DANSÖZ KIVIRMALARI / Bahattin YILDIZ

10.SAYFA

1.SAYFA
2.SAYFA
3.SAYFA
4.SAYFA
5.SAYFA
6.SAYFA
7.SAYFA
8.SAYFA
9.SAYFA
10.SAYFA
11.SAYFA
12.SAYFA
13.SAYFA
14.SAYFA
15.SAYFA
16.SAYFA
17.SAYFA
18.SAYFA
19.SAYFA

Önceki Sayfa

25

 

 

                Ber, cumartesi erkencisiydi. Duşunu aldı.

Sandviç ekmeğinin içine kaşar peyniri, ince kesilmiş salamı dizdi ve portakal suyu ile birlikte  midesine indirdi.

"Küçük değişiklikler büyük mutluluklardı." Markız'la her cumartesi evde buluşmaları, bir şeyler atıştırıp seks yapmaları standartlar hanesine yazılmıştı. Bu kez sözleşmişler, bulvarda bulunan parkta buluşacaklardı.

 Temiz kalan son gömleği ve pantolonunu giydikten sonra dışarı attı kendisini...

                Ber, yolu hızlı adımlarla katetti. Park girişinde bulunan boş bir banka oturdu.

Temiz havayı soludu...

Ağaçlar ile çiçeklerin görüntüsü ve küçük havuzdaki fıskiyeden akan suyun sesi biraz da olsa rahatlatmıştı kendisini....

                Banklarda oturan insanları gözleriyle taradı...

                İnsanlar aynı insanlardı. Bakışlar aynıydı... Öznellik gösteren yoktu. Kıyafet, saç biçimi ile öznellik sağlamak isteyenler ise gören gözlerde sırıtıyordu.

                Düşünsel gidişatını, orta yaşlar da bir adamın, "Oturabilir miyim?..." seslenişi bozdu. Ber, bankın ortasında oturduğunu fark ederek, sol yana yaklaşıp, yer açtı. Burası kendi özel mülkü değildi. Başkalarının da oturmaya hakkı vardı.

                Markız, hala görünürlerde yoktu. Belki de uyuya kalmıştı... Veya annesi yeniden rahatsızlanmıştı.

                Orta yaşlı adamın oturmasından kısa bir an sonra genç bir erkek yanlarına yaklaştı. Yanakları al, temiz görünümlü genç elinde tuttuğu  dergiyi göstererek, "Alır mısınız?..." teklifinde bulundu. Normal satıcılara benzemiyordu. Ber'in, "Hayır!.. Teşekkür ederim," olumsuzlamasına karşın yine de tanıtımda bulunmak istiyordu. Ber, tanıtımın dahi alıcısı olmadığını kaş hareketleriyle ifade etti.

Aynı tepkiyi yanındaki orta yaşlardaki adam vermedi,  genci ve dergiyi üstünkörü inceledikten sonra, onla muhabbet etmeye başladı... Ber, ister istemez kulak misafiriydi...

                Orta yaşlı adam, "Oğlum! Bu derginin satışından kârın oluyor mu?" diye soru yönlendirdi. Soru şekli bu soruyla yetinmeyeceği izlenimi veriyordu.

                Genç adam, farklı sorular bekliyor sıkılganlığındaydı. "Ufak harçlık veriyorlar," dedi. "Ama, benim amacım kazanç elde etmek değil... Dergiyi ne kadar çok insana ulaştırabilirsem, kendimi o kadar rahatlamış hissedi-yorum... Sevabına yapıyorum."

                Orta yaşlı adamın karşılığı alaycı oldu. "Ne kadar  satarsan o kadar sevap var, öyle mi?..."

                Genç adam, orta yaşlı adamın mimiksel, sözsel  alaycılığını sezinle-miş olmalı ki, "Ne demek istiyorsun, amca?... " şeklinde serzenişte bulundu.

                "Satıştan elde edilen paraların nerelere gittiğini biliyor musun?"

                "Elbette, biliyorum... Ülkemizdeki milliyetçi, mukaddesatçı hizmet-lere gidiyor?"

                "Oğlum, ben de milliyetçi-mukaddesatçıyım. Ama bu derginin bağlı olduğu holdingin öyle bir amaca hizmet ettiği konusunda, özellikle son zamanlarda ciddi şüphelerim oluştu... Samimi olduklarına inanmıyorum artık. Yanıma otur sana bazı tecrübelerimi aktarayım,"diyen orta yaşlı adam, ortaya çekilip genç adam için oturma boşluğu yarattı...

Genç adam üsteletmedi. Oturdu.

Orta yaşlı adam sözlerine kaldığı yerden devam etti, "Ortaokula gittiğim çağlardaydı... Okul sonrası manifaturacı olan babamın işyerine giderek ona yardımcı olurdum. Satmaya çalıştığın derginin bağlı olduğu holdingin sahipleri, o sıralar ekmeği zor buluyorlardı. Sadece dini ve milli kelimelerinin baş harflerinin kısaltılarak oluşturulan DM-Grileştirme isminde bir  gazete çıkarıyorlardı. Bu gazete, siyah beyaz ve birkaç sayfadan ibaretti. Babam da dahil, esnaflara ve her gördüklerine; 'Boyalı basından uzak durun! Eve götürüp, ailenize kalp huzuruyla okutabi-leceğiniz milliyetçi-mukaddesatçı bu gazeteyi alın! Aile terbiyenizi koru-yun... Dininizi, tarihinizi, değerlerinizi daha iyi öğrenin...' gibisinden propaganda yapıyorlardı. Bu kurumun temsilcileri, esnafla bayağı iyi iletişim kurmuşlardı. DM-Grileştirme dışında gazete bulunduranlar onlardan biri geldiğinde, hicap duyar, saklarlardı. ' DM-Grileştirme’ gazetesini bulundurmak; ‘Muhafazakarlığın ispat aracı' sayılmaya başla-mıştı neredeyse...

Daha sonra, 'Yayın Ağımızı güçlendireceğiz... Matbaa kuracağız,' diyerek karşılıksız hatırı sayılır para yardımı almışlardı. Babam günde üç DM-Grileştirme gazetesi alır, her türlü maddi desteği sağlar, yeni aboneler dahi bulurdu....

DM-Grileştirme sahipleri işi ilerlettiler zamanla. Dergi, kitap,  arkasından ev aletleri de satmaya başladılar... Müşteri potansiyeli hazırdı ve ne sunarlarsa alıcısı bulunuyordu. Alıcılar; ‘ucuz yolla sevap kazandık-larına,’ inanıyorlardı. DM-Grileştirme medyanın her alanında boy göster-meye başlamıştı. Çok sonrada finans sektörüne kadar uzandılar. Devleşti-ler... Ne yazık ki “Paranın dini imanı olmaz,” kaidesince kendilerinin karşı çıktıkları her türlü davranışı sergilemeye başlamışlardı. Topladıkları mevduatlara ödedikleri belirli orandaki faiz bedeline ‘kar payı,’ dediler...

Yerleşik sanat değerlerine göre kenar mahalle barlarında şarkı söyle-yebilecek kadar sanatçı kimliği taşıyabilecek kişilerin kalın bacaklarını, büyük dekolte göğüslerini kendi televizyonlarında cömertçe sergilettiler, onlara inananlarda dahil tüm izleyicilerine... Et teşhircilerini meşhur etmekle kalmayıp, muhafazakar halkın dolaylı veya doğrudan sevap anlamında yapmış oldukları yardımların, alışverişlerle sundukları parala-rın bir kısmını çoğunlukla onlara akıttılar...

Dolayısıyla kendilerini var eden insanlara, geçmişlerine, söylemle-rine sürekli ihanet etmeye başlamışlardı...

Senin elinde sattığın dergiyi de kendilerini  maskelemek, ‘aslında aynı kimliği koruyoruz,’ yargısını toplumun beyninde sürdürmek için sattırmaya devam ediyorlar... Yanlış anlama!... Tüm mukaddesatçılar ‘böyle hareket etmiştir’ anlamında söylemiyorum....

Oğlum! Beni dinlersen kendini yorma!..." anlatısını bir hatip gibi sundu, yanında ki genç adama bakmadan, gözleri ağaçlara takılı halde...

Orta yaşlı adam, konuşmasının bitiminde, genç adam üzerinde oluşturduğu etkiyi duyumsamak için başını ona çevirdiğinde; iyice kırmızılaşan, gözleri irileşmiş, hiddet dolu bir yüzle karşılaştı...

Dergiyi tutan eller titriyordu. Ses; görüntüsüyle benzeşti, "Amca! Sen bize hakaret ediyorsun!..." dedi. "Halen eskisi gibiyiz... Ülkeyi ayakta tutan, manevi destek sağlayan, gençleri; uyuşturucudan, kumardan, fuhuştan, dinsizlikten uzak tutmak için mücadele eden grubumuz hakkında söylediklerin düpedüz iftira! Dergiyi almayacaksan alma!..."

                Orta yaşlı adam; etki dozu oranında tepki vermeden, "Oğlum,  Sen bana gençliğimi hatırlattın," dedi. Sesi nostaljik duyumsamalar salgılı-yordu. "İleride belki, sen de bunları tanıyacaksın! Beni anlayabilecek-sin..."

Genç adam, hınçla banktan kalktı. Birkaç adım attıktan sonra yarım dönüş alarak, orta yaşlı adama aynı sertlikte bakış fırlattı ve uzaklaştı...

                Ber, orta yaşlı adama, kulak misafiri olduğunu tescil etmek ister gibi, "Genç, size çok bozuldu,"  dedi.

                "Birilerine hamallık yapmasın! Duyguları birileri tarafından paraya çevrilmesin amacındaydım... Ama beni yanlış anladı."

                "İyice koşullanmış birine, aykırı düşünce etkili olmaz. Çünkü beyin kapalıdır, göz görmez, kulak işitmez..."

                Ber, konuşmasına devam edecekti. Duyulan ezan sesi üzerine, orta yaşlı adamın, "Kusura bakmayın, camiye gitmeliyim... Size iyi günler, " dilemesiyle arzusunu gerçekleştiremedi.

                Diyaloglar, Ber’in dikkatini dağıtmıştı... Belki de  iyi olmuştu. Yaklaşık yarım saat daha ağaçları, çiçekleri seyretti boş bakan gözlerle...

                Randevu saatini bir saat geçmiş, Markız gelmemişti... Daha fazla beklemenin anlamı yoktu... Evine dönüp yarım kalan uykusuna devam etmek üzere parktan ayrıldı...

 

 

                                                                              ***

 

 

                                                                               26

 

 

                Uykusu gelmesine rağmen uyumak istemiyordu. Son günlerde uyumak; önceki kabuslarından daha şiddetlileriyle yüzleşmesi anlamına geliyordu. Gördüğü rüyalar gününü mutsuz kılıyordu. Kendisini Fredy'nin kabusları filmindeki kurbanlar yerine koyuyordu. Sonunda uyuyacak ve korkunç rüyalarda yaşayacaktı. Uyumaya direnmek, yine uyku anını biraz daha geciktirmekten başka işe yaramayacaktı.

Yakın geçmiş de yaşadığı olumsuzluklar yansıyordu  rüyasına... 

                Aylardır Med kendisiyle iletişime geçmemişti. Bunun sancısını ise ayrıca çekiyordu. Onla paylaşmayı istediği bir çok olay yaşamıştı. Özel-likle ülkedeki güncel politikayla ilgili bilgi alışverişinde bulunmak istiyor-du. 

                Yurt genelinde Halkın Temsilcileri Genel Seçimi olmuş ve kendi partisinden altı kişi Ad kentinden halk temsilcisi olarak seçilmiş, merkez kente gönderilmişti. Bunların hiç biride o makama layık olabilecek yapıda insanlar değildi, özellikle LeftKol.... Maf'ın sol kolu olan LeftKol dışında Legal XY parti’sinden  sağ kolu Sağkol'da Halkın temsilcisi olarak seçil-mişti.

Bunlar gerçekte ‘Halkın Temsilcileri mi, yoksa; Maf'ın temsilcileri mi?’ olduğunu tartışma gereği bile duymuyordu Ber. Demokratik kural-lara göre yapılan seçim sonucunda seçmenlerin oyuyla seçilmişler ve seçmenlerin temsilcileri olarak Merkez kente gönderilmişler, orada Halkın Temsilcisi olarak bulunmayacakları ise kesindi. Çünkü, görünürde onları seçen Ad kentinde bulunan halkın seçmen çoğunluğu olsa da gerçek seçici Ad kenti üst düzey mafya grubunun lideri Baba Maf’tı. 

                Ber, Legal XYZ Partisinin İl Yönetim Kurulu Üyesi olmasına rağmen oy sandığında oy pusulasını geçersiz kılarak kullanmıştı. Günaha ortak olmak istememişti.

                Saat gecenin yarımını gösteriyordu. İçtiği sigaralar büyük küllüğü doldurmuştu.

                Bulunduğu salona, sessizlik hakimdi. Soluk alış verişini dahi duyu-yordu. Odada dolaşan sivrisineğin çıkardığı sesler Birleşik Devletlerin Ad kentine yakın üsse sürekli inip çıkan savaş uçaklarının çıkardığı seslerle eşitti sanki... İçindeki sıkıntılar patlama noktasındaydı. Hatta fizyolojine yansıyacak kadar yoğunlaşmıştı.

                Derisinin kabardığını, bedeninin ürperdiğini hissetti. Beyni karıncalanmaya başlamıştı. Kalp çarpıntıları hızlanmış, yutkunmada güçlük çekmeye başlamıştı. Soluk alış verişleri sıklaştı. Kulağı dikildi. Saç telleri  dikleşti. Bunlar son zamanlarda olmayan bir durumdu...

Med, bağlantıya mı geçecekti?...

Olasılıklardan biri ve tercih ettiği olasılık buydu...

Salonun ampulü yanıktı. Bu yeterli değildi. Ampulü patlayabilirdi. Koridor lambasını da yaktı. Elektrik kesilmesi ihtimalini göz önüne alarak ışıldağı da yaktı.

Yıllar önce birkaç kez gördüğü cam parlaklığında ki korkunç gözleri anımsamıştı her nedense.

O gözler, karanlıkta görünmüştü, bir kaç kezde, mesleğinin ilk haciz işlemini gerçekleştirirken... Gündüz olmasına rağmen bulutlar çevreyi karartmış ve yine karanlıkta görmüştü... Bir kaç kez de karmaşık rüyala-rında kendisini izleyen o gözleri görmüştü...

Korkularının, özellikle yılgınlık hissettiği anlarda ortaya çıkması rastlantı olamazdı. Özgüvenini kaybetmesi korkularını ortaya çıkarıyordu. Korkunun şiddetinin halüsinasyon görmesini sağladığına inanıyordu.

"Ecelin üzerine gitmek, Azrail'i kaçırır," özdeyişine uygun davranarak bu duygularından kurtulabileceğini düşündü. Evet!... Korkula-rıyla yüzleşmeliydi...

Işıldak dahil, tüm ışıkları kapadı. Kanepeye oturarak karanlığı gözle-di. İşte hiçbir şey olmuyordu...

Kısa bir an sonra sıcak bir ürpertinin ensesinden ayaklarının ucuna kadar indiğini hissetti.

Acaba, insanların bazıları yalnız kalma korkusunu yenmek için mi evleniyorlardı?... Bu gece evinde birinin daha bulunması ne iyi olurdu.

Beyin içi ağrıları yine nüksetmeye başladı.

Ayak sesleri duyuyordu, yakınlaşıp uzaklaşan ayak sesleriydi bu... Bir türlü sonlanmıyordu. Her iki kulağını, her iki işaret parmağıyla bir süre kapadı. Ses seviyesi değişmemişti. Ses, sanki beyninin içinden geliyordu. Beyni eziliyor gibiydi...

Yorulan parmaklarını serbest bıraktı.

Salonun içinde onlarca varlığın rasgele yürüdüğünü duyumsuyordu.   Ayak sesleri salonun içinden geliyordu şimdi....

Kaskatı kesilmişti. Işık  düğmelerine dokunacak kadar bile gücü kalmamıştı. İki metre ötedeki ışık düğmeleri kilometrelerce uzaklarda gibi geliyordu kendisine...

Ayak sesleri aniden kesildi. Kısa bir sessizlik sonrası bu kez çınla-yan, kulak tırmalayan kadın erkek karşımı kahkaha sesleri işitmeye başlamıştı. Sesler yine salonun içindeydi...

Ve Ber, çıldırmak üzereydi.

Salonun ortasında mum ışığı kadar hafif bir ışık belirdi... Büyüdü, şekillendi...

Işık, cam donukluğunda genelde değişken özelde yeşil renkli gözlere dönüştü. Kendisine bakıyordu tüm nefretiyle...

Gözlerini, o gözlerden  alamadı. Gözlerin bakışları içine kadar işliyordu. Bir yılanın bakışları karşısında esir olmuş av gibiydi. Kıpırdayamadan öylece kala kalmıştı. Göz teması derin ve etkindi.

"Oğlum!... Oğlum!... Korkma yanıma gel!.."

Bir ses!... Evet bu ses!... Bu ses?.. Mümkün olamazdı. Bu ses yıllar-ca önce vefat eden annesinin sesiydi...

İzleyen iki gözden, gözlerini zorlukla kaçırarak sesin geldiği yöne baktı. Sarı saçları, mavi gözleriyle annesi karşısında duruyordu. Kollarını açmış kendisini çağırıyordu. Yıllardır özlediği güvenli kollara çağırıyordu.  Annesine sarılmaya, dizinde uyumaya o kadar çok ihtiyacı vardı... En güvenilir kişi oydu. Beklememeliydi... Önceki kaskatılığından eser kalma-mıştı. Güçlenmişti... Oturduğu kanepeden kalkarak, annesinin kollarına bir an önce atılmak için koştu. Yüzünde serinlik hissediyordu. Kollara ulaşmasına bir solukluk kadar mesafe kalmıştı.

"Beeeeeeeerrrrrrrr!... Kendine geeelllll!" bağırtısıyla irkildi.

Başını her iki yana sırasıyla çevirdi. Bu Med'in sesiydi ve hala bağırıyordu. Tekrar annesine döndü. Göremedi... Gözlerini kırpıştırdı, avurtlarıyla gözlerini ovuşturdu. Annesi yok olmuştu. Kendisine geldi.  Çevresine dikkatlice baktı. Balkon korkuluğuna bedenini dayadığını fark etti. Annesinin karşısında olması mümkün değildi. Çünkü karşısı boşluk-tu...

Yoksa!... Med'in uyarısını duymasaydı... Gerçekten annesinin gittiği aleme gidecekti...

Med, onu bir kez daha ölümden korumuştu.

Salona geri döndü... İzleyen gözler yoktu ve her şey normaldi. Işıkları yaktı.

Telefondan çıkan zil sesi sürpriz değildi. Heyecanla kaldırdı. Karşıdaki sesi almadan "Med! Teşekkür ederim," dedi. 

Ber'in duyumsaması doğru çıkmıştı.

Med, "Uyurgezerlik, ölümüne neden olacaktı," dedi. "Az daha gecikseydim apartmanın altında parçaların toplanıyor olacaktı."

"Bazı güçler beni öldürmeye çalışıyor..."

"İçsel korkuların yansımalarıydı onlar. Korkun, sığınma isteğini doğurdu. Anne ve annede somutlaşan ölüm dışında güven duyabileceğin bir seçeneğin kalmamış..."

Med'in eline, Ber'i hırpalamak için iyi bir fırsat çıkmıştı, değerlendirecekti. "Kısaca; korkuyla yüzleşmen koca bir fiyasko ile sonuçlandı." dedi.

"Üzerime gelmekten zevk alıyorsun!"

"Aynen öyle..."

"O halde tatmin oluncaya kadar al ve rahatla!"

"Şimdilik yeterli... Argümanları birden tüketmek istemiyorum."

"Sana çok ihtiyacım vardı... Uzun zamandır benle görüşmüyordun..."

"İşlerim vardı, zaman bulamıyordum."

"Bir kaç dakika ayıramayacak kadar önemli ne işin olabilir?"

"Bunu yanıtlamak zorunda mıyım?..."

"Hiçbir şeyi yanıtlamak zorunda değilsin?"

"Çok gerginsin, neden?"

"Yüzlerce nedeni var,"

"En önemlisi?..."

"Med! Bir kez olsun, yanılmaz mısın?"

"Yanılmak insanlara özgüdür ve ben de insanım."

"Ben senin insan olduğundan bile şüpheliyim..."

"Gülmem gerekiyor mu?... Beni cin mi sandın?.."

"Evet!.. Öyle sanıyorum artık... Her konuda uzmansın, geleceği biliyorsun, içselimi biliyorsun ve..."

"ve...?"

"Beni etkin altına aldığına inanıyorum...  Karşı çıktığım her tezini görüşünü sonradan kabul etmek zorunda kalıyorum... Senin yörüngende hareket ediyor gibiyim... Yoksa sözünü ettiğin düzenleyicilerden biri de sen misin?..."

Med bu soruya hemen cevap vermemişti. Kısa bir duraklamadan sonra ,

"Saçmalıyorsun?..."

"Beni yanılt, ikna et,  o halde!"

                "Ben kendi gerçeklerimi sunuyorum... Yaşadığın olaylar benim görüşlerimi doğruluyorsa ve sen aynı kanıya varıyorsan bu senin de doğrundur... Aklın yolu birdir..."

                "Olağanüstü yeteneklerine ne demeli?..."

                "İçindeki cevheri ortaya çıkarıp, tüm koşullandırılmalardan uzakla-şıp beynini, duyumsamalarını  açan herkes bu yetenekleri kazanabilir..."

                "Bu parlak sözlerle beni ikna edemezsin. Hala senin normal biri  olduğundan bile şüpheliyim. Seninle yüz yüze geldiğimde ancak bu yargım değişebilir... Sana dokunmalıyım, benim gibi etten kemikten olduğuna inanmalıyım..."

                "Yıllar seni eskitmemiş, hala aynı inatçı tavırlardasın."

                "Sevgiliden de öte en yakınım sen olmana rağmen yıllardır, gerçek anlamda yüzünü görmüş değilim. Bunu istemek hakkım. Ayrıca; bu isteğim gerçekleşmediği takdirde seninle iletişimi de koparmak istiyo-rum..."

                "Bir tehdit?... "

                "Kendi kendime söz verdim. Blöf değil."

                "Duyumsuyorum..."

                "O halde?..."

                "Tehdide boyun eğdiğimi sanma... Ama uygunsan önümüzdeki değil sonraki hafta sonu buluşalım diyecektim. Bana fırsat tanımadın."

                "Önemli olan buluşmamız..."

                "İkinci Hafta sonu bir bayan arkadaşta olacağım. Sana telefon numarasını yazdırayım. O gün hazır olduğun saatte  beni ararsın..."

                "Evimi biliyor musun?..."

                "Bilmiyorum... Telefon açtığında tarif edersin."

                "Yıllardır beklediğim an gerçekleşecek."

                "Benim içinde. Ama ilk ve son kez yüzleşeceğiz. Sonra ısrar yok. Söz mü?"

                "Söz!.. Peki pazar günü olmaz mı?..."

                "Markız' dan dolayı mı?..."

                "Evet!..."

                "Bugün seni ektiğini ne çabuk unuttun!"

                "Ekme olayı yok. Telefon açtım. Misafirleri gelecekmiş... Bu yüz-den gelememiş, özür diledi."

                "Öyle olsun... Ama, bu sana bir hak verir. Hafta sonu işinin çıktığını söylersin."

                "Tamam!... Tamam!... Dediğin gibi olsun."

                "Bu konuyu çözdüğümüze göre seni sıkan en önemli şeye gelelim. Politikaya!!!"

                "Politikadan iyice nefret etmeye başladım. İstifa edeceğim. Yine kehanetin gerçekleşecek. "

                "Nefretin kaynağı?..."

                "Biliyorsun..."

                "Senden duymak istiyorum."

                "Programı ve söylemleri birey ve toplum yararına olan partimizden gösterilen ve seçilen halkın temsilcilerinin bir kısmının bu söylemlerin aleyhine geçmişleri olması ve kendileriyle birlikte bazılarının çıkarlarına hizmet etme amaçlarının olması... En çok güvendiğim delegelerin kendilerini inkar ederek ön seçimde onları seçmiş olmaları..."

                "Bunlar, yabancısı olmadığın olgular olmalı."

                "Ben biliyorum, ya delegeler ve seçmenler hata yaptıklarını ne zaman anlayacaklar?... İş işten geçtikten sonra..."

                "Sodgom Ülkesinin işportacılıktan tut, sistemin en üst yönetim birimlerine kadar tamamen irili ufaklı mafyalaşmaların olduğu ikimizin de malumu... Bu kadar mafyalaşmış gruplar, kendileri aleyhine çalışacak kişileri yasa koyucu sıfatını alarak halkın temsilcileri merkezine seçtirir mi?..."

                "Az da olsa seçilen oluyor, ama"

                "Onları da bir şekilde etkiliyorlar... Etkilenmeyenleri de harcıyorlar... Geçmişteki açıklarını ortaya koyuyorlar. Her insanın geçmiş-te işlemiş oldukları hataları vardır. Bunlar Gizli El Yönetimi tarafından not alınır. Devlet Avukatına özellikle ihbarda bulunmazlar. O kişi veya kişiler kendi aleyhlerine yani, düzenleme raporlarına aykırı hareket etmeye başladıklarında günahlarını su yüzüne çıkarıp  silikleştirilirler. Onların haklı söylemleri duyulmaz olur. "

                "Ülkemizde uygulanan Demokratik sistemi, Gizli El Yönetimi olarak vasıflandırabiliriz."

                "Sadece ülkemizde değil, demokratik olsun olmasın tüm ülkeler için geçerli olabilecek vasıflandırma..."

                "Bireyin ve bireylerden kurulu toplumun gerçekten yönetime ortak olabileceği ve kendilerinin ve insanlığın yararına olabilecek daha iyi bir yönetim biçimi hala bulunamadı..."

                "Bunu sen diyorsun..."

                "Bunu herkes söylüyor"

                "Ben söylemiyorum."

                "Med!... Duymadığım bir sistemden mi söz edeceksin?..."

                "Hayır, duyduğun bir sistemden. Fakat uygulamanın ana amaca hizmet edebileceği geliştirilmiş bir sistemden..."

                "Evet?..."

                "Demokrasiden..."

                "Başa döndük."

                "Başa dönmek; göz geçirmeyi, eleştirsel bakışı getirir."

                "Çok uzatıyorsun... Gizemli sunuşlarda bulunmana gerek yok, zaten öylesin."

                "Demokrasinet sistemi, uygulama alanı bulursa halkın kendi kendisini yönetmesi diğer anlamıyla Demokratik yönetim gerçekleşebilir."

                "Bu kavramı ilk kez duyuyorum... Açar mısın?"

                "Ayrıntılarının geliştirilmesi ve tartışılması gereken bir kavram... Hatta bu teorim uygulanabilirse sadece politikada değil; yargı da, üst düzey bürokratik  atamalar da, bireyin ve toplumun geleceğini etkileyen tüm karar ve işlevlere de uygulanabilir."

                "Esasa gelir misin?"

                "Zorlama beni... Adım adım yaklaşıyorum...Bir örnekleme yapalım, sen mesleğinde yapmakta olduğun bir işte kimi temsil ediyorsun?"

                "Müşterimi."

                "Önceki kavramla?..."

                "Müvekkili, yani beni vekil tayin eden kişi, kişiliği veya kişileri..."

                "Seni vekil tayin edenler, senin yanlışını gördüklerinde, işleriyle layıkıyla ilgilenmediğini fark ettiklerinde, davayı gerektiği şekilde yürüt-mediğine, işlerini başkalarının yararına sattığını belirlediklerinde... Örnek-leri çoğaltabiliriz. Her hangi bir nedenle seni bu vekillik  görevinden alma, azletme  yetkilerine koşulsuz sahiptirler, öyle değil mi?..."

                "Doğru... Onlar istedikleri an temsil yetkimi düşürebilirler."

                "Aynı durum bireylerin oyları ile yetki alan Halkın temsilcileri için söz konusu mu?..."

                "Ancak yeni seçim dönemini beklemeleri gerekecek."

                "Yeni seçimde seçtiklerinde yine hatalı oy kullandıklarını anladık-larında onları da azletmek için yine diyelim beş yıl beklemek zorunda kalacaklar."

                "Yasa böyle," dedi çaresiz ses tonuyla Ber.

                "Ülkemizde seçim esnasında yerleşik olan politik düşünce; ‘nabza göre şerbet ver, halkı kandır, her yolu deneyerek halkın oylarını bir şekilde elde et.’ gibi temellere dayanıyor. Seçildikten sonra halkın temsil-cileri merkezine gir, sözlerine aykırı davran... Parti düşüncesini kendi düşüncesine uygun gördüğü için oy verenleri yanılt. Kendi programına, ileri sürdüğün görüşlere ve seni seçenlere ihanet et!... İhanetin karşılığında sana vekalet veren birey beş yıl suskun kalsın... Yeni seçim döneminde bir şekilde başka oyunlarla yeniden oyları elde etme şansını dene... Genelde bunda başarılı ol! Bu bir kısır döngü... Belki, bir insan ömrü kadar sürecek bir kısır döngü..."

                "Ama seçmenlerin yeni seçim dönemine kadar elleri kolları bağlı değil ki. Bir şekilde özellikle sivil toplum örgütleri kanalı ile tepkilerini dile getirme olanağına sahipler."

                "Ancak Gizli El'in istediği kadar bu olanaklar oluşabiliyor. Gizli El'in istemediği, benimsemediği, yararlanamayacağı kitlesel tepkiler, coplarla dağıtılır. Coplardan sonuç alınamazsa, silahlar sıkılarak, kan akıtılarak engellenir. Birey ve toplumun her haklı tepkisi, Gizli El'in, diğer adıyla Evrensel ve Yerel Düzenleme Gruplarının raporlarıyla akim bırakılır. Kendi yararlarına çıkarımlar elde edebileceklerse sessiz kalırlar, bazen de desteklerler. Aksine durumlarda bu tepkilerde bulunanların elebaşıları tasfiye edilir, yönlendirilir veya satın alınır..."

                 "Çözüm?..." diye sordu Ber.

                "Çözüm; müvekkil ile avukat arasındaki ilişkiyi olabildiğince  seçmenler ile seçilenler arasında uygulayabilmekte."

                "Yani?..."

                "Bazı parti genel merkezlerinin ön seçimsiz aday belirlemesi tamamen ortadan kaldırılmalı... Seçmen öncelikle tercih ettiği bir partinin üyesi olmalı... Aday adayları amaç ve düşüncelerini somut maddeler halinde kamuoyuna duyurmalı. Aradan delege sistemi kaldırılarak üyenin istediği aday adayının seçimde aday olması yönünde oyunu kullana-bilmesi sağlanabilmeli... Aday, seçildikten sonra ona oy veren seçmenlere karşı taahhütlerinden doğrudan sorumlu olmalı... Yasa  tasarılarındaki oylamalarda, kitle haber araçlarıyla yapacağı açıklamalarda bu taahhüt-lerini ve buna uygun düşüncelere oy vermiş seçmenlerin duygu ve düşün-celerini esas alarak görevini yapmalı... Seçmenlerin iradesini yansıtmayan şekilde temsilcinin oy kullanması halinde, seçmenler direk müdahale edebilmeli hatta o temsilciyi merkezden çekebilmeli... Kısaca azil yetkisine hatta onun tasarrufunun iptaline dahi karar verebilmeli...  Buna karar verecek seçmenler ise sadece ona  oy veren seçmenlerin salt çoğun-luğu olmalı... Aynı seçmen grubu azlettikleri vekilleri yerine sıradaki diğer adayı gönderebilmeli..."

                "Hayali ve gerçekleşme olasılığı olmayan teoriler.."

                "Neden, böyle düşünüyorsun?..."

                "Her seçim trilyonlarca Sodgom parasına mal oluyor. Bir çok kişi görev alıyor, her an seçim olabileceği psikolojisiyle toplum ve sistem çöker... Bu müşterinin avukatını azletmesine benzemez. Birkaç gün dedi-ğin yeni aday seçimi birkaç aydan önce gerçekleşemez..."

                "Solkol'dan aldığın bilgisayarın yanında internet erişim paketi de hediye olarak verilmişti."

                "Evet!"

                "İnternet bağlantısını chat yapma dışında da kullanmanı tavsiye ediyorum. Güvenli bir alanda seçmenin saniyesinde oyunu kullanma olanağına sahip kılınması mümkündür.  Vekil tayin edebilir, azledebilir, gerekli uyarılarda bulunabilir."

                "Bunun için tüm seçmenlerin evinde bilgisayar olması gerekmez mi?"

                "Teknoloji ilerliyor, internet bağlantısı için illa bilgisayar da gerekmeyecek... İnternet bağlantısı olmayanlara ise neredeyse her sokakta açılan internet kafeleri kullandırılabilinir veya özel merkezler kurulabilinir. Hatta wap lı cep telefonlarıda bu amaca hizmet edebilir."                "Mantıklı gibi... Peki seçmen iradesinin Gizli el denetimli çıkar çevrelerinin ve medya araçlarının, aday adaylarının propagandalarıyla etkilenebileceği nedeniyle sonucun değişeceğine inanıyor musun?"

                "Asıl sorun işte burada! Çözümü bireysel aydınlanmada yatıyor. Birey, kendi içindeki cevheri çıkarma uğraşı vermeli, aydınlanmasını diğer bireylerle karşılıklı paylaşmalı, başka bireylerin de bu uğraşa yönelmesi yönünde etkilemeli, hatta yardım etmeli..."

                "Bireyler gruplaşmadan bunu nasıl sağlayabilirler. Bir gruba girmek ise grupta önceden oluşturulmuş veya oluşacak kemikleşmiş koşullan-dırmalara uygun davranmayı gerektirir ve bu da Gizli el'in denetim ve yönlendirmesini kolaylaştırır... Birey; kimliğini kaybeder... İçsel gelişimi-ni köreltmiş olur. Bireyciliğini koruyanlar da bir şekilde dışlanır."

                "Bireyler sürekli karşılıklı bağlantıda olarak sözünü ettiğin risklere düşmeden güç oluşturabilirler..."

                "Nasıl?..."

                "Yine internet sayesinde... Birey kendi yapısını, bilgi ve deneyim-lerini ortaya koyan web sayfaları düzenleyerek, e-mail haber gruplarına üye olarak, yeni haber grupları oluşturarak, sık sık bilgi, görüş ve duygu alışverişlerinde bulunarak bunu sağlayabilir, sağlatabilir..."

                "Aynı yöntemi, diğerleri de kullanabilir."

                "Onlar her şeyi kullanırlar ve kullanacaklardır. Önemli olan onların oluşturduğu senaryoları önceden duyumsayan bireylerin bunları deşifre etmesi. Kendi raporlarına uygun davranılması için kitlede ve özelde bireyde oluşturdukları etkin psikolojik yöntemlere karşı; aydınlanmış bireyin kendi psikolojik yapısını ortaya koyarak direnebilmesi ve bu enerjinin diğer bireylerde de oluşmasını sağlaması. En önemli taktikleri olan, kitlenin hassas duygularına, düşüncelerine hitap eden ortamlar oluşturarak veya bu anlamda oluşan ortamı değerlendirerek, birey ve toplumu sürü misali kullanan, istediği yöne sevk eden gücün; vasıta olarak kullandıkları en büyük olgu olan 'kitle psikolojisi ile yönetme" yolları tıkanmış olacaktır.

                "Kulağa hoş gelen düşünceler..."

                "İleri de gerçekleşeceğine inandığım düşünceler."

                "Büyük güç grupları karşısında birkaç e-maille, birkaç chatleşmeyle  bunların sağlanabileceğine nasıl inanıyorsun anlamıyorum?..."

                "Önceleri söylediklerime de tepkilerin böyle olmuştu. Anlaman için zamana gereksinimin olacak.... Dansözlü rüyanı anımsıyor musun?"

                "Evet!... Bunun yorumunu yapmıştın. Yakın geçmişte olan gerçek-liğin yansımalarını izlerken asıl mesleği dansözlük olmayan ve kötülüğü temsil eden Dansöz ve dansözler çıkarak dikkatimi kendilerine yönlen-dirip algılamalarımı engellemeye çalışmışlardı. Danslarının yeterli etkiyi sağlamadığı düşüncesiyle iksir dahi sunmuşlardı... Tabi ki bu senin yorumundu..."

                "Onları yok edişim nasıl gerçekleşmişti?"

                "Bir çantadan çıkardığın kablolarla... Ama bunun yorumunu sonra yaparım, demiştin."

                "Sonraki an; şimdiki an... Çanta, laptop bilgisayardı. Kablolar internet bağlantısı örneklemesiydi. Bireyi gerçeklerden uzaklaştıran, yanlış yönlendiren, söylemlerin, etkilerin, somutlaştığı kıvırmaların sahibi dansöz kıyafetlileri yok eden benim klavye tuşlarıyla yazmış olduğum düşünce, duyumsama ve algılarımın netteki sunumlarıydı... "

                "Dansözlerden bayan olanları çok güzeldi... Hala gözlerimin önündeler..."

                "Güzellik bir yanılsamadır... Gördüğün dansözlerde cinsiyet ayırımı da yapmamalısın.  İlk gördüğün Büyük dansöz cinsiyetsizdi. Bu dansöz bir kısım kötü politikacıları, varoluş görevlerine aykırı hareket eden güvenlik görevlilerini, çıkarlarını gözeterek hareket eden bürokratları, alanında yeterli olmayan sanatçıları, topluma dayatılan ve temeli olmayan edebiyatçıları, muhabirleri ve gazetecileri,  salt dışsal güzelliğiyle uygun olmayan yerlere getirilmiş kişileri, teknoloji olanaklarıyla sesleri düzeltilen karga sesli müzik yorumcularını, batıdan ve doğudan apardığı besteleri ufak değişikliklerle kendisine aitmiş gibi sunan sahte söz ve müzik düzenlemecilerini, normal konumundan daha fazla toplumda yer edinen futbol sevgisini, toplumun değer yargılarını, yine toplumun aleyhine kullanılmasını, mafyalaşan her şeyi, soyguncuları, işçi aleyhine çalışan işçi sendikası yöneticilerini, emeği değer olarak kabul etmeyen sermaye patronlarını, tefecileri, adalet aleyhine çalışan hukukçuları, Uyuşturucu ve silah tüccarlarını, savaş yanlılarını, başkasının görüş ve düşüncelerine saygı göstermeyen, onları yok etmeye çalışan fanatik grupları ve eli silahlı grupları. Kısaca; tüm kötülükleri kıvırmaları içinde barındıran ve gizleyen bir dansözdü. 

Ondan çıkan ve onun  danslarına uygun hareket eden dansözler ise anlattığım ve anlatmadığım benzeri irili ufaklı kötü birey ve gruplardır. Büyük dansöz, etkisine girmeyen birey ve grubu, kendisinin var ettiği dansözlerden en azından biri kanalıyla etkileme amacındaydı. Bu dansözler, kendilerini maskelemek için kat kat güzel kıyafetler giyinirler, güzel kokular sürünürler. Güzel seslidirler, güzel konuşur, güzel şarkı söylerler. Büyük dansöz'ün çaldırdığı oyun havalarına uygun kıvırırlar. Birey ve toplum onların oluşturduğu ortamda kendisini Hasan Sabbah cennetinde sanır. Gerektiğinde onlar için ölüme bile gider... "

"Ama yinede kadın dansözlerin enfes olduğunu inkar edemezsin! Hele o şeffaf kıyafetleri altında görünen vücut hatları... Görsellikleri senin anlatılara uymuyor."

" Şeffaflık görüntüsü verse de aslında görünen şeffaflıkta bir kıyafetti. Şeffaf  kıyafet de bir maskedir. O çıkarıldığında kandan, irinden oluşan korkunç bedenleri görünür. Cüzzamlı bir hasta görüntüsü onların asıl görüntüsüdür.

"Rüya tabirleri konulu bir kitap yazsan yok satardı..."

"Burada ciddi konulardan söz ediyorum, bulandırma!..."

"Saatler oldu telefonla konuşmamız."

"Ber!.. Sıkıldın mı, yoksa?..."

"Hayır!... Hayır!... Sabaha kadar konuşabilirim."

"Sorun ne o halde?..."

"O kadar zengin olmadığını biliyorum. Yetim aylığı ile kabarık telefon faturanı ödeyemeyeceğinden korkuyorum."

"Teşekkür ederim, ama bu benim sorunum."

"Benim de sorunum."

"Neden?"

"Telefon faturanı ödeyemezsen telefonun kapatılır... Benle görüşme sağlayamazsın."

"Çok komiksin."

"Buna bir çözüm bulmalıyız. Sen ve ben evlerimize bir bilgisayar alsak diyorum. İnternet bağlantısı sağlayıp, yazışsak... Telefon faturan bayağı düşük gelir. Gerçi, kadife sesinden mahrum kalırım, ama arada yine ararsan sorun olmaz."

"Evimde internet bağlantılı bilgisayarım var, senin alman gereki-yor."

                "Neden daha önce söylemedin... İşyerimde boş vakitlerimde chat-leşirdik."

                "Chatleşmediğimizi kim söyledi?"

                "Neee!!!!!...."

                "Kibar ol!... Neee! denilmez. (............)'ın Mar'lısı!.

                "Özür... Gerçekten senle hiç chatleştik mi?..."

                "Bir çok kez."

                "Kullandığın takma ismin; nick'in?..."

                "Onu da sen bul."

                "Biliyordum... Birkaç kez sana soracaktım. Senin görüşlerine ve üslubuna çok benzeyen biriyle arada chatleşiyordum. Sen, Medayih takma adını mı kullanıyordun?..."

                "İyi bildin, saf çocuk."

                "Med! Beni sürekli şaşırtıyorsun. Chatleşirken verdiğin özgeçmişin doğru muydu?..."

                "Evet, ufak yalanlar dışında doğru."

                "Bir şey daha soracağım... Cinsellik konusundaki görüşlerin?..."

                "Onları, tamamen içimden geldiği gibi yazmıştım."

                "Bak senle benzeşen görüşlerimiz de varmış."

                "Benimki kaba cinsellik değil. Seninkinden çok farklı."

                "Her neyse yine eskisi gibi çatır çatır chatleşmeye devam edeceğiz, değil mi?"

                "Çatır çatır’ı cümlenden eksiltirsen... evet."

                "Seni seviyorum."

                "Sen Markız'ı seviyorsun."

                "Onu da seviyorum."

                "Başka kimler var sevdiklerinden?..."

                "Gönlüm geniş, herkese yer var."

                "Özel yer verilmeyen gönülde işim ne?..."

                "Gönlüm sayısız bölümler ve özel odalar barındırıyor."

                "Tamam kes!... Saçmalamaya başladın... Uyku saatin geldi. Hadi sana iyi geceler, bye."

                "Buluşacağımız Hafta sonunu sabırsızlıkla bekleyeceğim... Bye bye."

                "Zaman çabuk geçer!..."

 

 

                                                                              ***

 

                                                                                     27

 

 

                Legal XYZ Partisinin Ad kenti İl Teşkilatının yönetim, denetim, disiplin grubu üyelerinin yeniden seçimine yönelik kongrenin yapılacağı, büyük alana sahip KongYap isimli düğün salonu hıncahınç insan kalaba-lığı ve onların çıkardığı gürültüyle doluydu.

                Hoperlorden  çıkan, kulak tırmalayıcı “sesssssssssss” şeklinde duyulan ses ayarları, az sonra kongrenin başlayacağını işaret ediyordu.

Kısa bir açılış konuşmasından sonra oylamayla divan kurulu oluştu-ruldu. İki ayrı grubun, iki ayrı listesi vardı. Her gruptan üçer konuşmacı; iyi temennilerle başlayan, parlak demokrasi nutuklarıyla devam eden konuşmaları dışında destekledikleri aday listesinde adı geçen adayların genel kalitesini övücü konuşmaları kısmi alkış ve kısmi yuhalamalar arasında gerçekleştirdiler...

"Gündem dışı söz almak isteyen var mı?" duyurusu üzerine Ber, söz alıp almama konusunda önce tereddüt geçirdi. Konuşmak için hazırlıklı değildi. Buna rağmen bu kongrede içini dökmediği takdirde ileride bunun rahatsızlığını duyacağını düşünerek, söz hakkı istedi.

İzin verilmesi üzerine mikrofonun olduğu yere tedirgin adımlarla vardı. Mikrofonu boyuna göre ayarladı...

Halen bir giriş cümlesi bile bulamamıştı. Zaman kazanmak için öksürdü. "Herkese selam!..." dedikten sonra salonda bulunanlara saatlerdir olmayan bir şeyi; ‘sessizliği’ kısa bir anda olsa yaşattı.

                Bir yerlerden başlangıç yapmalıydı. Başlangıç, devamı ve bitişi de beraberinde getirecekti..

Politikayla ilk tanışmasından başlamayı uygun bulmuştu.

"El-Kenti İlk öğretim 3. sınıfında okuduğum zamanlardı.

Babam; zengin ve politikayla ilgili biriydi. Bir gün, AX  Partisi Genel Başkanının ilimize geleceği haberini alan babam; otuz otomobil kiralayarak İl sınırı girişinde onu karşılamaya gittiğinde, beni de yanına almıştı.

Babamın bu kadar önem verdiği birinin neye benzediğini merak ediyordum. Taşıtlar uzun bir konvoy oluşturmuştu.

Yolun sağ tarafında park eden otomobilin içinde bana uzun gelen bekleyişler yaşamıştım.

Bir süre sonra, dışarıdaki canlanma ve heyecan dalgası ve üzerine  babamın, "Dışarı çıkın!... Geliyor!...” sesleriyle otomobillerde bulunan diğerleri gibi ben de dışarı çıkıp onlarla saf tutmuştum.

Lüks bir arabanın arka koltuğunda camları inik penceresinden, elin-deki fötr şapkasının içini göstererek, kocaman kafasıyla, etrafa gülücükler dağıtan yüzün sahibinin AX Partisinin Genel Başkanı olduğu söylen-diğinde, babamın etkisiyle hayalimde oluşmuş babacan görüntü darmada-ğın olmuş; onun yerini olumsuz duygular veren bir varlık silueti almıştı.

Bu olumsuzluklarla dolu içsel algılamalarımın doğruluğunu; ileri zamanlarda bu şahsın iktidarı veya muhalefeti döneminde ülkede oluşan kötü gidişin, sefaletin, karışıklığın, her alandaki ataletin, tıkanmışlığın, tükenmişliğin çirkin yüzleriyle yüzleştiğimde, anlamıştım... Saf çocuk sezgileri doğru çıkmıştı..."

Ağzından dökülen son kelimeler kulak tırmalayıcı bozukluktaydı. Nefes alışveriş ritmini düzeltmek için konuşmasına ara verdi. Önündeki bardaktan bir yudum su aldı.Kongrede bulunanları, gözleriyle taradı. Olumlu veya olumsuz bir tepki elde edemedi. Ne bir alkış, ne de bir yuhalama vardı.  Yüzler anlamsızdı.

Kaldığı yerden konuşmasına devam etti;

"Sizlerin beni alkışlaması için nelerden söz etmem, nasıl ve ne şekilde konuşmam gerektiğini, iyi biliyorum... Fakat böyle bir amaç güderek konuşmamı sunmam benim yanlışım olur. Çünkü; nabza göre şerbet verenlerden değilim. İzninizle kaldığım yerden devam edeceğim.... Parti liderinin, konuşma yapacağı alana vardığımızda, babam kolumdan çekerek en önlere kadar götürdü. Arada yapılan alkışlara, babam da iştirak ediyordu. Benim alkışlamadığımı görünce kızdı. ‘Nedenini’ sordu. ‘Canımın istemediğini’ söylediğimde, o sıralar hatırı sayılır değerde para teklif etti bana... Bir eliyle beni karnımdan sarmalayıp, yukarı kaldırıp, diğer eliyle de Lideri gösterip, “Oğlum! Bu bizim ufkumuz, gelece-ğimiz,” demesine ve parayı sevmeme rağmen kabul etmemiş ve alkışlamamıştım... O günden beri politika denilince o günkü ortamı anımsarım...

                Legal XYZ Partisinin program ve düşüncelerinin demokratik temelde olması nedeniyle sıcak bakmış, görev teklifini kabul etmiştim...

Bugün yapılacak il teşkilatı organlarının üyelerinin seçiminde; her iki listede adı geçenlerin tespiti Ad kentindeki parti üyelerimizin görüş ve onayları alınmadan bu yönde hiçbir inisiyatif tanınmadan il başkanı ile genel başkan yardımcısı Lis ve yandaşları, tarafından saptanmıştır. Düşünce olarak ‘demokratım!’ diyen bir partinin uygulamada aksine hareketi bende; “Bu partinin iktidar olması halinde bile demokrasi kurallarını uygulamayacağı” gibisinden bir takım kuşkular oluşturdu. Demokrasi benliğine sahip olunup olunmadığı bu tür yansımalarla anlaşılır, kanımca. Bu benliği kazanan birey ailesinde, partide ve her yerde demokratik duruşta, bulunur.. Dolayısıyla bu davranış biçimini eleştiriyor bu ve başkaca yazılı olarak bildireceğim gerekçelerle partiden istifa irademi sunuyorum..."

Sözlerini sessizce dinleyen kalabalık; Ber’in toplantı salonunu terk edişine kadar bu duruşlarını korudular...

Ber, salonu terk ettiğinde, bir anda oluşan ağır uğultuyu duyabi-liyordu.

 

Ber, kendisini kuş gibi hafif hissediyordu. Hafifliği daha çok duyumsamak için yürüdü, yürüdü... Otoparka bırakmış olduğu arabasını almadı. Çarşıda biraz dolaşacaktı. Eve hemen gitmek istemiyordu. Bekle-yeni yoktu... Yine kendisiyle baş başa kalacaktı. Değişen bir şey olmaya-caktı...

Seyyar tablada satılan fındıktan bir oturumda yiyebileceği gram kadar satın  aldı.

Çay içmek istiyordu. Küçük bir çay ocağını gözüne kestirdi.  Dışarıya ufak tabure ve masalar diziliydi. Bir tabureye ilişti.

Başına dikilen garsondan çay rica etmesine gerek kalmamıştı. Garson, dumanı tüten çay dolu bir bardağı kendiliğinden önündeki sehpa-ya koymuştu bile.

Fındık ile Çay birlikte iyi giderdi. Gazete kağıdıyla yapılmış külahı yırtmadan açtı. Fındık sertti. Dişleriyle kırmaktan vazgeçti. İki tanesini alarak avucunun içine sıkıştırdı, yumruk şeklinde kapadıktan sonra diğer elinin ayasıyla baskı yaptı. Biri kırılmıştı. İçinden çıkardığı fındık tanesini iştahla yedi. Çaydan bir yudum aldı. Fındık tazeydi. Bir tane daha aldı...

Fındığın altında bulunan eski tarihli bir gazete parçasındaki haber dikkatini çekti. Fındıkları yanlara itekleyerek inceledi. Küçük bir resim vardı. Bir erkeğe dansöz kıyafeti giydirilmişti. Altındaki haberi okudu.

‘İzmler kentinin, Namuskar mahallesinde, aslen Mar kentli olan NamusLive isimli şahıs, ailesinin namusuna göz diken, sataşan TecNam isimli şahsı, akrabalarıyla birlik olup işyerinden kaçırdı... Zorla dansöz kıyafeti giydirilerek, İzm kenti sokaklarında gezdirildi. Onuru kırılan TecNam isimli şahıs şikayetçi dahi olmadı.

NamusLive ve akrabalarının verdiği bu ceza, Sodgom Ülkesini şok ederken Mar kentli bir yurttaş, 'Mar Kentinin bazı köylerinde ailenin kırılan onuruna, karşı tarafın onuru kırılarak yanıt verilir,' dedi.

Sokaklarda dansöz kıyafetiyle gezdirilen TecNam ortadan kaybolur-ken, İzm Kentinde bulunan yurttaşlardan hiç biri olaya tanıklık etmek istemedi ve 'Biz bir şey görmedik,' dediler.

Namuskar mahallesi muhtarı NamMuh ise, 'Ben gösteri yapan palyaço ve çengiler sanmıştım. Gerçeği sonradan duydum,' iddiasında bulundu... ‘.

Haber; Ber' e ilginç gelmişti. Fındıkları masanın üzerine aktardı. Gazete parçasının buruşukluğunu elden geldiğince düzelttikten sonra ikiye katlayıp, gömleğinin cebine koydu. Haberi, Med'e okumak istiyordu.

 

 

                                                                              ***

 

 

 

                                                                              28

 

 

                "...Kardeş!... Önceleri rica minnetle bize iş yaptıranların şimdi burunları kalktı. İç ve dış güvenlik üçümüzü de kırmızı bültenle arıyor-muş. Bu kez ciddiler... Görmezlikten gelemeyeceklermiş. Gördükleri yerde sorgusuz sualsiz içeri atacaklarmış... Tabi ki; sağ yakalamak ister-lerse..."

                "Her kuşun eti öyle kolay yenmez... Rutbin ve iki arkadaşımı sandılar bizi?... Bagajdaki mermileri bitirmeden zor..."

                "Ya!.. Bizde diğer arkadaşlar gibi ‘ağamız sizsiniz!’ diye, güvence verseydik... Bırakın aranmayı, işlediğimiz ve işleyeceğimiz suçları bile bir şekilde örterlerdi... Hatta işgüzar bir Yargı Grubunun verdiği cezaları infaz ettirmezler, bizim hatırımıza genel af bile çıkarırlardı."

                "Uyandık, uyanmasına ama geç kaldık... Keşke, uluslar arası planlardan önceden haberdar olsaydık da İllegal örgütlerle yaptığımız mücadeleye verdiğimiz uğraşın yarısını kendimize harcasaydık. Şimdi, daha fazla malvarlığımız olurdu..."

                "Vatan, Millet dedik, başımıza illet aldık. Daha önce canım cicim diyenler bizim kellemizi istiyorlar, geçmişte müştereken ve müteselsilen oluşan ortamı maskelemek için bizi kullanmaya çalışıyorlar... Onların günah keçileri olacağız...."

                "Biraz güçlenmemizin de bunda payı var. Bu bazılarını korkutmaya başlamıştı... Tarihin tekrarı... "

                "Maşçet!... Hep senin hatan!... Konuşursak SodGom Ülkesi geçmi-şinde yaşadığı depremin daha şiddetlisini yaşar, şantajını sürekli kullana-rak çıkar elde etmenden bıktılar... Onlar ; yataklarında rahat uyumak istiyorlar..."

 

 

                                                                              ***

 

 

                Daha bir saat önce yemek molası vermişti. Çift kişilik kebap, bir şişe ayran, tabak dolusu salatayı iki pide ekmekle mideye indirmişken yine acıktığını hissediyordu. “Of! Of! Patronun cebinden yiyorum diyemi bu kadar acıkıyorum?" diye düşündü. "Cebimden çıksaydı bu kadar çok yemek yer miydim?..."

                Niyeti bozdu, içinde restorantı olan petrol tesisine girdi. Lavobaya girmeden önce siparişini verdi. Elini, yüzünü yıkadı. Dışarı çıkıp temiz havayı ciğerlerine çekti...

Aniden tokluk hissetti. Önceki açlığından eser kalmamıştı. "Keşke siparişleri vermeseydim... Çaktırmadan kamyona atlayıp kaçmalı," diye düşündü. Düşündüğünü de yaptı...

Motor daha soğumamıştı. Kontağı ilk çevirişinde kamyon çalıştı. Vitese attı,  gaza bastı. Petrol istasyonu geniş bir alanı kapsıyordu. Ana yola gireceği esnada; gecenin karanlığında yayılan selektör ışıklarında hızla kendi gidiş istikametine doğru yanyana seyretmekte olan iki taşıtı fark etmesiyle frene hafifçe dokundu. Fren, istenen sonucu doğurmamıştı. Bu kez sonuna kadar bastı. Otobana çıkmak üzereydi ve kamyonu durduramıyordu. Çaresi yoktu, direksiyonu sağa kıvırarak yolun iyice sağından seyretmeye başladı. Sol aynadaki görüntüden,  hızını düşürme-den arkasından yaklaşmakta olan iki aracı korna çalarak uyarmaya çalıştı...

 

 

                                                                              ***

 

 

                Sessizliği sürücü bozdu:" Arkamızdaki taşıt bizi takip ediyor!"

"Bu kanıya nasıl vardın?"

"Hızı bazen kesmeme rağmen beni sollamadı. Süratlendiğim zaman arada ki mesafeyi koruyor."

Bu söz üzerine sürücünün yanındaki koltukta kurulu olan kişi, arkada bulunan ve uyku ile uyanıklık alanlarına gidiş gelişleri yaşadıkları mayışmış suratlarından anlaşılan kişilere seslendi...

Sürücü dışındaki dört kişi başlarını arka cama çevirdiler...

Silahlarını çekip, emniyeti açtılar ve ağzına mermi sürdüler.

Sürücü, sağa çekmesi gerektiğini anladı...

Arkada bulunan araç da biraz uzakta sağa çekti.

Öndeki aracın sürücüsü, bu kez, lastikleri yakarcasına süratli kalkış ve seyre başladı.

Uçak hızına varma telaşındaydı sürücü... Arkadaki taşıt buna uyum sağlamakta, gecikmedi. Geniş yolda aradaki mesafeyi azalttı. Takip eden otomobil, tanıtılan grubun bulunduğu taşıtın tamponuna vuracak kadar yaklaşmıştı.

Arkadaki araç sollamaya geçtiğinde, hızını azalttı.

Şimdi, İki araç paralel konumda ve aynı hız seviyesinde seyir halindeydiler.

Takip edilen aracın arka sol koltuğunda oturan şahıs pencerenin otomatik camını indirerek yanda bulunan taşıtın içinde bulunanları elindeki silahı hazır vaziyette tutarak incelemeye başladı... Aniden haykırdı, "Bunlar!.." Sesi korku doluydu.

                Ön Koltukta Oturan kişi, "Solla!... Sollllaaa! Kamyoonnn!..."

                Lüks araba sürücüsü, takip eden sol paralelinde ki  taşıtın, ancak son anda kenara kaçması nedeniyle denileni yapamamış, önüne aniden çıkan kamyondan kaçıramamıştı güzelim arabayı...

Bilanço; takip edilen aracın ön koltuğunda oturan TerKazMaf isimli politikacının, Medya'dan emekli taşıt sürücüsü MedMaf'ın,  arka koltukta bulunan Kamusal Mafyalıktan emekli olduktan sonra özel Mafya'lık yapan MaşÇet, Güvenlik emeklisi İçDışGüv ve Silah ve Uyuşturucu Marketler zinciri olan iş adamı SilUyMar isimli kişilerin ölümü...

 

 

                                                                              ***

 

Sonraki Sayfa