
Med,
"Hey! Ne oluyoruz, bir saniye!" diyerek, Ber'in bol virgüllü cümlesinin uzayıp gitmesini engelledi. "Bir gün beni gördüğünde
ve tamamen tanıdığında benle sanalında oluşturduğun kişiliği karşılaştırırsın...
Emin ol bu konuda hiçbir yorumda bulunmayacağım... Aynı veya farklı olsa da sanalın sana ait ve tepe
tepe kullanmakta özgürsün."
Tepkisinin
ne kadar anlamsız ve gereksiz olduğunu düşünen Ber, "Boş bulundum..." diyerek özür diledi.
Med,
"Özrün kabul edildi," dedikten sonra "Fırından sinyaller geliyor, Kadayıfın altı kızarmış
olmalı... Bakmak zorundayım, Kusura kalma..."
"Bir
saniye kapatma!..."
"Evet!
Beyim başka emriniz?..."
Ber"Yine
özür dilemem gerekiyor," dedi, mahcup ses tonuyla. "Heyecanıma veriniz... Size saygısızlık etme amacında
değildim."
"Sorun
değil," dedi, Med. "İçselinizi okuyabiliyorum... Ayrıca bu tür ayrıntılara kafayı takacak biri
de değilim... Seni dinliyorum?"
Ber,
"Biraz önceki sorumun yanıtını vermediniz." dedi. "Mer Kentinde bulunan arkadaşım avukat Artsa ile
neden yakından ilgilenmem gerektiğini açıklamadınız."
"Bu
konuda ayrıntıya girmek istemiyorum," dedi. Med' in sesi bu kez otorite kokuyordu. "Bana güveniyorsan dediğimi
yapmalısın. Onu ne kadar çok sevdiğini biliyorum... Hadi sana iyi akşamlar!"
Ber'in
"İyi akşamlar!" karşılığını beklemeden
telefonu kapadı.
Ber,
yenilgin bir savaşçı yorgunluğunu duyumsadı. Her akşam Med'in telefon edebileceği ihtimalini
gözeterek, beyninde sorular hazırlı-yordu. Onun gizemini açığa çıkartabileceği, çözebileceği,
çözülmesini sağlayabileceği ve hatta yüz yüze görüşme konusunda ikna edici etkilerde bulunabileceği, yönlendirici
sorulardı bunlar.
En azından telefon numarasını bildirmesini sağlayarak, telefonun kurulu olduğu adresin tespitini
yaparak, bir akşam kapısının ziline basmayı düşlüyordu.
Med’in kapının önünde endamını göstererek "Size nasıl yardımcı olabilirim?"
sorusuna karşılık "Ben Ber!" yanıtını aldığında onun yüzünde oluşacak şaşkın
ifadeyi zevkle izleyecekti, gözünü kırpıştırmadan, zile basmadan önce temizlediği gözlük mercekleriyle...
Ya kendisini tanıyorsa?... Bu ihtimalde yine şaşıracaktı. Bu kez; "Hayır!... Olamaz!...
Ber!... Beni nasıl buldun?..." benzeri nidalı sözcükler kullanacağına
yüzde yüz emindi.
Ya
o tanıdık biri veya tanıdık birinin yakını çıkarsa?...
Galiba bu olasılıkta kendisi de en az Med kadar şaşıracaktı. Bu son olasılığı
daha fazla irdelemek istemedi. Hoşuna gitmemişti....
Soğutucudan kendisine soğuk bir bira çıkardı. Kapak açacağını bulamadı.
Dişleriyle açtı....
İlk çekişte çeyreğini bitirmişti.
İkinci çekişiyle bira yarılanmıştı.
Üçüncüsünde aynı başarıyı gösteremedi. Ufak bir yudum alabilmişti.
Elinde ki şişeyi sehpanın üzerine bıraktı. Koltuğa oturup öne doğru bükülerek,
iki avucunun arasına yanaklarını aldı.
Neden bunu düşünememişti?...
Aptal yerine konmuştu...
Bazı çıkarımları anında elde edememe eksiği bireysel tarihinde yabana atılamayacak
kadar çok yer kaplıyordu.
Med, içselini okuyabiliyordu...
Bunu kendiside itiraf etmişti.
Konuşma içeriği de bunu yansıtıyordu.
Ayrıca telepatik yetenekleri olduğunu belirtmişti.
Altın sarısı yazılarla, çalar saati kurmadığı gecenin sabahı uyandırma
servisine uyandırılması gibi olaylarla bunu da kanıtlamıştı, önceden...
O halde ona bir şeyler açıklamasının ne anlamı vardı?...
Onun kendisine soru yönlendirmesi, açıklamalarını dinlemesinin ne anlamı vardı?...
Ondan istediği sonuçları elde etmek için önceden oluşturduğu taktiklere soru şablonlarına
da gerek yoktu...
O!... İçselini gözetiyordu. Duyumsamalarını, düşüncelerini, algılamalarını kısaca
tüm benliğini biliyordu.
Çevresini, yaşadıklarını biliyordu.
İnanmamakla birlikte; dediği gerçekse geleceğini de biliyordu.
Belki de şu anda ki düşündüklerini bile algılıyordu.
Markız'la olan birleşmesi sonrası "Mutlu oldun mu?" sorusunu
anımsadı.
Ber, zincirleme giden düşüncelerle kendinden, benliğinden uzaklaştığını hissetti.
Neler düşünüyordu? Bu düşüncelerde yoğunlaştıkça kendisine yabancılaşıyor
gibiydi.
Bu hafta bu sorunu çözecekti. Güvenlik sistemlerinde uzman bir firmanın, evinde arama yapmasını sağlayacaktı.
Çıplak gözle, deneyimsiz aramalarında kendisi bir şey bulamamıştı. Ama uzman tarayıcıların,
en azından kendisini izleyen ve dinleyen bir göz kamerası ile verici bulabileceklerine adı gibi emindi.
***