DANSÖZ KIVIRMALARI / Bahattin YILDIZ

4.SAYFA

1.SAYFA
2.SAYFA
3.SAYFA
4.SAYFA
5.SAYFA
6.SAYFA
7.SAYFA
8.SAYFA
9.SAYFA
10.SAYFA
11.SAYFA
12.SAYFA
13.SAYFA
14.SAYFA
15.SAYFA
16.SAYFA
17.SAYFA
18.SAYFA
19.SAYFA

Önceki Sayfa

9

 

 

                Ber’in heyecanla beklediği gün gelmişti... Bugün cumartesiydi. Özel bir gündü. Markız’la baş başa evde kalabileceği, uzun saatler onu bekliyordu. Etrafı toparlamış, sakal, bıyık tıraşı olmuş, yıkanmış, spor kıyafetlerini giyinmiş, parfüm sürünmüş, dişini fırçalamıştı. Kulağı kapı zilinde bekliyordu...

                Beklenen zil geldi. Kapıyı açtığında umduğu kişi yerine kapıcı Kap bey’i gördü. "Bir isteği olup olmadığını," sordu, Kapıcı. Olumsuzlama anlamında başını salladı. Kapıyı kapatacağı anda asansör kapısının açıldığını ve Markız’ın çıktığını gördü.

Kapıcının inceleyici bakışları arasında Markız’ı içeri aldı.

Ber, bir tüm parayı "Çocuklarına bir şeyler alırsın" diyerek kapıcıya uzattı.

Kapıcı, bunun sus payı olduğunu anlayacak kadar gün görmüştü. Göz kırparak "Emrin olur," dedikten sonra asansör beklemeden merdivenlere yöneldi.

Markız oturmadan bekliyordu. Girişi hayal ettiği gibi gerçekleşmemişti. Olması gereken davranışı sergilemeleri gerekiyordu.

Ber, Markız’ı her iki yanağından öperek, "Hoş geldin," dedi.  

"Teşekkür ederim," diye yanıtladı Markız. ‘Hoş bulduk,’u kullanmadı, çok klasikleşmişti.

"Ayakta durma," dedi. Eliyle, boşlukta  yarım dairelik bir çizim yaparak, "Ev senin, rahatına bak!”

Ber, ağzından dökülen "Ev senin, rahatına bak!" sözlerini çok banal buldu. İş verir tarzı mimiksel  hareketlerle dükkanındaki eşyaları gösterip "Abla! Dükkan senin... " diyen tiple özdeşleştirdi kendisini.

Markız, salonu incelemişti. İzin isteyerek dairenin tüm bölümlerini de dolaştı. "Ber! bir bekar evi için hem lüks, hem de çok temiz," dedi tatlı gülümsemesiyle. "Sen mi temizliyorsun?..."

"Temizlikçi bir bayan var. Her hafta sonu temizliğe geliyor," diyerek yanıtladı. Yel’in, adını anmak ondan söz etmek istememişti. Markız’ın, Yel ile olan ilişkisini sanki sezebileceği kuşkusunu hissetmişti. Bayanların altıncı hislerinin bazen ne kadar güçlü olduğunu okumuştu. Annesinden de bilirdi. Annesi tanık olmadığı halde, bazı hatalı davranışlarından sonra, "Yine, yanlış bir şey mi yaptın?" diye sorardı. ‘Yel’in haftada bir kez ev dışında kendisini de banyoda yıkayarak temizlediğini ve onla yatmak zorunda kaldığını bilseydi tepkisi ne olurdu?..." diye düşündü.

"Temizlikçi, hamarat biri olmalı!" dedi Markız. "Bayağı titizmiş Süpürgelikler bile parlıyor."

"Hamarattır sağ olsun." dedi, pembeleşen yüzüyle Ber. "Temizlik de..." diyerek de vurguladı.

"Eeee!. İçecek bir şeyler ikram etmeyecek misin?"

"İkram etmemek ne demek!"  Bakışlarını Markız’ın gözlerinin içlerine kadar ilerleterek ."Seni ikramlara boğacağım bugün." dedi.

Markız, bu son sözlere gözleriyle, sonra tüm yüz hatlarıyla gülmeye, kahkaha atmaya başladı. 

Ber’de ona katıldı. Onu güldürmek hoşuna gitmişti. Gülmesinde bundan kaynaklı neşenin payı büyüktü.

Ber, Markız’ın sevdiğini bildiği her şeyi, tercih ettiği marka şarap da dahil hazır etmişti.

Markız, ortamdan etkilenmişti. Müzik setinden çıkan ses, hoşuna giden sanatçının kasetinden çalınan parçalardı. Ber’in tavırları güven verici ve doğaldı...  

Pencereler açık olmasına rağmen, perdeler tamamen örtüktü. Bu nedenle gün ortası olmasına rağmen salon hafif karanlıkta kalmıştı. Markız, bunun nedenini soracaktı... Vazgeçti. Yanıtı bulmuştu.

Ber, Markız’ın karşısındaki koltuğa kuruldu. Havadan, sudan, işlerden konuştular. Birlikte oturdukları son akşam yemeğinde yaşadıkları korkuyu, endişeyi yorumladılar. Bu arada; içkilerini yudumlayıp birbirle-rini kaçamak bakışlarla süzüyorlardı.

"Tanıdığının arabasına binip beni unutman o an çok kızdırmıştı beni!" dedi. Ber’in bozulduğunu duyumsayınca, "Ama, arabadan inerek beni buyur etmen kızgınlığımı yok etmişti."

Ber, iç çekerek, "Evet! Heyecandan da olsa bu bir hataydı." dedi. "Beni bağışlamanıza sevindim." Konuyu değiştirmek için, "Özel Konservatuar kursu nasıl gidiyor?" diye sordu.

"Hocam, müziğe uygun sese ve kulağa sahip olmadığımı söyleyip duruyor." dedi. "Ama buna rağmen müziğe aşırı ilgi göstermemi takdir ediyor." Eliyle gözlerinin üzerine düşen perçemini yana alarak,"Gerçi hobi olarak yapıyorum. Bir iddiam da yok." diye ekledi.

Ber, "Konuşma sesin çok hoş!" diyerek iltifat etti. "Ama şarkı söylerken aynı hoşluk devam ediyor mu? Bilemem."

Markız, incinmiş nazlı kız rolüyle, "Bu söylediklerini iltifat olarak mı kabul etmeliyim?" diye sordu.

"Bir ara bana bir parça okursun..."

"Eee?..."

"Müzik sesinin de, konuşma sesin kadar güzel olup olmadığına karar veririm."

Markız, esprisel bir yaklaşımla,"Ben her isteyene rast gele parça okusam... İşim iş, yani..."

"Ben, 'her isteyen' sınıfına mı giriyorum?" serzenişinde bulundu. "Senin yanında özel bir yer hala edinememişim..."

Markız, gülümsedi. "Kızma canım şaka yaptım." dedi. "Sen özellerin özelisin... Hemen de surat asma!"

"Bunu duyduğuma sevindim. Yoksa..." Devamını getiremedi. Sözcük bulamadı.

"Yoksa?..."

"Yoksa..." Bir şeyler söylemesi gerekiyordu. "Yoksa..." sözcüğünü yineledi. "Yoksa rahat uyuyamam!..."

"Neden?"

"Seni seviyorum ve senin yanında özel bir yerim olmasını arzuluyorum." Ber, rahatlamıştı.

Markız, sevgi duyumsatan bakışlarla, Ber'in gözlerine baktı.

Sevgi yayan bakışlar karşılıklı on saniye sürdü yaklaşık. Pozitif elektriksel mesajları bu saniyelerde dozajını artırarak birbirlerine sundu-lar.

Ortam ısınmıştı.

Markız’ın sorusu sessizliği bozdu.

"Peki, sen hep böyle bekar mı kalacaksın?" diye sordu. "Evlenmeyi düşünmüyor musun?"

                Ber, "Tuzak bir soru," diye geçirdi, içinden. Evliliği aklının ucundan bile geçirmiyordu. Bununla birlikte soruyu olumsuz yanıtlamanın da ortamı soğutacağını düşündü. Ya Markız, evlilikle sonlanma olasılığı olmayan birlikteliğe karşı ise?..  "Şimdilik erken... Belki sonra..."  politik yanıtını verdi. "Evliliğe kendimi hazır hissettiğimde, galiba ilk teklifim sana olacak,. Buna inanmalısın," diye de ekledi Ber.

                Bu açıklamayı yaptığından dolayı kendisini kutladı.

Ortam yeniden ısınmıştı. Soğutulmadan değerlendirilmesi gerekliy-di. Harekete geçti...

Markız’ın yanına oturarak sol kolunu onun ince boynuna yarım ay şeklinde doladı. Ilık bir sıcaklığı kendi içinde, bedeninde ve Markız’ın yanaklarında hissetti. Bu, yabancısı olmadığı bir sıcaklıktı. Davet ve kabulün birbirini onayladığının sessiz diliydi bu. Beklemeye gelmezdi. Markız’ın başını eliyle hafif destek yaparak kendisine doğru çevrilmesini sağladı. Dudaklarına öpücük kondurdu. Evet dudaklar devamını istiyordu... Ber bu isteğe büyük bir arzuyla uydu.

Markız'ın sesi ayarsız nefes alış verişleriyle değişmişti. "Çok ileri gitmeyelim," dedi. İçten gelmeyen yalvarır bir  sesle. "Ne olur?..."

                "Merak etme," diyerek yanıtladı Ber.

Her ikisi de söylediklerinde samimi değillerdi. Her ikisi de bu işin sınır tanımayacağını biliyorlardı...

İki ayrı beden, sürekli artan ritimde kalp çarpıntılarıyla... Ağızdan

ağıza geçen salyalarla...

Tüm benlikleriyle...

Sanki tek bedenleşme. Tek ruhlaşma amacı taşıyarak...

Belki de bu amaç için birbirleri içine geçişler yapmaya çabalıyorlar-dı.

Zevkli anlar, her ikisi için yaşanmakta olan rüya gibiydi.

Birbirlerinin bedenlerini...

Her kıvrımını... İnişli, çıkışlı bölgeleri de dahil, uzman kırık-çıkıkçılar gibi hiçbir noktasını, ihmal etmeksizin yokluyorlardı...

Ayrıca; birbirlerini koklayarak, yalayarak da tanımaya çalışıyorlardı.

İnce ve kalın nefesler; süren eylemlerine, fon müziği oluşturuyor ve ritim sağlıyordu.

Ber, heyecanın çabucak noktalanmaması için gayret sarf ediyordu. O an geldiğinde pasif duruma geçiyordu. Hafiften kendisini çekiyor, tıpkı çalışmakta olan bir aracın kontağını arada kapatırmışçasına geçici iptalleri oynuyordu...

Giyinmeden, yeme içme tuvalet gibi doğal ihtiyaçlarını arada karşılayarak, kısa süreli dinlencelerle yaklaşık dört saatlik bir beraberlik yaşadılar. Bu onları tüketmişti. Öyle ki; birbirleriyle konuşacak kadar bile  enerjileri kalmamış, gibiydi.... Ama bu yorgunluktan her ikisi de şikayetçi değillerdi...

Duşu birlikte aldılar...

Giyinirlerken,  telefonun zil sesi duyuldu.

Telefondaki yankılı ses; sert ve ürkütücüydü."Mutlu oldun mu?..."

Ber, telefondaki kişinin Med olduğunu anladı. "Böyle biri yok! Sanırım, yanlış çevirmişsiniz." diyerek kapattı.

"Ber! Kimdi o?" diye soran Markız'ı;

"Yanlış numara çevirmiş şaşkının biri?" diyerek yanıtladı.

Markız, saçlarını kuruttu ve taradı. Ruj ve allığını sürdü. Bu evde, bugünkü son sigarasını yaktıktan sonra, "Ber! Yarın ne yapıyorsun?" diye sordu.

"Yarın mı?" diyerek kendisine sorulan soruyu yineledi. "Yarrııın... Temizlikçi teyze gelecek... Ev temizliği yapacak..."

"Dilersen bende gelip yardımcı olabilirim."

Ber, panik atak refleksiyle "Hayır! Hayır!..." diyerek, teklifi reddedecekti. Kendisini zor frenledi. "Teşekkür ederim," dedi. "O, işinin ehli. Sen de yarın dinlen... Senin yorulmanı istemem."

"Yine de gereksinim duyarsan beni arayabilirsin."

"Teşekkür ediyorum," dedi. "Bugün bir başlangıçtı. Sürekli olması dileğindeyim."

"Ben de." diyerek yanıtladı Markız. Başını eğmeden ve gözlerini kırpıştırmadan.

 

 

                                                                              ***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

10

 

 

            Ber, bir bira şişesi daha açtı. Açılan şişelerin  sekizincisiydi.... Sarhoş olma limitini aşmıştı.

Her haftanın pazar günü gelen Yel, aşırı kirletilmemiş olması nedeniyle çarçabuk bitirdiği ev temizliğinden sonra Ber'i neredeyse zorla banyoya sokarak iyice yıkıyordu. Ama bugün yıkamayı başaramamıştı. Ber tavır koymuştu. Aynı sıkı tavrı, her pazar gerçekleşen cinsel birlikteliğin tamamen sonlanması yönünde gösterebileceğine inanmıyor-du. Kendisine güvenemiyordu.

Ber, bu ilişkiyi cinsellikten farklı, hatta zorunlu bir görev olarak nitelendirmeye başlayalı epey zaman olmuştu. Yel kanalı ile Maf'la tanışmıştı. Maddi durumundaki iyileşmede, işlerinin yoğunlaşmasında, paralı çevre kazanımında, hatta yabana atılamayacak belirli bir sosyal konumu elde etmesinde başlangıç noktası olmuştu bu tanıştırma...

Bir şeyler almak bir şeyler vermeyi gerektiriyordu... Bu bedel artık kendisine çok ağır geliyordu... Yel ile Maf’ı neredeyse özdeşleştirmişti kafasında. Onla arayı bozmak, Maf'la olan iyi ilişkilerinin de hasara uğrayacağı kuşkusunu duyumsatıyordu. Aslında bunun hiçbir mantığı olmadığını kendisi de biliyordu. Sadece tanışmalarında aracılık yapmış ve bedelini aldığı işlerden belirli komisyonları ona ödüyordu... Yine de Yel’de kendisini korkutan bir şeyler algılıyordu...

İstemediği bir yemeğin zorla yedirilmesi veya yemek zorunda bırakılmasıydı bu. Hiçbir ön adım atılmadan iki tarafta soyunuyor, birleşmeyi gerçekleştiriyorlardı.

Biyolojik devinim ve patlama gerçekleşse de bir çok

şeyin eksikliğini duyumsuyordu...

Tatminsizlik, boşluk, sınırsız pişmanlık duyguları benliğini kaplıyor, bu duygular yok olmak üzereyken yine istenmeyen gün, pazar günü geliyordu.

Yinelemeler... 

İşkence günleri...

Güzel duyguların, isteklerin törpülendiği günler...

Bir haftada yok edilemeyecek ağırlıkta suçluluk duygusu...

Bedenini para karşılığı, istemediği erkeklere pazarlayan hayat kadınlarını Yel'le tanışmasından sonra daha iyi algılamaya başlamıştı.

İnsanın doğasında varolan ve hatırı sayılır oranda yer tutan asil cinsellik duyguları, kendisinde ayaklar altında sürünüyordu. Ve bunun farkındaydı...

Ayrıca, her birleşme öncesi bir türlü söyleyemediği, "Senle seks yapmak istemiyorum," olumsuz isteği karşılığında "Daha önce böyle söylemiyordun?.. Doydun mu?" benzeri lafları da duymak istemiyordu. Küçük düşürücü, ezici ve yanıtsız bırakacağı cümlelerdi bunlar.

Kendisince aldığı 'Ret kararını' sürekli bir sonraki seansa erteleyerek bugüne gelmişti. Bu kararın uygulanması cesaret işiydi. Bir türlü oluşturamadığı yürekliliği var etmek için devirdiği biraları cesaret şurubu işlevini gösterebilecek miydi kendisinde?...

"Daha hazır değil misin?" istek içeren sorusuyla düşüncelerinden sıyrıldı. Yel, altın bilezikleri dahil soyunmuş, bir eli belinde bekliyordu.

Ber, 'Evet!... Şimdi!..' tüm cesaretini topladı. Korkularının üzerine gitti. Ne olacaksa olsundu. "Yel! Bu işi her hafta sonu için kurallaştırmasak diyecektim."

"N’oldu? Bıktın mı yoksa?..." diye sordu. Üslup ukalacaydı.

"Hayır!.. O anlamda değil de... Ne bileyim... "

"Açık konuş! Kıvırma... Kıvıran erkeklerden nefret

ederim!" hitabı bağırtılı, sesi akortsuzdu. "Ben sana iyilik olsun diye yatıyorum. Bir de muhabbetin hoşuma gidiyor... Yoksa bana tav olan çoook!... İstemiyorsan görüşmeyelim... Ama işlerden elde ettiğin paralardan komisyonumu almaya gelirim yine de..."

                Ber, sevincini belli etmemeye çalışarak, "Sen bilirsin..." dedi. Soyunuk bir kadını; soyunma amacını gerçekleştirmeden giyindirmek delikanlılığa sığmazdı. Son bir kez dişini sıkmalıydı. "Neyse... O halde, son birleşmemizi gerçekleştirelim."

                Ber, çabucak soyundu... Son ilişkiyi, sona uygun olacak davranışlarla çarçabuk bitirip derin nefes alacaktı...

 

 

                                                                              ***

 

 

 

 

 

 

11

 

 

                Solkol, "Gerçi bizim önerilerimizi emir olarak telakki ederler." dedi. Eline aldığı çay bardağından yudum almadan altlığına tekrar koydu. "Buna rağmen yine de ilişkilerini sıcak tut. Geleceğin sana neler göstereceğini bilemezsin. Bu büroyu, ikinci el arabayı almakla geleceğini garantilediğini sanıp ta  tembelleşme... "

Ber, onun sözünü tamamlamasına izin vermedi. "Çayını neden içmiyorsun?"

"Biraz açık olmuş."

Giriş odasında bulunan Mus, sinyali almıştı. Açık çayı alarak, daha demli çayı Solkol'a sunmak için salona girdi. 

"Ne diyordum?" Üç parmağıyla saçlarının diplerini kaşıdı. "Sendika başkanı ile yardımcısını kafaya aldın mı, İşin tamam. Sabit aylığın dışında girdiğin her davadan hatırı sayılır yüzde de alacaksın." Ber'in ağzını sulandırdığının farkındaydı. Üstüne üstüne gidiyordu. "İstemez misin?..."

Ber'in gözleri ışıl ışıldı. Beklenen yanıtı verdi. "Kim istemez ki?..."

"O halde dediğim gibi, nabza göre şerbet vereceksin." Demli çaydan yudumu höpürdeterek aldı. "Kişisel düşünce ve duygularını sunma..." Ber'in para kazanma dışında başka derdi olmadığını bilmesine rağmen son cümleyi söylemişti. Gereksiz bir söyleşi olduğunu kendisine itiraf etti. "Gerçi sen işini bilirsin," diyerek ekledi.

Ber, "Baba Maf, nasıllar?" diyerek suyu çıkan konuyu değiştirmek istedi. "Morali bozuk olmalı..."

"Olmaz mı?" diyerek onayladı, Ber'i. "Tüm çabalarına rağmen üç duruşmadır, yeğeni bırakılmadı."

"Ben elimden geleni yaptım ve yapacağım da..." diyerek bu sonuçtan kendisine pay çıkartılmaması gerektiğini ifade etti. "Suçu SahFail'in işlediğine dair çıkartılan tanıkların da anlatımına rağmen bırakılmadı. Yargı başkanı ile ona aşırı bağlı beş yargı üyesi yine olumsuz oy kullandı."

"8.Anti-hafif Yargı Grubu, bu başkandan sonra çok değişti. Bir dediğimizi iki etmezdi önceki grup..." Baş parmağını, orta parmağına sürtüp şaklatarak ,"El altından iyi para teklifi de yapıldı... Rest çekmiş..." Alaycı gülümsedi. "Sodgom ülkesinin kurtarıcısı sanıyor kendisini."

Ber, anlam akışına uyan cümle sarf etti. "Her dönemde böyle Don Kişotlar çıkar," dedi.

" Ama Maf gurur meselesi yaptı. Gerekeni yapacak!"

Ber, irkildi. Tahmin ettiği şeyse bu çok yanlıştı, kabullenemezdi. Nihayetinde onlarda kendi işlerini yapıyorlardı. Titrek bir sesle"Öldürtecek mi?..." diye sordu.

Solkol, kahkahalı gülüşlere geçti. Gülüşün yüzünde oluşturduğu değişimden gözleri siyah bir çizgi gibi görünüyordu. "Sen beni güldür-dün!..." Geri kalan kahkahalarını da boşalttıktan sonra; "Allah' da seni güldürsün," dedi.

Ber, atılan kahkahalar nedeniyle aklından geçen olasılığın düşünülmediği sonucuna vardı. Rahatlamıştı... İçinde kalan soluğu salıverdi. 'Maf’ın yapmak istediği ne peki?..'

Solkol, Ber'in meraklı bakışlarını zevkle seyretti. "Yargı Görevlisi vurmak, toplumda infial yaratır." dedi. "Bazı yandaşlarımız da bizi yalnız bırakabilirler... Ayrıca yok etme çaresiz insanların işidir... Çaresiz kalındığında başvurulacak en son yol; öldürmektir!"

Ber, bu tavırlara hep bozulurdu. Ana yanıtın bir çırpıda söylenmemesi soluk alış veriş düzeneğini dahi bozuyordu. Ama bunu her bireye yansıtması doğru değildi. Hele karşısındaki; Baba Maf'ın ikinci adamı olursa... "Ne tür bir girişimde bulunacak, anlatır mısınız?..." diye sordu. "Tabi ki sizce bir sakıncası yoksa ..."

                "Seni bizden biri olarak kabul ediyoruz," diyerek rahatlattı, Ber'i. "Bazı politikacı dostları kanalı ile merkezden Denetleme Grubu üyesi gönderilmesini temin edecek. 8.Yargının tüm dosyaları incelemeye tabi tutulacak... Olumsuz rapor tutulacak ve dolayısıyla  başka bir kente tayin edilmesi sağlanacak... Yerine de uygun olan birinin atanmasıyla sorun kökünden çözülmüş olacak. Artık sen de birkaç kelime daha konuşma zahmetine katlanırsın sanırım..." 

                "8.Yargı grubunun tüm dosyalarının içeriği yasalara uygun, tertemiz çıkarsa?..."

                "Bir nokta, bir virgül eksikliği her dosyada olur... Ber! Bunu sen benden daha iyi bilirsin."

                "Vay be!..." diyerek sonlandırdı bu diyalogu Ber. Bölük pörçük duyduğu bazı dedikoduların gerçekliğiyle yüzleşiyordu. Ve bu gerçeklik tüm çıplaklığıyla  karşısındaydı... Bu gücün değersiz de olsa bir ayağını kendisi oluşturuyordu. İçindeydi... Gücü bir kez daha duyumsadı. Derin soluma ve oluşan gururla göğsü kabardı. Yanında staj yaptığı Avukat Artsa'nın bir sözü aklına geldi;'Sodgom ülkesinde iyi avukat; hukuku iyi bilip, yorumlayan avukat demek değildir." demişti. 'Sodgom Ülkesinde iyi avukat; her türlü ilişkiyi kullanarak sonuç alabilen gruplardan en az biriyle bağlantıda olup, onların avukatlığını yapan kişidir.'

Gruplardan kastının ne olduğunu sorduğunda 'İsimlerin çok önemli olmadığını," belirtmişti. "Bunu gerçekleştirebilen  grubun rengi ve sesi önemli değil," demişti. "Bu bir Politik Grup, herhangi bir adla kurulmuş bir Derneksel grup, bir dini cemaat grubu, medya grubu, patron veya çalışan grubu, bir meslek grubu veya  herhangi bir görevli grup olabilirdi. Yeter ki, belirttiği gücü taşısın ve gerektiğinde Mafyamsı ilkeleri kullanabilsin!"

                Ber, Avukat Artsa'nın belirttiği gruplardan çoğuyla ilişki kurabilen güçle temastaydı ve kentte o gücü temsil eden liderin  biricik avukatıydı.

                Solkol, "Ber! Sendika başkanı gelmeden önce senden bir istirhamda bulunmak istiyorum," dedi. "Yalınız, bunun baba Maf'la ilgisi yok! Benim amcamın gariban komşularının işi... Yardımcı olup olmamakta serbestsin."

                "Lafımı olur!..." dedi, yapmacık kızgınlık sunumuyla Ber. "Elimden geleni yaparım."

                "Parasız bir iş!" dedi, yan gözleriyle Ber'i inceleyerek. "Avukat tutacak paraları yok. Adam, işten atılmış, ekmeğe muhtaçlar."

                Ber, parasal ortam sağlayan insanlara karşı ufak davalarda paradan fedakarlık yapmasını bilebilecek kadar meslekte deneyim edinmişti. Evet, kaz gelecek yerden tavuğu esirgememek gerekiyordu. Ber'de bu anlayışla, "Para sorun değil," dedi. "Gerekli masrafları da cebimden yaparım... Siz olay hakkında bilgi verebilir misiniz?"

                "Ayrıntıları bilmiyorum. Amcama söyleyeyim suçluların babalarıyla gelsin, görüşürsünüz." dedi. "Bildiğim kadarıyla; Küçük yaşlara sahip dört çocuk minibüs parası istedi diye silahlı gasp suçundan haklarında Anti-Hafif Yargı Grubunda dava açılmış."

                Ber, "Olayın daha farklı olması gerekiyor," diyerek hukuksal yorumda bulundu. "Yoksa; dilencilik suç da olsa bunun için bir gün bile içerde tutmazlar."

                "Her ne ise... Yarın geldiklerinde anlatırlar, gerekli incelemeyi yaparsın..."

                Ber, konuların birbirini takip etmesiyle bulamadığı fırsatı yakalaya-rak, sordu. "Solkol! Bir şey sormak istiyorum ama lütfen yanlış anlama-yın!" diyerek Solkol'un sunacaklarına dikkatini vermesini sağladıktan sonra, "Bazı  ilişkilerin nasıl yürüdüğünü..." hafiften gülümseyerek, "Biraz da sizlerin sayesinde öğrenmiş olduk... Sendikanın avukatlık işlerini almam iyice kesinleştikten sonra; elde edeceğim paralardan bir miktar komisyon vereceğimi sendika başkanına teklif etsem mi, diye düşünüyorum... "

                Solkol, işaret parmağını kaldırarak, "Sakın ha!.. Senin dürüstlüğünden şüphe etmeye başlar, güven kaybedersin," dedi. "Ayrıca senin vereceğin üç beş kuruşa tenezzül etmeyecek kadar geliri elde ediyor."

                Ber, alnında biriken teri elinin sırtıyla silerek, "Belki sizden çekinir, konuyu ben açayım mı diyecektim." dedi. " Madem öyle, böyle bir teklif de bulunmayacağım."

                Solkol, "Ya! Zaten sürekli bize işi düşüyor. Hem Bizim avukattan haraç alabilir mi? Valla gözünü oyarız."

                Bu esnada telsiz’ den yayıldığı anlaşılan gıcırtılı sesler duydular.

Solkol, "Sendika Başkanı geldi, sanırım." dedi.

Mus, içeri girdi. Beklediğiniz misafirler geldi, demesine fırsat kalmadı.

İçeri doluştular. Hava Enerjisi İşçi Sendikası Grubu Ad Kenti  İl Başkanı Soys ile 1.Yardımcısı Bağ, ülkede çok az kişide bulunan Leopar marka makam otomobilinin sürücüsü Badi...

Badi, özel sürücü konumundan çok özel koruma görüntüsü veriyordu.

Üçü de aynı giyim tarzıyla, aynı mağazalardan alışveriş  yaptıkları anlaşılıyordu. Siyah takım, siyah ayakkabı, siyah çorap, beyaz gömlek üzeri sarı kravat... Sarı kravat renginden dolayı ön plandaydı, dikkat çekiciydi.

Solkol ve Ber'le tokalaştıktan sonra her üçü aynı anda   siyah gözlüklerini çıkardılar. Her üçü de kuaförden yeni çıkmış gibi parlak ve bakımlı yüze sahiptiler. Tümünün gözbebekleri, her insana nasip olmayacak mavimtrak sarı rengindeydi. Lens olma olasılığı yüksekti. Sendikacı olmasalardı onlara en uygun mesleğin sinema artistliği olacağı muhakkaktı.

Sendika Başkanı Soys, konuşurken özellikle bakımlı bembeyaz dişlerini ortaya çıkarmak için sözcükleri ağzında yuvarlıyordu. Bu da bir özellikti. İnsan etkileme sanatında yeri olan davranışlardan biriydi. Belirli makamlara yükselmek, yükseldikten sonra tutunabilmek için Sodgom ülkesinde görüntü çok önemliydi. İçsellik ve beyin güzelliği bazen lazım olan kenar mahalle ürünüydü... Ancak günah çıkarmak için sözü edilebilen olgulardı. Bu yönde somutlaşan cümlelerin en etkileyicisi; 'Koşullar öyle gerektiriyor... Aslında kalbimiz çok temiz!...' idi ve yaygın olarak kullanılıyordu.

Ber; Soys'la ilk kez Maf'ın Restseyh'de vermiş olduğu yemekte tanışmışlardı. İkinci kez yüz yüze geliyordu. Bu kez karşılaşmaya resmiyet sürülmesi için Ber'in ofisinde diyalog kurmayı uygun bulmuşlardı. Ne de olsa avukatlar, 'Sodgom Yargı Vekilliği Yasası' ilgili maddesi uyarınca kamu hizmeti yapıyorlardı. Bu anlamıyla Ber'in ofisi Kamu Hizmeti gören bir yer oluyordu, kendiside kamu hizmeti ifa eden bir görevli. Ofise gelenlere ne denilmesi gerektiği konusunda Ber, içselinde sürekli tartışırdı. En çok ‘müşteri’ kavramını kullanırdı. Kamu hizmeti görmesi nedeniyle hizmet sunduklarına 'Vekil Eden,' kavramının oturmadığını düşünüyordu. Sodgom Ülkesinde Kamu Hizmeti Gören bazı kişilerin sivil halka veya sivil kişilere hitap ederken kullandığı 'Sayın... Saygıdeğer... Sevgili... Değerli..." gibi baş sözcükler değişiklik arz etse de son sözcük '...Yurttaş!' veya çoğul anlamda 'Yurttaşlar!...' olarak geliyordu. 'Yurttaş!' en iyi oturan kavramdı.

Devlet alacaklarını tahsil mevzuatına göre ise vergi ödeme anlamın-da 1.sınıf Sermayedar sayılıyorlardı. Bunun anlamı ise; bu sınıftan vergi ödemek zorundaydılar. Bir fabrikatörle eşit muamele görüyorlardı. Makbuz kesmek zorundaydılar. Bu haliyle ise, kamu hizmeti değil, ticari iş yapıyorlardı. Ticari iş de ise hizmet sunulana 'Müşteri' sıfatı veriliyordu. Aslında 'Müşteri' sözcüğü en uygunuydu. 'Evet'... Evet!... En uygunu galiba yine buydu...' Kendisini düşündü. geçimini temin etmek için elinde imkan olsaydı, bu mesleği seçmeyecekti. Etkileyici bir meslekti, ama yorucuydu. birçok grupla muhatap olmak zorundaydı. Avukatlık Meslek Grubunda ömür yaş ortalaması, diğer meslek gruplarından oldukça düşüktü. Bu mesleğin yorucu ve yıpratıcı olmasının kanıtıydı. Ber, bu durumda kamu hizmeti yapma amacı taşımadığını düşünerek, 'Müşteri' kavramını kullanmaya devam etmeyi kendisine önerdi.

Düşünce bitimi, Soys'un telsiz konuşmasının bitimiyle aynı ana rast gelmişti.

Az önce Telsiz’le yaptığı görüşmeleri dayanak göstererek "Ne kadar yoğun olduğumuzu görüyorsunuz." dedi. "İnanın bazı geceler birkaç saat ancak uyuyabiliyorum... Bu kadar çırpınmamıza rağmen  bazı işçilere hala yaranamıyoruz."

Ber, "Meyveli ağaç taşlanır," atasözünü seslendirdi.

Muhabbete giriş, güzellemeliydi. Çevredekilerin yüzlerini yumuşa-tıcıydı.

Soys, gülümseyerek kaldığı yerden devam etti. "Özellikle  çağın değiştiğini, globalleşme, yenileşme ve yeni dünya düzeni kavramlarını daha özümseyememiş bazı eski kafa dinozor işçilerle uğraşmaktan yöneticiler olarak bıktık," dedi. "Bunların sayısı da  ancak bir elin parmakları kadar, olmasına rağmen eski gelenekten geldiklerinden, bazı safdilleri etkileyebiliyorlar... Direniş, kanunsuz grev yollarına sapmamız için grup oluşturup kendi çaplarında bizleri zorlamaya çalışıyorlar, artık bunun batı’da olduğu gibi belli kuralları olduğunun farkında değiller." Bir el kaldırışı hareketi yaparak, "Körfez kriziyle bunun üstüne gelen DevMalDen-Y.Dom Holding’in götürdüğü trilyonlardan oluşan ekonomik kriz nedenleriyle bazı iş kollarında işverenler işçilerimizin aylıklarını geciktirince kıyamet koptu. Kanunsuz Grev yapalım denildi. 'Ülkenin fedakarlık beklediğini söyledik," anlamadılar. İşte körfez krizi de sona erdi. Saddam, 'Çok Uluslu Devlet' in koşullarını kabul etti. Şimdi geçmişte ödenmeyen aylıklarda ödeniyor... Mantıklı olmak lazım."

Ber, konuşma içeriğinden Başkanın boş olmadığını anlamıştı. Yanlış bir şeyler ağzından kaçırarak bir tartışma zemini doğurmanın yararı yoktu. "Tabi ki yeni dünya düzenini; ‘ben tanımıyorum, içinde yer almak istemiyorum,’ demek hayalciliktir." şeklinde soyut üslup tekniğini kullandı. Risk taşımayan bir tarzdı. Her zaman yararını görmüştü. "Doğu Bloğu ülkeleri dahi duvarlarını yıkmışken, halen eski fanatizmi devam ettirmek; devekuşu örneği, başı kuma sokmaktır. Değişimi yakalamak, yeni taktikler geliştirmek için güncel yapıyı iyi takip etmek gerekiyor. Önemli olan işveren ile işçi sendikaları arasında yapılacak toplu iş sözleşmeleri ön görüşmelerinde işçi lehine ne  haklar elde edilebilinir, kanımca bunun mücadelesini yapmak gerekiyor..."

Ber'e göre sol koltukta oturan Bağ’ın araya girmesiyle konuşması yarım kaldı, "Başkanım! Az zamanımız kaldı, misafirlerimiz otele varmış  olmalılar..."

"S... et..." dedi, Soys sinirli bir sesle. "Biraz da onlar bizi beklesin! Hatırlarsan, geçen toplantıya da onlar geç gelmişlerdi," dedikten sonra Ber’e tekrar dönerek, "Güzel konuştunuz... "dedi. "Aynı fikirdeyiz... Sizinle iyi anlaşacağız."

                Soys'un açıklamaları soru içermese de konu açmakla Ber’in yapısını ve tepkilerini ölçmek istediğini fark ettiriyordu.

                Ber'in içecek ikramında bulunma teklifini kibarca ret ettiler.

Ber, kafasına takılan ve karanlıkta kalan bir noktanın aydınlatılmasını istedi. "Yanlış anlamayın, lütfen!.. Size bir şey soracağım," diyerek başlangıç yaptı. "Sendikanızın işleri için Ad kenti avukatlarından bir meslektaşımın yakın zamana kadar ilgilendiğini biliyo-rum. Onunla çalışmaktan neden vazgeçtiniz? "

Soru orada bulunanlarda buz etkisi yaratmıştı.

                Soys yerine yardımcısı Bağ yanıtladı. "O konuya hiç girmeyelim isterseniz..." dedi. "Bazı işçileri bize karşı kışkırtmaya başlamıştı. El çektirmek zorunda kaldık. Bize  sizin gibi dürüst, çalışkan harbi bir insan lazım. Gerçi Baba Maf'ın referansı bile tek başına bizim için yeterli..."

                Ber, ortamı ısıtması gerektiğinin farkındaydı. Solkol'da bakışlarıyla bu mesajı verdi. "Meslektaş yanlış yapmış," dedi. "Bizim görevimiz kışkırtma değil, sorumluluklarımızı yerine getirmek olmalıdır. Bu konuda müsterih olabilirsiniz."

Soys, Solkol’a gözlerini dikerek, "Ya!... Daha önceden bu arkadaşla niye bağlantı kurmadık?" diyerek örtülü serzenişte bulundu. "Valla niye yalan söyleyeyim kanım çok ısındı kendisine." dedikten sonra Ber’e yeniden yönelerek, "Bir ara randevulaşalım, hep beraber yemeğe çıkalım..." dedi çapkınsal mimikli göz kırpışıyla. "Siz bekarsınız!... Bizler de evli bekarlardanız... Güzel piliçlerle eğleniriz? "

                Bulunanlar gerçek sevinç kahkahaları attılar.

Ber'in aklına Markız geldiyse de es geçti. İçselinde sonra tartışacağı bir konuydu; bu... "Neden olmasın, sevinirim," diyerek teklifi olumladı.

                Soys, asıl konuyu az sözcüklerle geçiştirdi. "Solkol Bey, size söz etmiştir. Sendikanın bildik işleri oluyor, onlarla ilgileneceksiniz. Sözleşmeli Avukat statüsünde olacaksınız. Bugünden itibaren aylık bin dolar tarafınıza ödenecek, ayrıca her iş ve dosya başına değerinin yüzde onu tutarında para alacaksınız. Karşı taraftan tahakkuk edebilecek avukatlık komisyon ücreti de size ait olacak. Yemekli, yemeksiz her toplantıya katılma ücretiniz ile telefonla da olsa danışma karşılığı ücretinizin takdirini bize bırakın... Memnun kalacağınızdan eminim. Teklife ne diyorsunuz?"

                Ber, ne diyeceğini şaşırdı. Kabul edecekti. Başka ne isteyebilirdi, 'Allah'tan belasını isteme dışında...'

                "Teşekkür ediyorum. Teveccühünüze layık olmaya çalışacağım."

                "O halde, sorun yok. Yarın bir ara Sendika binamıza gelirseniz sevinirim. Hazırda bulunan sözleşmeyi birlikte imzalayalım."

                "Yarın sizdeyim,"diyerek yanıtladı Ber isteği.

Bağ, toplantı saatini bir kez daha anımsattı...

Sendika görevlileri ile Solkol, Ber'le tokalaşarak ofisten ayrıldılar.

 

 

                                                                              ***

 

 

                Ber, önceden hazırladığı soruları yöneltiyordu. "Med! Arada telefonla beni arayıp masrafa giriyorsun," dedi. "Ekonomik durumunu bilmiyorum, ama ben de katkı sunmak istiyorum."

                "Senin parana ihtiyacım yok!"

                "Hayır! Hayır!... Yanlış anladın. Telefon numaranı bana bildirirsen, arada ben de seni arayabilirim..."

                "Beni kandıramazsın!"

                "Aylar oldu," dedi, Ber. "Hala sana güven aşılayamadım."

                "Sana güveniyorum!"

                "Sorun ne peki!"

Ber, ağzını ahizeden kısa bir an uzaklaştırarak derinlerden gelen soluğunu salıverdi. "Yüz yüze görüşme isteğimi reddediyorsun... Hadi bundan vazgeçtik telefon numaranı bile vermiyorsun!"

                Med,"Her şeyin bir zamanı var. O an geldiğinde isteğin gerçekleşecek... Sabır; yapılacak bir şey yoksa iyidir," dedi. "Hem telefonu sorun yapma, faturaları ödeyebilecek kadar param var... Biliyorsun, seninle telefonsuz iletişim de bulunma yeteneğim de var..."

Ber, heyecanlandı. "Evet! Altın sarısı yazılarla mesaj göndermiştin."

                "Seni korkutunca bu tür iletişimlerden vazgeçtim."

                "Korktuğumu inkar edemem," dedi. Sigarasından bir yudum daha duman çekti, bıraktı. "Hazırlıksız yakalanmıştım... Artık, bu tür iletilerden ürkeceğimi sanmıyorum... Benim korkum..." durakladı.

                "Evet!.." diyerek sözcüklerin devamını getirmesini istedi Med.

                Ber, "Benim korkum; senin hakkında fazla bir bilgi birikimine sahip olamayışım," dedi. "Diyaloglarımızdan edindiğim izlenimlerin hayalimde oluşturduğu sanal kişiliğinle, gerçek kişiliğin arasında  fark olabileceği ihtimali!"

                Med,"Sanal kişiliğim nasıllarmış bakalım?" diye sordu. Ses tonu alaycı makamdaydı.

                Ber, bozulduğunu yansıtmamaya çalışarak, "İçsel, dışsal ve beyinsel mükemmellik!" diyerek özetledi.

                "Kimse mükemmel değildir!"

                "Sanalım da oluşturduklarım sorgulanamaz." dedi, Ber. Sesi sertleş-mişti. Bam teline basılan bir kişinin ani tepkisini sunuyordu. "Sanalım eleştirilemez, denetlenemez, suçlanamaz, ayıplanamaz!"

Ber, aslında önceden hayalinde oluşmuş dişi kişiliği hiç görmediği  Med’de somutlaştırmıştı. Kızgınlığı bundan kaynaklanıyordu. 

                Med, "Hey! Ne oluyoruz, bir saniye!" diyerek, Ber'in bol virgüllü cümlesinin uzayıp gitmesini engelledi. "Bir gün beni gördüğünde ve tamamen tanıdığında benle sanalında oluşturduğun kişiliği karşılaştırırsın... Emin ol bu konuda hiçbir yorumda bulunmayacağım... Aynı veya farklı olsa da sanalın sana ait ve tepe tepe kullanmakta özgürsün."

                Tepkisinin ne kadar anlamsız ve gereksiz olduğunu düşünen Ber, "Boş bulundum..." diyerek özür diledi.

                Med, "Özrün kabul edildi," dedikten sonra "Fırından sinyaller geliyor, Kadayıfın altı kızarmış olmalı... Bakmak zorundayım, Kusura kalma..."

                "Bir saniye kapatma!..."

                "Evet! Beyim başka emriniz?..."

                Ber"Yine özür dilemem gerekiyor," dedi, mahcup ses tonuyla. "Heyecanıma veriniz... Size saygısızlık etme amacında değildim."

                "Sorun değil," dedi, Med. "İçselinizi okuyabiliyorum... Ayrıca bu tür ayrıntılara kafayı takacak biri de değilim... Seni dinliyorum?"

                Ber, "Biraz önceki sorumun yanıtını vermediniz." dedi. "Mer Kentinde bulunan arkadaşım avukat Artsa ile neden yakından ilgilenmem gerektiğini açıklamadınız."

                "Bu konuda ayrıntıya girmek istemiyorum," dedi. Med' in sesi bu kez otorite kokuyordu. "Bana güveniyorsan dediğimi yapmalısın. Onu ne kadar çok sevdiğini biliyorum... Hadi sana iyi akşamlar!"

                Ber'in "İyi akşamlar!"  karşılığını beklemeden telefonu kapadı.

                Ber, yenilgin bir savaşçı yorgunluğunu duyumsadı. Her akşam Med'in telefon edebileceği ihtimalini gözeterek, beyninde sorular hazırlı-yordu. Onun gizemini açığa çıkartabileceği, çözebileceği, çözülmesini sağlayabileceği ve hatta yüz yüze görüşme konusunda ikna edici etkilerde bulunabileceği, yönlendirici sorulardı bunlar.

En azından telefon numarasını bildirmesini sağlayarak, telefonun kurulu olduğu adresin tespitini yaparak, bir akşam kapısının ziline basmayı düşlüyordu.

Med’in kapının önünde endamını göstererek "Size nasıl yardımcı olabilirim?" sorusuna karşılık "Ben Ber!" yanıtını aldığında onun yüzünde oluşacak şaşkın ifadeyi zevkle izleyecekti, gözünü kırpıştırmadan, zile basmadan önce temizlediği gözlük mercekleriyle...

Ya kendisini tanıyorsa?... Bu ihtimalde yine şaşıracaktı. Bu kez; "Hayır!... Olamaz!... Ber!... Beni nasıl buldun?..." benzeri nidalı sözcükler kullanacağına  yüzde yüz emindi.

                Ya o tanıdık biri veya tanıdık birinin yakını çıkarsa?...  Galiba bu olasılıkta kendisi de en az Med kadar şaşıracaktı. Bu son olasılığı daha fazla irdelemek istemedi. Hoşuna gitmemişti....

                Soğutucudan  kendisine soğuk bir bira çıkardı. Kapak açacağını bulamadı. Dişleriyle açtı....

İlk çekişte çeyreğini bitirmişti.

İkinci çekişiyle bira yarılanmıştı.

Üçüncüsünde aynı başarıyı gösteremedi. Ufak bir yudum alabilmişti.

Elinde ki şişeyi sehpanın üzerine bıraktı. Koltuğa oturup öne doğru bükülerek, iki avucunun arasına yanaklarını aldı.

Neden bunu düşünememişti?...

Aptal yerine konmuştu...

Bazı çıkarımları anında elde edememe eksiği bireysel tarihinde yabana atılamayacak kadar çok yer kaplıyordu.

Med, içselini okuyabiliyordu...

Bunu kendiside itiraf etmişti.

Konuşma içeriği de bunu yansıtıyordu.

Ayrıca telepatik yetenekleri olduğunu belirtmişti.

Altın sarısı yazılarla, çalar saati kurmadığı gecenin sabahı uyandırma servisine uyandırılması gibi olaylarla bunu da kanıtlamıştı, önceden...

O halde ona bir şeyler açıklamasının ne anlamı vardı?...

Onun kendisine soru yönlendirmesi, açıklamalarını dinlemesinin ne anlamı vardı?...

Ondan istediği sonuçları elde etmek için önceden oluşturduğu taktiklere soru şablonlarına da gerek yoktu...

O!... İçselini gözetiyordu. Duyumsamalarını, düşüncelerini, algılamalarını kısaca tüm benliğini biliyordu.

Çevresini, yaşadıklarını biliyordu.

İnanmamakla birlikte; dediği gerçekse geleceğini de biliyordu.

Belki de şu anda ki düşündüklerini bile algılıyordu.

Markız'la olan birleşmesi sonrası "Mutlu oldun mu?" sorusunu  anımsadı.

Ber, zincirleme giden düşüncelerle kendinden, benliğinden uzaklaştığını hissetti. 

Neler düşünüyordu? Bu düşüncelerde yoğunlaştıkça kendisine yabancılaşıyor gibiydi. 

Bu hafta bu sorunu çözecekti. Güvenlik sistemlerinde uzman bir firmanın, evinde arama yapmasını sağlayacaktı. Çıplak gözle, deneyimsiz aramalarında kendisi bir şey bulamamıştı. Ama uzman tarayıcıların, en azından kendisini izleyen ve dinleyen bir göz kamerası ile verici bulabileceklerine adı gibi emindi.

 

 

                                                                              ***

 

Sonraki Sayfa

BU SITE;DANSÖZ KIVIRMALARI SITESININ UZANTISIDIR.