DANSÖZ KIVIRMALARI / Bahattin YILDIZ

5.SAYFA

1.SAYFA
2.SAYFA
3.SAYFA
4.SAYFA
5.SAYFA
6.SAYFA
7.SAYFA
8.SAYFA
9.SAYFA
10.SAYFA
11.SAYFA
12.SAYFA
13.SAYFA
14.SAYFA
15.SAYFA
16.SAYFA
17.SAYFA
18.SAYFA
19.SAYFA

Önceki Sayfa

12

 

 

                Avukat Artsa, perdeleri örtük karanlık odada altı adımda bir duvarla yüzleştiği git-gelli mesafeyi, onlarca kez arşınlamıştı...

Toparlanamamıştı...

Düşüncelerinden zorlanan beyninin daha çok kan gereksinimi nedeniyle, kalbinin tik takları ritmik vuruştan çıkmış, normalin üstünde ve bazen de altında çalışmaya başlamıştı...

Soluk alışverişleri buna uyum sağlamaya çabalıyordu...

Tükenmişliğin kaynağının salt ekonomik koşullarının iyi olmamasına bağladığı günler geçmiş de kalmıştı. Mesleğinde ki başarılı çalışmaları sonucu lüks sayılabilecek bir seviyeye ulaşmıştı. Sosyal konumunda dikey atlama sağlamıştı.

Artık iyi bir evi, arabası, yazlığı, ofisi ve artık çalışmasa da faiziyle geçinebileceği bankada mevcut sermayesi vardı.

 Tabi ki bu varlığında yine aynı meslekten olan ve birlikte çalıştığı eşi Katsa’nın da emeksel büyük yardımları olmuştu.

                Bu sonucu elde etmesi karşılığında bazı bedellerde ödemişti. Özellikle ekonomik durumlarının olumsuz olduğu yıllarda bundan kaynaklı stres, içsel sıkışma gibi etkiler;  astım, baş ağrısı gibi bedensel rahatsızlıkları yaratmıştı kendisinde. Olumlu ortamına  bu kötü miraslar da taşınmıştı.

Aylardır artık tüm işleri eşi ve yakın zamanda yanlarına aldıkları aylıklı ücretle çalışan bir meslektaşı devam ettirmekte, kendisi de iş enerjisinin oluştuğuna inandığı ender anlarda onlara yardımcı olmaktaydı.

Para kazanıp borçlarını ödemesi, asgari de olsa bireysel, ailesel ekonomik geleceğini sağlama alması anlamındaki amaçlarının gerçekleş-mesinden sonra para kazanmak anlamını yitirmişti.  

Üste çıkan düşünceleriyle, bastırılmış duyguları yıkılan bir barajdan akan suyun akış hızında tüm benliğini kaplamıştı. Artık mücadelesi kendisiyleydi. Çok zorlandığını hissediyordu. Sürekli değiştirdiği  yenilediği, geliştirdiği, bireysel savunma araçları, çoğunlukla başarısız kalıyordu.

İçindeki olumsuz oluşum nedeniyle eşiyle, müşteri ve arkadaş çevresiyle olan ekonomik sosyal ilişkileri de olumsuz etkilenmişti.

Sosyal ve mesleki ilişkilere vereceği enerji; kendisiyle uğraşına gerekliydi. Eşi, mesleki faaliyetleri yürütmeseydi belki de kendisine iş verecek müşterisi de kalmayacaktı. Eşi, bu anlamda onu kapatıyor, örtü-yordu...

İçinde oluşan kaosun farkındaydı. Ne okuduğu kitaplardan elde ettiği spirütüal bilgiler; ne gittiği uzman psikolog ve psikiyatriksilerin standart “çocukluğunda şu oldu mu?... Bu oldu mu?...” gibisinden şablon ve kendisine uymadığı onlarca da anlaşılan sorular ne de verilen yatıştırıcı ilaçlar işe yaramamıştı. verilen ilaçlar etkisi geçinceye kadar geçici rahatlatmalar sağlıyordu.

‘Çocukluğumda tecavüze uğramadım.. Mutlu bir  ortamda geçti çocukluğum... Çocukluğumda beni sarsacak korkularım olmadı... Çocukluğumda bana baskı yapan olmadı...” türünden yanıtları uzmanları da çaresiz bırakmıştı. Yanıtlar, uygulanacak şablon çözümlere kapı açmıyordu. ‘Yapabileceğimiz fazla bir şey yok,’ demişlerdi psikologlar çaresiz...

En son gittiği bir psikolog, “Ortamını değiştirir... Yeni amaçlar edinir ve bunun için uğraşırsan hayata bağlanabilirsin...” türünden önerdiği formül mantıklı gelmişti kendisine.

At yarışı, sayısal gibi şans oyunlarıyla oyalanmak için uğraşmaya başladı. Hatta mesleki değişiminin iyi olacağı kanısıyla önceden almış olduğu noterlik belgesinin sıraya alınması için ilgili kuruma dahi gönder-mişti. Bilgisayar da oyun oynamaya ve program dilleri öğrenmeye başlamıştı.

                Özel arkadaşı olan ve yıllardır bağlantıyı kopardığı Sevsar ile de arada görüşmeye başlamıştı... Ad Kentinde bulunan ve aynı meslek grubundan olan Sevsar’la haftada bir kez gerçekleştirdiği görüşmesinde Ber’e yakalanmamaya çalışıyordu. Onu çok sevmesine rağmen iyi koku aldığını biliyordu. ‘Evlisin... Ne gereği var?’  türünden telkinleriyle karşılaşmak istemiyordu. Telkinlere doygundu ve rahatsız ediciydi. Hatta Uçurumun kenarında düşmek üzere olduğu bir anda bile birinin kendisini uyarması yerine düşmeyi tercih edecek kadar nefret etmişti telkinlerden ve öğütlerden...

                Eşiyle gerçekleştiremediği fantezilerini Sevsar ile karşılayarak cinsel doygunluğa erişmesinin bilinçaltını açığa çıkmasını sağlayabileceğini ve bunun da  ruhsal sağlığına iyi gelebileceğini düşünüyordu...

                Fakat bunlarda kendisini geçici bir süre oyalamıştı. Hatta zararları daha çok olmuştu. Artık önüne koyduğu ve ulaşmayı istediği hedefleri bir kez daha tüketmişti. Aşırı doygunluk, aşırı umutsuzluğu sunmuştu. Gözünde her şey yine yapaylaşmıştı. Noterlik için kabul edilmesine ve tayin yeri belli olmasına rağmen gitmekten vazgeçmişti.

Akşam karanlığı çökmeden müşteri çevresinden olan üç arkadaşıyla şehir merkezine yakın deniz kenarındaki lokanta da dengesini kaybedinceye kadar gece yarılarına kadar içmek dışında kısmen de olsa kendisini rahatlatan hiç bir şey kalmamıştı...

                Aslında kendisine hitap etmeyen bu üç alkol arkadaşıyla sadece geyik muhabbeti yaptığı, kafasını meşgul etmeyen şeylerden konuşulduğu için pek rahatsızlık duymuyordu. Tıpkı “Karmaşık cinayet filmi izlerken oluşacak gerilimdense; sonucu baştan belli basit filmleri seyretme,” tercihi gibiydi bu... Muhabbetleri kendisini yormuyordu... Bu; belki de asıl kişiliği yerine farklı yapı oluşturma çabasıydı. Standart yurdum insanı olma arzusuydu; onlar gibi düşünme, eğlenme, aynı şeylerden zevk alma ve onların üzüldüğü şeylere üzülme yetilerini kazanma çabasıydı...

                Artsa, Katsa’nın kapıyı tıklatarak yumuşak ve şefkatli "Girebilir miyim?" sesiyle yoğun düşüncelerinden sıyrıldı. Kapıyı açtı. "Buyurun, Katsa Hanım!" dedi. "İçeri girmek için ne zamandan beri izin istemeye başladın?"

                Katsa, "Yine başlama... Ya!..." dedi aynı yumuşak ses tonuyla. "Arada şu odandan çıkıp bizlere yardımcı olsan... Yetiştirmemiz gereken yığınla iş var." .

                Artsa, "Ofise bir avukat daha aldık, halen işlerin yoğunluğundan şikayetçisin..." dedi alaycı ses tonuyla.  Katsa’nın parayı ne kadar çok sevdiğini bilerek onun bu hassas noktasına vuruş yaptı. "Yetmiyorsa bir arkadaş daha alalım. Biliyorsun her avukat alımı büronun kasasından her ay beş yüz dolar ücret çıkması anlamına geliyor,"

                Katsa, tartışma niyetinde değildi. "Her neyse...” dedi. Artsa’nın sevineceği haberi vermek onun gözlerinde oluşacak ışıltıyı görmek istiyordu. Ender zamanlarda gördüğü bir ışıltıydı bu. "Bir ziyaretçin var!”

                "Kim?"

                "En çok sevdiğin stajyerin..."

                "Yoksa!..." dedi, ışıltılı gözlerle. " Ber mi?..."

                "Ta kendisi!"

                Artsa, kapıda duran eşini omuzlarıyla sıyırarak salona yöneldi.

                Ber, onu görünce ayağa kalktı.

                Artsa; Ber’i görmekten mutlu olduğunu samimi sarılmalarla belirtti.

Kısa bir hoş geldin-hoş bulduk muhabbetinden sonra Katsa’nın diğer odaya gelmesini işaret etmesi üzerine Ber onun peşinden gitti.

Katsa, "Sen gelmeseydin, ben seni arayacaktım," dedi. ‘Artsa’nın olumsuz psikolojik durumunun, uzmanların dediğine göre intihar etme eğilimine kadar ulaştığını,’ belirtti. ‘Arada ki sıkı dostluk nedeniyle bir şekilde sıkıntılarını kendisine daha rahat açabileceğini’ de ekleyerek kendisinden yardımcı olmasını istiyordu. Katsa ilk kez bir istemde bulunuyordu, Ber’den.  Sesi ağlamaklı ve yalvarmalı özellikler barındırıyordu.

Bu minvalde süren karşılıklı kısa konuşmaları bittikten  sonra Artsa’nın bulunduğu odaya birlikte geri döndüler.

Artsa, konuşmaların içeriğini duymuş gibisinden bakıyordu. Sert çehresi yumuşamaya, daha sonra tebessüme dönüştü. Göz kırparak, "Ber! Taktik mi aldın?" diye sordu.

Ber, Artsa’nın bazı tekniklerini iyi biliyordu. Gülümseyerek laf alma ve daha sonra sinirlenerek ağzına geleni söylemesine bir kaç kez tanık olmuştu. Aile tartışmasını başlatan olmak istemiyordu. “Taktiklere ihtiyacım yok," dedi sert şekilde.  "Senin berbat durumunu konuştuk... Akşamcı arkadaşlarınla muhabbetini bugünlük askıya al! Bu akşam dışarıda sadece ikimiz içeceğiz."

 

 

                                                                              ***

 

 

                Balık lokantasındaki sıcak ve yakın karşılamadan; Artsa’nın buranın müdavimlerinden olduğu anlaşılıyordu. En gözde yere oturtuldular. Lokanta denize sıfırdı ve müşterilerin denizi tamamen  görmeleri için boydan boya ince çerçeveli camlı bölmelerle çevriliydi. Zemin ince toprakla kaplanmıştı. Tavanı camla kaplı, gökyüzünü gösterir nitelikteydi.

Müzik setinden, derinden çıkan klasik müzik sesi de ortamı tamam-lıyordu. 

İstenen mezeler ve büyük rakı masaya gelmekte gecikmedi.

Bir dubleyi bitirinceye kadar aralarında pek bir konuşma geçmemişti; denizi ve çevreyi izliyorlardı.

Ber, avukatlık stajını tamamladığı, denize kıyısı bulunan Mer kentine zorunlu askerlik görevi dönüşü yerleşmeye karar vermişken babasının, evi köyden Ad kentine taşıyacağı vaadi üzerine, bu kente ‘elveda’ demek zorunda kalmıştı. Uzun süredir görmediği, Ad kentine komşu bu kenti, özellikle denizinden dolayı çok seviyordu. Lokantanın açık pencerelerinden; doyamayacağını bile bile açık mavi renkli denizi iştahla seyrediyordu...

Güzel bir gündü. Güneş, denizin en son görünen noktasından usulca "İyi akşamlar," demeye hazırlanıyordu.

                Her ikisi de birbirlerine karşı yapacakları konuşmanın içeriğini düşünmeye başladılar. Okudukları kitaplar, dinledikleri ezgiler, hayata bakışları, iletişim yöntemleri, mantıksal kalıpları, abartıları, laf ve kavram oyunları benzerlik taşıyordu ve birbirlerini iyi tanıyorlardı.

Eşit değerde gücü olan iki boksörün karşılaşmalarında önceden birbirlerini yoklamalarına benzer şekilde usulcü soru-cevaplarla başlangıç yaptılar...

Bu şekildeki diyalog bir süre böyle devam etti. Ber, bunun zaman israfı olduğunu düşünerek oturumun asıl amacına yönelik soruyu aniden yöneltti. "Sıkıntılarını bana anlatmanı istiyorum." dedi. "Önceleri böyle değildin! N’oldu sana?.. Git gide batıyorsun!"

                Artsa, eleştirisel bakışıyla "Sen de mi Brütüs?" diye sordu.

"Beni başkalarıyla karıştırmanı istemiyorum!"

"Başkalarının sorgulama tekniğini kullandın!"

"Sana telkin ve tavsiyelerde bulunmayacağım," dedi. Sıcak pide ekmekten bir parça kopardı. "Bulunmamın da yararı olmayacağını bilecek kadar seni tanıyorum."

Artsa şekil değiştirmişti sanki. Gözlerindeki ak hafif kırmızıya dönüşmüştü. Ses emredici tondaydı."O halde bu tür konulara girme!"

Ber, sorularını atiye bıraktı. Uygun olmayan bir ortamda ona uygun olmayan soru ve açıklamaların anlamı yoktu. İyice sarhoş olmasını beklemeliydi. O sarhoş olduğunda kendi kurallarından ve duruşundan tavizler verirdi...

Ber, rakı dolu bardağını bir kez daha kaldırdı."İçmiyorsun, tükmüklüyorsun," dedi gülerek. "Hala aynı seviyede... Çek Mustafa çek!.."

Ber’in bardağına çın yapan Artsa, keyifle sordu. "Kokusundan sarhoş mu oldun yoksa?..." diye sordu. "Beni Mustafa’yla karıştırdın..."

"Gözlerime bak!... Sarhoş olmuş gözler mi bunlar?" Rakıdan az yudum alarak,"Ya! ne kiliseye ne camiye yaranabilmiş özgün müzik yapan bir sanatçının parçasında geçen bir sözü söyledim," dedi bir anda buruklaşan duruşuyla.

Artsa,"Hatırladım onu..." dedi saçlarını kaşıyarak. "Kitlesel lince tabi tutulunca yurtdışına kaçmak zorunda kalmıştı. Söyledikleri gerçeğin ifadesi olsa da uygun zaman ve yer seçiminde hata yapmıştı. Ayrıca uslüpten kaybetmişti."

                "Hafızana hayranım."

                Artsa, iltifata teşekkür etme gereği duymadı. Ber’in bardağını ve içişini izliyordu. "Ber! Beni tezgaha getirmeye çalışıyorsun!” diye bağırdı. Ber’in ‘ne oluyoruz?’  imajlı bakışları üzerine. "İçiyormuş gibi yapıyorsun... Ben üçüncü kadehi devirdim. Sen ise onlarca kez kadeh tokuşturmana  rağmen hala birinci dublenin yarısındasın.”

                Bu kadar dikkatli gözlemci olanını da daha tanımamıştı, Ber. "Ama..." diyerek, itiraz etti, Ber. "Ben usulca içerim, senin sayına yetişirim...”

                Artsa, ikna olmamıştı. "Üçüncü kadehe kadar sen  gelinceye bekle-yeceğim..."

                Ber, inatlaşmak istemedi. Bir çaresini bulacaktı. Beşinci kadehe geldiğinde zom olacağını biliyordu. Artsa kadar içkiye dayanaklı değildi. Bu durumda oturumdan pek bir sonuç alamayacak; Artsa’nın sıkıntılarını dinleme amacını gerçekleştiremediği gibi kendi sıkıntılarını anlatacaktı ona. Ber, sarhoş olduğunda sıkıntılarını süsleyerek anlatmayı çok severdi.

                Artsa’nın, lavaboya gitmesini fırsat bilerek dolu ikinci dublesinde bir yudum bırakıp gerisini yere boca etti. Geldiğinde üçüncü kadehe geçecekti.

                Artsa’nın lavabo dönüşü verdiği okkalı selamını, laubali tarzda ve ayağa kalkarak aldı. Yöresel bir geleneğin ‘Ti’ye alınmasıydı bu. Sürekli yaparlardı. Bu davranışı her gördüklerinde komik gelirdi kendilerine... Bir dakika önce beraber oldukları birinin geri dönüşünde sanki yeni karşılaş-mışlar gibi selam vermesine aynı filmin karesini yeniden izlenmesi gibi geliyordu...

                Ber, ikinci kadehin kalan son yudumunu içti. Üçüncü dubleyi Artsa’ya göstererek doldurdu.

Artsa, onun üçüncü kadehini bitirmesini bekleyebilecek sabrı kendisinde bulamadı. Dördüncü dublesini doldururken Ber’i; "Bana yetiş!” diyerek uyardı...

Ber, "HalkaYalSöyle Partisindeki uğraşın nasıl gidiyor?” diye sordu.

"İstifa ettim!.”

"Neden?"

"Diğer partilerden farkları yoktu!" dedi. Elindeki çatalla havada kavis çizdi. Sinirden kaynaklanan tepkisel davranışıydı bu. Ber alışkındı, garipsemedi. "Muhalefetteyken seçmene verdikleri sözleri iktidara geldiklerinde yerine getirmedikleri gibi tersine icraat yapmaya başladılar."

"Politikada olağan şeyler...”

"Bu partinin diğer partilerden  çok farklı olduğuna inanıyordum." dedi Artsa. "Emeklerime üzülüyorum."

"Boşveerrr! Üzme tatlı canını. İdeallerin için bundan sonraki eforu-nu, uğraşını ‘Sivilizasyon Bağımsız Özgür Düşünce Derneği’ndeki‘ 2.Başkanlık görevinde yoğunlaştırırsın."

"Oradan da istifa ettim." Balıktan ağzına aldığı lokmayı çiğnerken kılçıkları da ezmesi nedeniyle buna uyan çıtır sesler geliyordu. Peçeteyle ağzını sildi. "Sen sormadan ben söyleyeyim;  Bilim Geliştirme, Yenileş-me, Makul çoğunluk, Sessiz çoğunluk, Bağımsız Sodgom derneklerinden  de istifa ettim."

Ber’in bu istifalardan haberi olmamıştı. "Dört beş kez, neden? diye sormam gerekiyor," dedi.

Artsa, "Ber! Sen beni tanırsın," gereksiz cümlesini kullandı.  "Yurttaşa ait olandan kendisi için bir şey isteyen namertlerden değilim..."

Ber, bu lafı kahkahalarla karşıladı. Bir kaç saniye süren kahkahalar kendi kulağında, Artsa’da ve sonrada lokanta da bulunan diğer müşterilerin kulağında çınladı. "Seni iyi tanıyorum.." dedi. "Aynı zamanda olan rakıyı bitirttirip, ‘rakı vardı da biz mi içtik?’ diyenlerden de değilsin."

Artsa, espriye gülümsedi. "Ağzımdan dökülen bazı kelimelerin kuyruğuna takılarak muhabbeti sulandıracaksan devam etmeyeyim... " diyerek uyardı. Ber’in bozulduğu sanısıyla, yumuşak bir geçiş yaptı. "Seni uyarmasam yetmiş sente muhtaç olduk, yollar... özdeyişlere de başlarsın."

Artsa açılmıştı, Ber’in özel gayretlerine gerek kalmamıştı. Engellememesi yeterliydi.

Artsa, yeniden bir rakı istedi. Garson gereğini yerine getirdi.

Artsa, beşinci dublesinden bir yudum daha aldıktan sonra, "Evet! Nerede kalmıştık?..." dedi kaldığı yeri bilen emin tavırlarla. "Sodgom Ülkesinin kirliliğinin az veya çok her yere yansıdığını bilebilecek kadar realisttim. Benim de içinde bulunduğum partiye, dernek ve örgütlere azda olsa yansımış olabileceğini kabul edebilirdim..." devamını getirme-den bir yudum daha çekip ‘Oh be!’ dedikten sonra "Sodgom’un kötü yanlarından sorumlu gruplara karşı mücadele etme ve düzenin kötü yanlarını törpüleyerek yerine iyi ve gerçek demokrasinin yerleşmesi amacıyla kurulmuş olan örgütlenmelerin aslında bir şekilde yine ipleri ellerinde bulunduran bazı kötü gruplara hizmet ettiğini kavradım."

Ber, garip şeyler duyuyordu, Artsa’dan. Heyecanlandı. Bu kez gerçek bir içici gibi davrandı. Bir çekişte çeyrek rakıyı boca etti. "Üyeler görüşlerinin haini mi çıktı?"

"Hayır!... Hayır!... Bir çoğunu tenzih ederim." dedi Artsa. Yanlış anlaşılmanın verdiği isyankar tepkili el kol hareketleriyle. "Bir ekonomis-tin sözünü ettiği ‘Gizli El’ kavramını fakülteden anımsıyorsundur.

"Evet! Bu kavramın yabancısı değilim, " dedi Ber. Hatta bayağı yakınım olan bir kavram diyecekti, vazgeçti. Med’den söz etmemeliydi...

"İşte bu kavramın aslında her alanda geçerli olduğuna yaşadıklarım-la tamamıyla ikna oldum." Artsa, alkolün de tesiriyle düşünselindekileri tamamıyla yansıtacak kelimeleri bulmakta güçlük çekiyordu. "Gizli el etki tepki kavramlarını çok iyi bilen ve kullanabilen bir soyut kavram... İstediklerini gerçekleştirmek için neleri yapmasını biliyor... İstediği ortamı sağlayabiliyor... Diyelim ki; gizli el, güvenlikle ilgili bir yasa değişikliği yapılmasını istiyor... Bu değişikliği normalde halk ve halkın temsilcileri olan yasa koyucular kabul etmeyecek... Toplumda bulunan bazı grupların hassas noktalarına vuruş yaparak etkilemelerde bulunuyorlar. Bunun karşılığında bekledikleri tepki gösterme doğal sürecinde işi daha fazla alevlendiriyorlar. Oluşan kaos ortamı nedeniyle gerek toplumun  çoğunluğu gerekse yasakoyucu halk temsilcileri büyük çoğunlukla böyle bir yasanın ortaya çıkması gerektiği inancına varıyor...."

Ber, konuşmasına ilgisiz kalmadığını "Yoktan var etme gibi bir şey..." diyerek duyumsattı.

Artsa çözülmüştü. Belki de birikmelerini salıverebileceği ortamı bulmuştu. "Bunlardan istifa ederek rahatlayacağımı, benliğimi kazanacağımı sanıyordum," diye devam etti. "Artık öznel de kendim için de aynı düşünceleri taşıyorum ama benliğimden istifa edemiyorum. Ölüm dışında bu mümkün değil."

                Ber, işte asıl konuya geliyor diye düşündü. Düzeneği bozmamalıydı. Kendiliğinden, oturum amacına yaklaşıyordu. "Sıhhatine!" diyerek dördüncü dublesini doldurduğu bardağı, Artsa’nın altıncı dublesini taşıyan bardağına vurdu.

                Artsa, artık Ber’in içtiği dubleleri saymıyordu. Gözü; önündeki tabakta bulunan balık kılçıklarına sabitlenmiş halde anlatımına devam ediyordu. "Kendimi sürüde güdülen bir koyun, akarsuda bir su taneciği, rüzgar önündeki bir yaprak gibi hissediyorum... Hep bir şeylere sürüklenmiş, sürüklenmekte olan bir nesne gibiyim sanki. Çocukluğum-dan beri devamlı bir şeyler yapmak zorunda bırakılmış hatta hukuk dalında öğrenimimi, avukatlık mesleğimi evliliğimi... kendime ait tercihlerim dediğim bir çok şeyin aslında bana bir şekilde dayatıldığını çevrenin, arkadaşların, ve daha bir çok öğenin bu yönde etkilemiş olduğunu... Başkalarının öngördüklerini seçmek zorunda kaldığımın farkına vardım. Bunu görmeyene yaşam doğal  gelebilir. Fakat ben farkındayım ve aksine hareket edememek beni çökertiyor. Diyorum ki, bu yaşam biçimi benim tercih ettiğim yaşam biçimi değil. Seçme özgürlüğüm; hangi ülkede, hangi anne babadan olacağım seçeneğine sahip olamadığım cenin döneminden başlamak üzere hiçbir zaman olmadı, olmayacak da... "

                Ber’in gözleri kayıyordu. Kapanmaması için sürekli çaba harcıyordu. Düşüncelerinin bu duruma uygun hareket etmemesi ise avantajıydı. Düşünüyor ve algılayabiliyordu. "Anlattıkların tüm insanlar için geçerli olandan... Herkes senin gibi düşünürse toplumda mutlu insan kalmaz,." dedi.

"Beni diğer insanlar ilgilendirmiyor artık..."

"Psikologlara gittiğini biliyorum... İnanmadığını bilmekle beraber bir hocaya filan gitsen... Bazen sonuç alanları duyuyorum."

Ber’in son sözleri Artsa’nın somurtkanlaşan yüzünü alaycı biçime

dönüştürdü. "Yoksa sen de bazıları gibi beni cin çarpmış mı sanıyorsun?" dedi. "Hocaya gitmeyeceğimi biliyorsun. Belki  bu tür şeylere inanan kişide olumlu etki yaratabilir. Ama artık hiçbir bilgi, telkinin  bana yararı olacağına inanmıyorum. Hatta, bundan sonrası için elime tüm kaderimi, geleceğimi tayin etme hakkımı verseler dahi... "

                "İstediğin ne senin?..." diye sordu. Umutsuzluğa kapılmıştı. Eğer gerçekten söyledikleri iç yapısını yansıtıyorsa o tükenmişti ve onun için kendiside dahil kimsenin yapabileceği fazla bir şey yoktu. "Sözünü ettiğin olumsuzlukları yok etme gücüne sahip olsan da mı?..."

Artsa, "Evet!" diyerek homurdandı. "Artık ölüm yok edilmedikçe hayatın anlamı olamaz, sabit düşüncesindeyim ben... Hayatın katili ölümü yok etmek de mümkün değil..."

                Katsa’nın son zamanlarda pek konuşmuyor dediği kişi bu muydu diye şüpheye düştü... Ber, Artsa’nın son söylediklerini daha bir dikkatle dinlediğini, biçimsel anlamda da göstermek için masada bulunan içki ve mezelerden almamaya başlamıştı. Bir an kendini hasta dinleyen doktor gibi hissetti. "Senin aklına bir çözüm gelmiyor mu?" diyerek soru yöneltti, Artsa’ya.

                Artsa bu soruyu bekliyor gibiydi. "Ancak, benimde tercihlerim göz önüne alınarak yeniden doğuşum sağlanırsa... Belki..."dedi. Bir anda canlanır gibi oldu, silkindi. "Neyse bunları boş ver... Başka şeylerden söz edelim..."

                Ber boşalan bardağının garson tarafından tazelenmesini engelledi. "Gitsek, diyorum... Arabayla geldim biliyorsun daha fazla içersem sanırım Ad kentine hiç varamayabilirim..." Az sonra söylediğine pişman olacağı sözleri ekledi."Senin gibi hayattan daha bıkmadık!..."

                Gözlerini kırpıştıran Artsa, "Pislik yapma!" dedi gülerek.

 

 

                                                                              ***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                                                              13

 

 

                "Yaşasııııııııınnn!... Helaaalllll!...." nidaları yükseliyordu; Anti-Hafif 8.Yargılama Grubu  Duruşma salonundan...

Ber, gülen gözleriyle, dikleşmiş kulaklarıyla, izleyici locasında bulunan kalabalığın sevinçle dolu yüzlerini ve haykırışlarını zevkle gözlüyor ve dinliyordu.

Tıpkı tarihi filmlerde izlediği Roma Gladyatör dövüşlerinin gerçekleştirildiği arenada bulunan kalabalık seyircilerin minimize edilmiş hali  gibiydiler... Birbirlerinden farklı konumlarda oldukları değişik kıyafetleri ve tiplerinden belli olan bu insanlar halkın her tür katmanının-dan Maf’ın  temsilcileriydiler.

Haberci, sessiz bir şekilde salonu boşaltmalarını bağırarak duyurdu. Bağırmaya alışkın olan bir ses tonuydu bu...

                Ber, kalabalığın salonu boşaltması sonrası çıktı. Salon kapısından koridora ayağını atmasıyla, kendisini havada bulması bir olmuştu. Bazılarını tanımadığı kişilerden oluşan grup elleriyle kendisini havaya kaldırıp, "En büyük avukat bizim avukat!.." diye bağırmaya başlamışlardı. Çevrede bulunanlar bağırtılara alkışlarla destek veriyorlardı.

                Ber’in başlara dokunarak, indirilmesi için uyarması boşunaydı.  Grup, bu uyarılara olumlu tepki verecek konumda değildi. Sonucun verdiği sevinçle coşmuş bireylerden oluşan kalabalığın birbiriyle de bu neşeyi paylaşmaları sonucunda ortaya çıkan çok yoğun grup sevinciyle tümünün başları dumanlıydı. Artık bireyler kendi psikolojilerini bırakarak munzam, muazzam, müşterek ve müteselsil grup psikolojisiyle hareket ediyorlardı. Bu ortamda birey bir hiçti. Bulunan bireylerden ayrık, ama birbirlerinden etkili grup psikolojisi etkindi. Onlar, bu etkiyle Ber’in ‘Yeter!... İndirin!...’ nidalarını duymuyorlardı. Ber’in başlarına hafiften dokunarak indirmesi yönündeki talepleri iplemiyorlardı. Ber, düşeceği korkusunu hissediyordu. Bu tür davranış biçimlerini oldum olası sevmezdi. Başarının karşılığında gülümser bir yüz yeterliydi.

                Belinden kavrayan iki kol, kendisini yukarıya kaldırmış diğer kollardan kurtardı. Neredeyse çekerek kendisini aşağı indirdi bu kollar.. Bu kollardan bir Sağkol’a, diğeri Solkol’a aitti.

                Önce Solkol, sonra Sağkol sarıldı kendisine... Ber’e tebriklerini sunuyor, birbirlerinin sevinçlerini paylaşıyorlardı.

                "Maf! Bu habere çok sevinecek!" dedi Sağkol.

                Maf’ın yeğeni son duruşmada hem serbest bırakılmış, hem de suçsuzluğuna kanaat getirilerek beraat ettirilmişti. Beş yargı üyesi ile yeni tayin olan yargı başkanının bu yönde oy kullanmasıyla yarıdan bir fazla çoğunlukla gerçekleşmişti, istenen ve beklenen sonuç..

SahFail’in bu suçu işlediğine dair dinletilen son iki yalancı tanığında büyük yararı olmuştu.

SahFail’e ise adam öldürmeden dolayı verilen cezadan samimi itirafları, öldürdüğü kişinin tahriklerinin olaya sebep olması gibi hususlar göz önüne alınarak yirmi dört yıllık cezası brüt on iki yıla indirilmiş, halk arasında mahpushane olarak bilinen Tut-Bırakma Kursevi’nde herhangi bir hatası görülmediği takdirde dört yıl sekiz ay net yattıktan sonra salıverilecekti.

Bu sürenin kendisi için keyifli geçeceğini biliyordu sonuca en çok sevinen SahFail... Bu cezayı almasaydı, ekonomik ikbali önceki yazgısına uygun sürecekti... Yine sokaklarda aç sefil dolaşacak, iş bulamayacak, akşam eşinin azarlayıcı bağırtılarını dinleyecekti.

Maf, gerekli ilgiyi gösterecekti. Özel koğuş bile kurduracaktı... Televizyonda seyretmediği filmlerin video kasetlerini ve televizyonda ki maçları soğuk birasını yudumlarken izleyecek, ömründe yemediği yiyeceklerle karnını doyuracaktı. Dışarıdaki ailesine de yüklü para verilecek, ev almaları sağlanacaktı. Tüm aile giderleri ölünceye kadar Maf tarafından karşılanacaktı. Bunun için bir kaç senenin lafı mı olurdu. Bu verilenler karşısında dört yıl sekiz aylık ömür devede kulak bir bedeldi. Parası olmayan için dışarısı da büyük bir Tut-Bırakma Kursevi’ydi, Hiç olmazsa yatarak para kazanacaktı ve ailesinin geleceğini bu şekilde temin  edecekti.

                Ber’e yönelerek, "Hadi gidelim," dedi Sağkol.

                Ber, saatine bakarak, "Benim başka duruşmalarımda var," dedi. "Sonra görüşürüz."

                "Benim amcamın komşularıyla ilgili olan duruşma mı?..." diye sordu Solkol.

                Ber,"Evet! O da var," diyerek yanıtladı.

                Solkol çevreye göz gezdirerek, "Sonucu sonra senden alırım," dedi. "Yargının verdiği sonuçtan memnun olmayanlar olabilir. Etraf kızışmadan gönüldaşlarımızı daha fazla adalet binasında bekletmeyelim."

                Solkol, bekleyen kalabalığa dağılmalarını emretti. Sağkol’da aynı yönde çağrıda bulundu.

                Maf’ın yeğeninin dosyası Anti-Hafif 8.Yargılama salonunda alınan ilk dosyaydı. Has, Hüs, Bes, Kur isimli sanıkların "Gasp Suçu" na ilişkin dosyası Anti-Hafif 7.Yargılama Grubu Salonundaydı. Maf’ın yeğeninin bulunduğu salonda görüşülme durumu olsaydı, beklemeden onu da aldırmış olacaktı... Zorunlu 7.Yargılama Grubu duruşma salonuna yöneldi...

 

Bir buçuk saati aşkın bir süre beklemesine rağmen sırası gelmemişti. İki kez tuvalete gitmiş, yargı binasının bahçesinde sigaralar içmiş, sanık çocukların babalarıyla konuşmuş olmasına rağmen kendi dosyasının alınacağı meçhul ana kadar olan zamanı bir türlü tüketememişti Ber.

Sırası gelen dosyalar, seri halde ele alınsada, daha yarısı bile bitirilememişti. Ber, içinden “İyi ki yargıç olmamışım..." diye düşündü. Bu kadar dosyayla uğraşmak... Bir günde yüzlerce dosyanın duruşmasını yapması halinde; karmaşıklaşan beyniyle adil karar verebileceği konusunda kuşkuluydu....

Yargı Bakanlığının, yargı sektöründe açılan davalardan aldığı harçlar ve bir takım vergilerle çok para kazanmasına rağmen halen az sayıda Yargıç’lar yetersiz görevli ve standartlara uymayan bina ve salonlarla iktifa etmesini... sürekli düşünür. Bir anlam veremezdi.

Has, Hüs, Bes ve Kur’un suçlu olarak yargılandıkları davanın; bugün son duruşmasıydı. Eksiklikler tamamlanmış, yapılacak başka bir araştırma kalmamıştı. Ber, nasıl bir karar çıkacağından pek emin değildi. Med’in Hüs dışındakilerin ceza alacağı yönündeki kehaneti nedeniyle midesini bulandırmıştı.

İlk duruşma Devlet avukatının suçlama belgesinin okunmasıyla başlamıştı. Suçlama “silahlı ve toplu halde gasp eylemini gerçekleştir-mekti.” Şikayetçi-mağdur gelmemişti... Sanıkların ifadeleri sırasıyla alınmış. Sıra Ber’e geldiğinde “Müşterilerine yönelik Devlet avukatının suçlamalarını kabul etmediğini, olayın sadece bir para yardımı isteme; tabiri caizse dilencilik türünden bir eylem olduğunu, buna karşılık şikayetçi Yalşik’in fiziki güç kullanması karşısında müşterilerinden Bes’in korkutma amacıyla çakısını salladığını bu esnada güvenlik ekibinin geldiğini,” ayrıntılarıyla belirtmiş ve “serbest bırakılmalarını” talep etmişti.

 Yargı Grubu, "Serbest bırakılma isteminin reddine, sanıkların nüfus ve sabıka bilgilerinin gerekli kurumlardan istenmesine, şikayetçi Yalşik’in duruşmaya bir kez daha çağrılmasına ve yirmi sekiz gün sonraki bir gün yeniden duruşma yapılmasına” karar vermişti.

                Ber, sanık müşterilerinin babalarına, "Bakın bu olay önemli... Şikayetçi Yalşik’le bir şekilde bağlantıya geçin, gerekirse para teklif edin, önümüzdeki duruşma günü yargı salonuna gelerek doğrusunu anlatsın, şikayetten vazgeçsin. Aksi halde on beş ile yirmi sene arasında ağır hapis cezası verilebilir... Ayrıca olayın seyri hakkında görgü tanıkları bulabilirseniz iyi olur." diye sıkı sıkı tembih de bulunmuştu.

                Özellikle; Has ile Hüs isimli kardeş sanıkların babası; HasHüsBab, gerekli uğraşı vereceğini belirtmesine rağmen ne bir tanık bulabilmiş ne de Yalşik isimli şikayetçi ile bağlantı kurmasına rağmen olumlu sonuç alabilmişti.  Yalşik, "Vahim durumdan menfaat elde etme amacıyla," büyük yekün tutan para istemişti. Sanıkların babalarının böyle büyük bir parayı ödeyemeyecek kadar gariban olduklarını bile bile... Şikayetçi olan şahsı ikna edememişlerdi. Güvenlik merkezinde verdiği ifadeyi aynen tekrarlayacaktı.

Beklenen, ikinci duruşmada gerçekleşti. Yalşik, "İsimlerini sonradan öğrendiği, Has, Bes, Kur’un hep birlikte üzerine çullandıklarını, Bes’in elindeki bıçakla kendisini tehdit ederek para istediğini... Hatta bir miktar para vermek zorunda kaldığını... Bu anda güvenlik ekibinin yetiştiği..." doğrultusunda çoğu yalan içerikli ifadede bulunmuştu. Yargı  grubu; "Sanık avukatının serbest bırakılma isteminin reddine, sanıkların nüfus ve sabıka bilgilerinin gerekli kurumlardan yanıt gelmediğinden yeniden istenmesine, oturumun  yirmi sekiz gün sonraki güne bırakılmasına..." karar vermişti.

                Ertelenen gün bugündü... Maf’ın yeğeniyle ilgili elde edilen sevindirici sonucun bu dosya ile gölgelenmesi hoşuna gitmeyecekti, Ber’in.

                Sıra Ber’in ilgili olduğu dosyaya gelmişti...

                Devlet avukatı; "Şikayetçi ile yakın temasta olmayan Hüs dışında diğer sanıkların silahlı gasp suçundan yirmi yıl hapsini istedi..."

                Ber, esasa yönelik son savunmasında, "Sanıkların ‘silahlı gasp’ suçunu işleme niyetleri, kastları olmadığını, sadece Has, isimli sanığın şikayetçi şahıstan yol parası istediği..." yönünde ayrıntılı açıklamalarda bulunuyordu. 

                Arada duraklıyor, Yargı Başkanı ve üyeleri ile devlet avukatının üzerinde bıraktığı etkiyi algılamaya çalışıyordu. Algılamaları, savunma-sında bazen tökezlenmesine neden  oluyordu; “Ah! Şu avukatlar!... Bal gibi yapmışlar işte... Ayrıntıya ne gerek var... Suçlu oldukları tiplerinden bile okunuyor..." gibi duyumsamaları dikkatini dağıtıyordu. Bu durum Ber’in ses düzeneğinin sertleşmesine neden olmaktaydı. En son Hüs’ün ise hiçbir şekilde ve şikayetçi şahsında belirttiği üzere, Yalşik’le yakın temasta olmadığını ekledi... 

Karar açıklandı... Karar açıklanırken saygı anlamında ayağa kalkılması yasada düzenlenmiş uyulması gereken kurallardandı.... Zorunlu saygısal kurala salonda bulunanlarda uydu...  Yargı Başkanı ve üyelerinin oy birliğiyle aldıkları karar gereği düşünüldü başlığından sonra okunmaya başlandı.

"Toplanan kanıtlar, dosya kapsamı, müştekinin ifadesi, suçüstü hali ve sanıkların tevil yolu ile ikrarları nedeniyle müsnet suçtan Has, Kur, Bes’in her birine yirmi yıl ağır hapis cezası, yaşlarının küçük olması ve önceden hiçbir suç işlememiş olmaları göz önüne alınarak yasal indirimlerin yapılmasına sonuçta on altı yıl anti-hafif hapis cezasına mahkumiyetlerine... Olaya bizzat veya yardımcı olarak iştirak etmeyen Hüs hakkında ise suçsuz bulunup beraatine ve serbest bırakılmasına karar verilmiştir."

Kararı sanıkların yakınları gözyaşlarıyla karşıladılar.

Ber, hüzünle karşıladı. Elinin titremesi, kirpiklerinin atması tiki kısa bir süre devam etti. Karar verilmesine rağmen anormal bir davranış gösteren Ber, "Ama suçsuzlar!..." dedi ünlemli bir ses tonuyla.

Bu tür davranışa verilebilecek en yumuşak tepki gelmekte gecikme-di. Yargı başkanı."Kararı beğenmiyorsanız Yüksek Denetleme Yargısına  gönderme şansınız var!" dedi azarlar şekilde...

                Salon dışına çıktığında sanıkların yakınlarının yüz kırışıklığından olanları anlatmaya gereksinim duymadı Ber... Nihayetinde onlar da izlemişti. Duymuşlardı kararı...

                HasHüsBab, ince kıvrımlar halinde akan gözyaşını silme gereği duymadan, "Bu nasıl yasadır, anlamıyorum..." dedi... Zor konuşturur... Sıkıntılı hal; bazen düşünceleri tam karşılayan sözcükler üretir... Izdırap; insanı ozan yapar, şair yapar... Ressam yapar...  Kekeme insanı; türküleri en iyi tarzda yorumlayan güzel sese dönüştürür... Önceki konuşmalarında doğal kekeme HasHüsBab’ın dili çözülmüştü. "Daha geçen aylar devleti ve milleti soyanlara iki ay ceza verilmişken bir dolmuş parası için bu kadar ceza verilir mi? Bu nasıl yargı?... Bu nasıl adalet?... Yazık değil mi?..."

Ber, avukat olarak yargının; "İddia-Savunma-Karar," dan oluşan üç  sacayağından biri olan "Savunma" sacayağını temsil ediyordu. Eleştiri kendisini de kapsıyordu. ‘Bir şeyi temsil ediyorsan, her ne olursa olsun, eleştirilere karşı temsil ettiğin şeyi savunmak zorunda’ olma ilkesine uydu. "Yargı başkanı ve üyelerle ile ilgili bir olay değil... " dedi. Alnında biriken terleri elinin tersiyle silerek, "Gerçi silahlı gaspa sokulmayabilirlerdi... Ama olayı öyle yorumlayıp  takdirlerini bu yönde kullandılar. Bir suç sabit olduğunda onun karşılığında bulunan maddede ne ceza yazıyorsa Yargı ona karar vermek zorundadır.  Silahlı gaspla ilgili cezanın asgarisini verdiler...  Buna da şükür...  Bir umut, bozulması için  Yüksek Yargı Denetlemesine göndereceğim, bozulursa ne ala... dedi Ber kısık sesle. 

                Bes’in babası; BesBab’ da HasHüsBab’ın kanısını destekler içerikte, "Ekonomik kriz nedeniyle işten atılmasaydık..." Olumsuz Düşüncelerin, olumsuz duygularla benzeşmesinden olması gereken gerçekleşti. Ağlaması cümlesini yarım bıraktı. Ama yarım kalmasına razı olmadı. "Çocuklarımızın cebinde dolmuş parası olacaktı.   Bir dolmuş parası için çocuklarımızı bu hale getirenler ve soygunculara sessiz kalanlar utansın," dedi. Rahatlamamıştı, rahatlamadan da Ber’i bırakmak istemiyordu. Ber, avukat olarak sacayaklardan birini temsil ediyordu. Ama, bu sacayak düşünce ve duygularını ifade etmesinden dolayı kendilerine zarar vermeyecekti. Ber’e korkmadan anlatabilirdi. "Tüm bunlara neden olanlar, garibanlaşan insanların işlemiş olduğu suçların her birinden; ceza almalılar, çocuğumun aldığı cezadan dolayı bu duruma düşürenler de aynı cezayı almalılaaarrrr!..."

Ber, hukukçuydu ve siyasi polemiğe girmek istemiyordu. Ayrıca; anlatılanlara karşı söyleyebileceği bir şey de yoktu.. "Geçmiş olsun!" dilekleriyle ayrıldı. Bir başka dosyasının duruşması vardı ve zaman öğlen tatiline yaklaşıyordu....

Aile Mahkemesindeki duruşma salonuna seri adımlarla vardığında Müşterisi bayan Boşsel’in kendisini beklediğini gördü. Tokalaşıp, hal hatır sordular; birbirlerine...

Boşsel, "Nerede kaldın Ber bey!" serzenişinde  bulundu. "Az kaldı dosyamı düşürüyorlardı. Haberci tanıdık çıkmasaydı, dosya düşecekti.

"Sen buradaydın! Ben yetişemeseydim sen girerdin." diyerek rahat-lattı onu.

"Ben, duruşmaya sensiz mümkün değil tek giremezdim..." dedi yüzünde yapmacık bir korku ifadesi oluşturarak, "Korkarım... Elim ayağım birbirine dolaşır."

Ber, karşılık vermedi. Çantasından onunla ilgili dosyayı çıkardı.

Boşsel, "Avukat Bey!. Bu dava çok uzamadı mı?... dedi sulu anlatımla.  "Üç duruşmadır bitmedi. Komşumuz avukat tutmadan, Yargı’dan tanıdığı bir görevlinin yardımıyla yirmi günde bitirmişti, davasını..."

Ber,"Dosyamızın eksikleri daha bitmemişti..." diyerek yanıtladı. Sorumluluğun ona ait olduğunu ifade etti. "Tanık getirseydin şimdiye kadar çoktan biterdi. "

"Çevrem, beyimle aynı... Söylemiştim ya! Kimse tanıklık yapmak istemiyor."

Ber, "Eee! Yine mi tanık yok?..."diye sinirli tavır takınarak sordu. "Yargı başkanı, evlilik birlikteliğinizin  bozulmasında  kocanızın kusurlu  olduğunu ifade edecek tanık dinlemeden boşanmanıza mümkün değil karar vermez... Davayı reddeder."

Boşsel, "Dur!.. Dur!... Sinirlenme!... Bir arkadaş, yargı binasının köşesindeki kahvede beş yeşil paraya tanıklık yapanlar varmış deyince..." diyerek iki adım geride bulunan orta yaşlı bir adamı işaret etti. "İşte bu beyefendiyi buldum..."

Kendisinden söz edildiğini anlayan ceketinin astarı evde yıkanmakla küçüldüğü belli şahıs yanlarına yaklaştı. "Emredin, efendim!" dedi yapmacık saygı duruşuyla.

                Ber, "Siz tarafları tanımıyormuşsunuz!..." dedi. "Nasıl tanıklık yapacaksınız?"

                "Avukat abime bak!..." Ses ve söylem bu tanıklık işlerinde kaşarlanmışım ezgiliydi. "Ben, yeni yapmıyorum tanıklık... Ne gerekiyor-sa anlatacağım... Boşsel Hanım bana gerekli bilgileri verdi, Abim!... Ha! başka tanıklık işleri olursa beni Tan kahvesinden bulabilirsin. Elimden geleni yaparım.".

                Ber’e; şahsın tavır ve davranışları komik gelmişti."Kartvizitiniz var mı?" diye espri yaptı. 

                Şahıs, Ber’in beklemediği karşılığı verdi. Gömlek cebinden çıkardığı kartlardan üç tanesini uzattı. "Arkadaşlarına da verirsin abi!" dedi. "Ne kadar tanık istersen bulabilirim... Kartta  kahvenin telefonu da yazılı. Ben olmasam da not bırak... Ulaşırım size."

                Ber, her alanda küçüklü büyüklü mafya grubu olduğunu biliyordu. Ama ilk kez "Tanık Mafya Grubu," kavramıyla yüzleşiyordu. "Desenize sizde tanık sektörü kurmuşsunuz?"

                "Evet! Avukat abim!.." dedi. Acındırmalı kanala geçti. "Ne yaparsın abi... Her şeyi devletten beklememek lazım. Büyüklerimiz de öyle söylüyor. İlk işi yapan iyi kazanır... Bende bu işe ilk kez bir komşunun davasında gerçek görgü tanığı olarak başladım. Sağolsunlar yolumu da buldurdular... Çocuklara da ufak tefek kıyafetler aldılar..."

                Ber, araya girdi. "Sen de baktın, bu iş iyi..."

                "Aynen öyle abim!... " dedi. Ber’i iyice inceleyerek. "Abi!... Baba Maf’ın avukatı olduğunu biliyorum!. Onların çok işleri olur, elleri de açıktır..."

                Ber,"Tamam!... Tamam!..." dedi, kısa kesmesi için."İş olduğunda arayacağım, söz!"

                Bu arada duruşma habercisi; kendi adını anons ediyordu. Bunun üzerine duruşma salonuna giren Ber durması gereken yerde boy gösterdi.

                Ber, dilekçesini tekrar edip tanık’ın ismini ve hazır olduğunu belirtmesi üzerine, tanık çağrıldı. Az önce konuştukları şahıs salona girerek, davacı müşterisi ile davalı kocası arasındaki geçinememe nedenlerini yakın akrabalarıymış gibi ayrıntılarıyla ve layıkıyla ifade etti.

Ber, “Gerçek görgü tanıkları dahi bu şekilde ifade veremez....” diye düşündü.

Mahkeme tarafların boşanmalarına karar vermekte gecikmedi...

 

 

                                                                              ***

 

 

                Has ile Hüs’ün babasının söylediklerine inanamıyordu... Ber, onun anlattıklarını mümkün görmüyordu. Suçsuz bulunan ve bugün serbest bırakılması gereken “Hüs,” iken nasıl oluyorda cezası kesilen Has, Tut-Bırakma Kursevinden salıverilmişti. "Peki, siz nasıl öğrendiniz ?..."diye sordu Ber.

"Has, telefonla arayarak, ‘Beni merak etmeyin... Çıktım.. Hüs’ü de zaten çıkarmak zorundalar...’ deyince anladık."

                Ber, izin isteyerek lavaboya yöneldi. En rahat düşünme ortamı; rahatsız edilmeden, kendiyle baş başa kalabildiği yegane yerlerden biriydi. Duvara bakarak konsantrasyon sağlamaya çalıştı. Olmadı... Aynadaki görüntüsü, dikkatini dağıtıyordu. Sırtını aynaya döndü, değişen bir şey olmayınca odasına geri döndü.

                Mus’tan  Tut-Bırakma Kursevi müdürünü bağlamasını istedi. .

                Bağlantı kuruldu sinyali üzerine telefonu kaldırdı. Telefondaki ses, müdürün şu an meşgul olduğunu, ve kendisinin yardımcı olabileceğini, belirtiyordu.

                Ber iddiayı özetleyince; telefondaki otorite kokan ses; titrek sese dönüşmüştü, "Bir saniye avukat bey!" dedi. "Müdür bey müsait oldu. Telefonu hemen ona veriyorum."

Telefondaki ses ile müdür olma olasılığı yüksek bir ses arasında geçen fısıldaşmaları bir süre dinledi Ber.

                Ber, Müdür olduğunu belirten görevliye Has, Hüs olayını  yeniledi.

"Mümkün değil!..." dedi Müdür Bey. "Bizim burada dört noktada kontrol yapılır... Ama yine de ben bir araştırayım. Siz telefonunuzu bırakın, birazdan size döneceğim."

İnanmamış gibi tepki gösterse de ürkmüş ve paniklemiş bir ses tonuyla karşılık vermişti Tut-Bırakma Kursevi müdürüne.

Müdürün araması gecikmedi. Beklenen telefondan alınan bilgi, Ber’in beklediği yanıttı. Serbest bırakılma kayıtlarında Has değil Hüs görünüyordu. Bir sorun yoktu...

Buna rağmen  Has ve Hüs’ün anne ve babası iddialarında ısrarlıydılar...

Ber, son noktayı koymak için bu kez Tut-Bırakma Kursevinden sorumlu devlet avukatını telefonla aradı. Hatta bu konuda Tut-Bırakma Kursevi Müdürünün yanıtını, buna rağmen anne babanın iddialarında  ısrarlı olduklarını belirtti...

Devlet avukatı konuyu araştıracağını belirtti...

                Yaklaşık yarım saat sonra telefonla arayan kişi, devlet avukatı’ydı...."Avukat bey!... Lütfen yanıma kadar gelebilir misiniz?.."

                Ber, bir terslik olduğunu hissetti. Has, Hüs’ün anne ve babası ile birlikte yargı binasına hareket ettiler.

 

 

                                                                              ***

 

 

 

 

                Tut-Bırakma Kursevinden sorumlu devlet avukatı hiddetlenmekte haklıydı... Aralarındaki bir yaş farkı ve benzerliklerinden yararlanarak Has’ın; Hüs’ün kimlik belgesini kullanıp kendisini Hüs olarak tanıtması sonucu görevlileri atlatmış, kursevinden firar etmişti. 

Serbest kalan Hüs yerine Has’tı... Hüs ise hala Kursevinde bulunu-yordu.

Ber, "Efendim! Şimdi ne yapacaksınız?" diye sordu kursevinden sorumlu devlet avukatına. "Gerçek anlaşıldığına göre, Hüs’ü serbest bırakmanız gerekmiyor mu?..."

"Ne mi yapacağım?..." dedi kızgınlıkla. "Hüs’ün ‘Bu kez firara yardımcı olmaktan,’ dolayı tutuklanmasını sağlayacağım... Has’ında saklandığı delikten bulunup çıkarılması için Güvenliğe talimat vereceğim ve bu sonucun oluşmasında ihmali olan kursevi sorumluları hakkında da soruşturma açacağım."

Söylenecek söz kalmamıştı.

                Hep birlikte, devlet avukatına "iyi günler!" dileyerek makam odasını terk ettiler.

                Yargı binasından çıktıktan sonra netleşen durumun yasal pozisyonu konusunda hukuksal anlatımda bulundu, Ber. "Merak etmeyin!... Hüs, ‘Firara yardımcı olma suçundan,’ dolayı ceza alsa dahi, en çok iki ay sonra serbest bırakılacaktır..."diyerek Has ve Hüs’ün annesiyle babasını rahatlattı...

 

 

                                                                              ***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

14

 

 

                Gördüğü kabustan kan ter içinde uyanmıştı. Artsa’nın ölümünü görmüştü düşünde, Ber.

                Saat gecenin 23:50’sini gösteriyordu.

                Uykusu kaçmıştı. Endişelenmişti.

                Artsa’nın evini aramaya karar verdi. Telefona yanıt veren olmadı. Belki de uyuyorlardı.

 

                Ber, rüyasında Artsa’yı görmüştü. Geniş bir ovada ucu bucağı görünmeyen yüksek bir tepeden kalabalığa seslenmeye çalışıyordu....

                Sesini duyan yoktu...

                Çıkardığı sesler, kalabalığın çıkardığı uğultularda boğuluyordu...

                İnsanların ilgisini çekemiyordu...

                Bakanı da yoktu...

                Ber, onun bağırırcasına ağzını açıp kapatmasına rağmen sesini duyumsayamıyordu...

                Onun elleriyle yüzünü tırnakladığını korku ve endişeyle izliyordu... Ber, insan kalabalığını aşıp dolayı bir türlü onun yanına yaklaşamıyordu.... Her ilerleyişi, sanki geriye gidişiydi kendisinin...

                Kalabalığı yarıp yanına yaklaşamayacağı umutsuzluğuna kapılmıştı. Öylece Artsa’yı izlemeye devam etti...

                Gözlerinden süzülen yaşlarla izliyordu... Çaresizdi, yorgundu... İlerleyemiyordu. İnsan kalabalığı tel örgüler görevini yürütüyordu sanki...

                Artsa’nın her iki elleriyle kendi başını sımsıkı kavradığını gördü...

                Birden, garip bir şey oldu. Artsa, kendi kafa derisini bir peruk çıkarma kolaycılığıyla alıp, elinde sallamaya başlamıştı.

                Ber dışında kimse bunun farkında değildi...

                Bu kez; Sağ ve sol eliyle kemik yapısı görünen kafatasını zorlayıp, üst kapağını çıkarmıştı...

                Önce kafatası derisini kalabalığa attı. Sonra kafatasının üst kapakçığını....

                Bir eliyle beynini parçalamadan çıkardı...

                Topluluğa gösterdi....

                Yine Ber dışında izleyeni yoktu...

                Belinden çıkardığı ateşli silahı, elinde tuttuğu beynine doğrulttu...

                Ber, "Yapma!..." diye bağırıyordu. Aynı kelimeyi bir çok kez yineleyerek. Ama bir türlü Artsa’ya duyuramıyordu sesini...

                Artsa’nın silahından çıkan kurşun elinde tuttuğu beynini parçalamıştı...

                Parçalar kalabalığa savruldu.... Silahtan çıkan ve yankılanan sesle kalabalıkta bulunan tüm bireyler Artsa’nın yere düşmekte olan cesedini kare kare hafızalarına almaya başlamışlardı.

                Kendisi sesini kalabalığa duyuramamıştı....

                Silahından çıkan ses ise kalabalıkta bulunan bireylerin kulaklarında çınlıyordu....

 

                Ber, bu çınlamayla uyanmıştı uykusundan....

                Telefonunla aramasına yanıt verilmemesini olumlu mu yorumlama-lıydı?...

                Uyuyor oldukları veya ev dışında bir yerlerde olabilecekleri olasılıklarından birinin gerçekleşmesi dileğinde bulunuyordu...

                Ölümü dışında herhangi bir olasılığın olmasına dua ediyordu.

                Gece sessizliğini yırtan bir ses gelince irkildi.

                Bu, telefon ziliydi.

                Ahizeyi kaldırdığında, Med’in sesini aldı. "Başın sağolsun," diyordu."En az senin kadar üzüldüğümü bilmeni istedim..."

                Med, telefonu kapatması gerektiğini biliyordu...

                Devam etmesinin bir anlamı yoktu.

                Ber, tüm benliği ve duyularıyla ağlamaya başlamıştı...

                Med’in diyeceklerini duyacak, duyumsayacak durumda değildi...

                Şu an en çok gereksinim duyduğu şey ağlamaktı.

 

 

                                                                              ***

 

 

                İyice sarhoş olmak istiyordu...

                İnsan istediği şeyi gerçekleştirebilecek cesareti bazen derhal bulamı-yordu. Beşinci kadehi olmasına rağmen, halen diriydi.

                Elini beline götürdü. Tabancısının demir sıcaklığını hissedince gülümsedi.

                Hazırlıklı olmalıydı. Bu işlerin bir an meselesi olduğunu okumuştu.

                Ayık iken birkaç kez deneyip başaramadığı bu işi, bugün bitirmeliydi.

                Kendisini, içsel telkinleriyle koşullandırmıştı.

                Masada bulunan üç arkadaşından izin isteyerek tuvalete çıktı. Tuvalet kapısının iyice kilitlendiğinden emin olduktan sonra belindeki silahını çıkardı. Şarjörü çıkarıp tekrar taktı. Emniyet kilidini açtı. Mermiyi ağzına sürdü. Eliyle silahın kabzasını tekrar okşadıktan sonra beline taktı.

                Masaya geri döndü.

                Adet gereği selam verip sandalyesine oturdu.... Ber’le ‘ti’ye aldıkları bir davranışı sergilemişti. Bir dakika önce ayrıldığı masaya geri dönüşünde yeniden selam vermişti. Bu kez gülmedi... Gülmek kendisini gevşetebilirdi...

                Müzik setinin kolonlarından, Pink Floyd’un “Duvar” isimli parçası duyuluyordu.

                Artsa, bu parçanın gerçekleştireceği eyleme uygun bir müzik olduğunu düşündü... Önündeki duvarı yıkacaktı.

                Rahatlayacaktı... Beyni düşünmeyi durduracak, içi artık hiçbir şeyi algılayamayacaktı.

                Hiçbir güç onu yönlendiremeyecekti...

Hiçbir düşünce amacının gerçekleştirmesini engellememeliydi.

                En önemlisi ilahi dinlerde belirtilen ‘Öteki Dünya’ nın olup olmadığını da öğrenme şansını elde edecekti. Hiçbir şeyi bu kadar merak etmemişti.

                Altıncı kadehini de devirdi. Üç arkadaşını tek tek inceledi. Zamanı gelmişti. "Sizleri öpmek istiyorum," dedi.

                Ayağa kalkarak tek tek sarıldı arkadaşlarına...

                Yerine oturmadı....

                Birkaç adım geriye çekilerek, "Sizlere; daha önce görme şansını elde edemediğiniz bir şeyi ilk ve son kez yaşatacağım,” dedi.

                Artsa üç arkadaşının, diğer masadakilerin ve lokanta çalışanlarının meraklı gözlerle kendisine bakışlarını, zevkle izledi.

                Belindeki silahı çıkarıp şakağına dayadı...

                Bir el silah sesi!...

                İzleyiciler putlaşmışlardı.

                Haykırış!...

                Düşüş!...

                Bir hayatın sonunu gösteren işaretlerdi...

                Ölü bedende kalan açık gözler mutluydu, direngendi, asildi...

                "Beni artık yönlendiremeyeceksiniz!... Yularımı elinizden aldım!..." mesajını veriyordu sanki...

                Genel ve yerel Düzenleme grubuna, İzleyici grubuna, Uygulama grubuna, Denetleme grubuna tepkisel mesaj sertti...

Cezalandırılması gereken içerikteydi...

Ama ölü bedenleri cezalandırma yöntemi artık çağdaş cezalardan değildi...

        Skolastik çağı canlandırmanın şimdilik bir yararı yoktu...

"Mesleki, ekonomik ve ailesel sorunları vardı... Psikolojisi bozulmuştu..." denerek üzeri örtülmeli ve bu şekilde yayınlanmalıydı tüm iletişim araçlarında...

Bunu yapacak güçleri vardı. Çünkü, tüm güçlerin bileşkesinin beyni kendileriydi.

 

 

                                                                              ***

Sonraki Sayfa