Bir
Beat:
Richard
Brautigan
Richard Brautigan (1935-1984)
Beat akımının Allen Gingsberg ve Jack Kerouac'la beraber en önemli üç isminden
biridir. Çocukluk yılları hakkında, kendisi de hiçbir zaman bahsetmediğinden bilgi
yoktur. Babasını tanımadığı söylenir. Yirmi yaşında bir karakolun camını taş atarak
kırar ve paranoid şizofreni teşhisiyle bir süre akıl hastanesine yatırılır, şok
tedavisi görür. Hastaneden çıktıktan kısa süre sonra evden ayrılarak San Fransisko'ya
gider ve Beat akımına katılır.
56'da 'İkinci Krallık (The Second Kingdom)', bilinen ilk şiiri yayımlanır. 57'de
Virginia Dionne Adler'le evlenir, 59'da 24 şiirden oluşan ilk şiir kitabı 'O Mermer
Çayı Koy (?) (Lay the Marble Tea)' yayımlanır. 60'da kızı Lanthe dünyaya gelir. 61'de
karısı ve kızıyla beraber kamp yapmaya gittiği İdeho'da yanına aldığı taşınabilir
daktilosuyla alabalık dereleri kenarında 'Amerika'da Alabalık Avı'nı (Trout Fishing
in America) yazar. 60'lı yıllarda San Fransisko'da hippilere katılır, sokaklardan
geçen insanlara kağıtlara bastırdığı kendi şiirlerini dağıtır. 66-67 yılları arası
Kaliforniya Teknoloji Üniversitesi'nde şiir dersleri verir. 67'de Amerika'da Alabalık
Avı yayımlanır, ertesi yıl Ulusal Sanat Vakfı tarafından ödüllendirilir. Ardarda
şiirleri ve yazıları yayımlanmaya başlar. 70'li yıllarda üniversitelerden gelen tüm
teklifleri ve tüm ödülleri reddeder. 25 Ekim 1984'te Kaliforniya'da intihar eder.
Brautigan bir Beat olmasına rağmen bir çok noktada diğer büyük Beat'lerden ayrılır.
Düzyazı ve şiirlerine akımın anlaşılırlık, açıklık, içtenlik, cüretkarlık ve komiklik
(humour) ögelerinin yanına lirizmi ve gerçeküstücülüğü (sürrealizm) de başarıyla
katmıştır. Diğer iki büyük Beat yazarı, Gingsberg ve Kerouac'tan ayrıldığı bir diğer
nokta ise eşcinsel olmayışıdır. Şiirlerinde ana konuları sevgilisine düzdüğü çocukça
ve saf övgüler, teknoloji ve tabiatın birbirini incitmeden içiçe varolma özlemi ve
yaşamın küçük, önemsiz anlarıdır. Her ne kadar gerçeküstü benzetmeleri çokça kullansa
da bu benzetmeleri komiklik olsun diye yaptığı izlenimini uyandırır. (Ya da ben öyle
zannediyorum.) Şiirlerindeki pek çok dize bize biçemlerinin yakınlığından ve
benzerliklerinden ötürü Türk şiirindeki 1. Yeni akımını çağrıştırır.
Velhasıl, Brautigan sizin için iyidir.
Cem Duran
sevgi dolu şefkat makinaları tarafından izlenirken herşey
Sibernetik bir çayır hayali kuruyorum kafamda (ne kadar erken olursa o kadar iyi!) memelilerin ve bilgisayarların yanyana, içiçe tertemiz bir gökyüzüne değen saf bir su gibi programlanmış bir uyum içinde yaşadığı. Sibernetik bir orman hayali kuruyorum kafamda (mümkünse hemen, şimdi!) çam ağaçları ve elektronik devrelerle dolu; ceylanların, bilgisayarların yanından açan tomurcuklarıyla çiçeklerin yanından geçer gibi huzur içinde geçip gezindiği. Sibernetik bir ekoloji hayali kuruyorum kafamda (olmak zorunda!) hiçbir iş yapmak zorunda olmadığımız ve doğaya geri döndüğümüz, memeli abilerimizin, kardeşlerimizin arasına, sevgidolu şefkat makinaları tarafından izlenirken herşey. İngilizceden çeviren: Cem Duran sonsuza kadar, bööö!
|
Bazen hayat sadece bir kahve meselesi; ya da bir bardak kahvenin ne kadar yakınlık getirebileceğinden ibaret. Bir keresinde kahveyle ilgili bir şey okumuştum. Kahvenin sağlık için iyi bir şey olduğundan bahsediyordu; içorganları düzenliyormuş. Önce bunun hiç de hoş olmayan, garip bir yaklaşım olduğunu düşündüm; ama zamanla kendi içinde bir şeyler ifade ettiğini anladım. Ne demek istediğimi şimdi açıklayacağım. Dün sabah bir kızı görmeye gittim. Ondan çok hoşlanıyorum. Aramızda olan herşey geçmişte kaldı. Artık beni hiç umursamıyor. Onu terk ettim, keşke etmeseymişim. Kapısını çaldım ve aşağıda beklemeye başladım. Üst katta dolaştığını duyabiliyordum. Hareketlerinden yatağından kalktığını çıkardım. Uyandırmıştım onu. Merdivenlerden aşağıya indi. Yaklaştığını karnımda hissedebiliyordum. Attığı her adım duygularım karmakarışık ediyordu ve kaçınılmaz olarak ona kapıyı açtırdı. Beni gördü ve buna sevinmedi. Bir zamanlar bu onu çok sevindirirdi, geçen hafta. Bazen tüm onlar nereye gitti diye safça soruyorum kendime, "Kendimi iyi hissetmiyorum şu an," dedi. "Konuşmak istemiyorum. " "Bi' bardak kahve koyar mısın?" diye sordum, çünkü bu o anda dünyada en son isteyeceğim şeydi. Öyle bir söyledim ki sanki ona acaip kahve içmek isteyen, başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen başka birinden bir telgraf okuyormuşum gibi çıktı sesim. "Peki," dedi. Merdivenlerden yukarıya onu takip ettim. Çok saçmaydı. Üstüne bir elbise geçirivermişti. Elbise daha tam olarak vücuduna intibak sağlayamamıştı. Size sonra bir ara onun kıçından bahsederim. Neyse, mutfağa girdik. Raftan bir tane neskafe kavanozu çıkarıp masanın üstüne koydu. Bir bardak ve çaykaşığı çıkardı. Ben de bardağa ve çaykaşığına baktım. Ağzına kadar suyla dolu çaydanlığı ocağa koyup altını yaktı. Tüm bu sürede tek bir laf etmemişti. Bu sürede elbiseleri vücuduna intibak sağladı. Ben artık sağlayamayacağım. Çıktı mutfaktan. Sonra merdivenlerden aşağıya inip hiç mektup falan gelmiş mi diye baktı. Ben gelirken görmedim diye hatırlıyorum. Tekrar yukarı çıkıp başka bir odaya girdi. Üstüne kapıyı kapadı. Ocağın üstündeki suyla dolu çaydanlığa baktım. Suyun kaynamasına daha yaklaşık bir sene vardı. Aylardan Ekim'di ve çaydanlıkta çok fazla su vardı. İşte o yüzden. Suyun yarısını lavaboya boşalttım. Şimdi daha çabuk kaynardı. Yaklaşık altı ayda falan. Ev sessizdi. Dışarıya verandaya baktım. Bir sürü çöp torbası vardı. Çöplerdeki konserve kutularına, soyulmuş kabuklara falan bakıp son zamanlarda neler yediğini çıkarmaya çalıştım. Hiç bir şey anlaşılmıyordu. Mart ayı geldi. Su kaynamaya başladı. Bu çok hoşuma gitti. Masaya baktım. Neskafe kavanozu, boş bardak ve çay kaşığı önümde bir cenaze servisi gibi duruyorlardı. Kahve yapmak için gereken malzeme bunlardır. On dakika sonra evden çıkarken, içimde bir mezar gibi güvende bir bardak kahve, "Kahve için sağol." dedim. "Bişey değil," dedi sesi kapalı kapının arkasından. Onun sesi de bir telgraf gibi çıkmıştı. Gitme zamanım gerçekten gelmişti. Günün geri kalanını kahve yapmayarak geçirdim. Büyük keyifti. Sonra akşam oldu, bir restoranda yemek yiyip bir bara gittim. Biriki içki yuvarlayıp biriki insanla konuştum. Bar adamlarıydık hepimiz ve bar şeyleri konuştuk. Hatırlanmayacak şeyler, bar kapanana kadar. Saat sabahın ikisiydi. Dışarı çıkmam gerekiyordu. San Fransisko sisli ve soğuktu. Sisi düşündüm; kendimi çok insani ve çaresiz hissettim. Başka bir kıza daha uğramaya karar verdim. Nerdeyse bir senedir hiç görüşmemiştik. Bir ara çok yakındık. Şu anda ne düşündüğünü merak ettim. Evine gittim. Kapı zili yoktu. Bu ufak da olsa bir başarı sayılırdı. Bütün ufak başarılarının kaydını tutmalı insan. Ben nasılsa yapıyorum. Kapıyı açtı. Önünde uzun bir elbise tutuyordu. Beni gördüğüne inanamadı. "Ne istiyorsun?" dedi, beni gördüğüne artık inanmış bir şekilde. Direk içeri daldım. Dönüp kapıyı kapatınca vücudunu profilden gördüm. Elbiseyi tamamen üstüne geçirmeye uğraşmamıştı. Sadece önünde tutuyordu. Başından ayaklarına kadar uzanan kırılmamış bir beden çizgisini görebiliyordum. Biraz garipti. Belki çok geç bi' saat olduğundan. "Ne istiyorsun?" dedi. "Bi' bardak kahve," dedim. Ne komik birşey, gerçekten istediğim yine kahve değildi. Bana bakıp hafifçe profilinin çevresinde döndü. Beni görmek hoşuna gitmemişti. SSK istediği kadar zaman herşeyi iyileştirir desin. Bedeninin kırılmamış çizgisine baktım. "Neden benimle bi' bardak kahve içmek istemiyo'sun?" dedim. "İçimden seninle konuşmak geldi. Ne zamandır hiç konuşmadık." Bana bakıp hafifçe profilinin çevresinde döndü. Bedeninin kırılmamış çizgisine baktım. Bu iyiye işaret değildi. "Çok geç oldu," dedi. "Yarın erken kalkmam gerekiyo'. Kahve istiyorsan, mutfakta neskafe var. Benim yatmam gerekiyo'." Mutfak ışığı açıktı. Koridordan mutfağa baktım. İçimden hiç gidip kendi başıma bir bardak daha kahve içmek gelmedi. Başka birinin evine daha gidip de bir bardak kahve istiyorum demek de gelmiyordu içimden. Bütün günümü çok garip ziyaretlere adadığımı farkettim, bu şekilde planlamamıştım halbuki. Ama en azından neskafe kavanozu masanın üstünde boş beyaz bir fincanla kaşığın yanında değildi. Bahar gelince bir erkeğin bütün hayallerinin aşk üzerine kurulduğunu söylerler. Eğer yeterli zamanı kalırsa, içlerine bir bardak kahve de koyabilir. İngilizce'den çeviren: Cem Duran
Los Angeles'ta seni düşünerek yatağıma giriyorum. Biriki dakika önce işerken sevgiyle penisime baktım. Bugün iki kere senin içinde olduğunu bilmek kendimi iyi hissetmemi sağlıyor. Gece 3 15 Ocak, 1967 İngilizce'den çeviren: Cem Duran burnum gittikçe yaşlanıyor
Hıhı. Aynaya attığım uzun tembel Eylül bakışı da doğruladı beni. 31 yaşındayım ve burnum gittikçe yaşlanıyor. Kemerin bir parmak kadar altında başlayıp bir parmak kadar da aşağıya iniyor: orda da kesiliyor. Allahtan burnumun geri kalan kısmı oraya oranla daha genç. Acaba kızlar benden bu yaşlı burnumla da hoşlanırlar mı. Ah, o kalpsiz orospuların sesini duyar gibiyim! "Çok hoş bi' herif ama burnu çok yaşlı." İngilizce'den çeviren: Cem Duran biz kusursuz günlerde durduk
|